Açlıkla imtihan kolay değildir

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, orucun sevabını bildirmedi, onu âhirete sakladı. Orada bol bol mükafat verecektir. Oruç tutmak kolay bir iş değil. Elhamdülillah, Cenab-ı Hak, oruç tutanlara rahatlığını, kolaylığını veriyor. Allahü teâlâ nefse her türlü azabı verdiği halde, (Ben kimim, sen kimsin?) diye sorduğunda, (Ben benim, sen de sensin) dedi. Nefs ancak, aç bırakıldığı zaman pes etti. (Sen merhametlilerin en merhametlisisin, ben ise âciz kulum) demek zorunda kaldı. Çünkü açlıkla imtihan kolay değil. İmam-ı Rabbânî hazretleri de buyuruyor ki:
(Ramazan-ı şerifte, iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnettir. Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi. İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısı ile herşeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İbadet etmek de zaten bu demektir.)

Dine hizmet ederken en korktuğumuz şey, iş icabı elimize geçen mevkilerin ve imkânların, yanlış yolda kullanılması, bizi biz olmaktan çıkarmasıdır. O mevkiler ön plana geçtiği anda, her şey bitmiştir. Bu yolda hizmet edenler için en büyük rütbe, bu büyüklerin talebesi olmak ve hakkı bâtıldan ayırmaktır.

Talebelik, rütbelerin en üstünüdür. Bu rütbeyi atlayarak, başka bir şeref aramak kadar tehlikeli, felaket bir şey olamaz. Böyle yapan, mutlaka felakete ve zillete düşer.

Hazret-i Ömer’e, Şam’a girişlerinde (Deveye niye binmiyorsun?) dediklerinde, şöyle buyurdu:
(Biz çok aşağılık bir kavimdik. Çocuklarımızı diri diri gömerdik. Her türlü günahı, küfrü işlerdik. Allahü teâlâ, bizi Muhammed aleyhisselamın ümmeti, eshabı yaptı. Her türlü iyiliğin zirvesine çıkardı. Kim bunun dışında başka bir yerde, izzet, şeref beklerse, Allah onu rezil eder. O kimse, zirveden aşağı yuvarlanır.)

Sakın ola ki, mevki ve rütbe düşüncesi, hiçbir Müslümanı sarmasın! Müslüman olarak büyük nimete, Rabbimize, hak yola kavuştuk. Allahü teâlâ haramların helâllerle, bid’atlerin sünnetlerle, hattâ küfrün imanla karıştığı bu âhir zamanda, bize sevdiği bir kulunu tanıttı. Onun vasıtasıyla da, Eshab-ı kiramı ve diğer sevgili kullarını tanıttı. Peygamber efendimizi ve kendisini, razı olduğu doğru şekilde bize tanıttı. Başkalarının kafasındaki tanrı gibi tanıtmadı. Allahü teâlânın razı olduğu şekilde Onu tanımak, ancak bu büyükleri tanımakla olur. İşitmekle veya kendine göre söylemekle olmaz.