Hazret-i Ömer’e dil uzatılamaz

Sual: İbni Sebeciler, Peygamber efendimizin mübarek kayınpederi Hazret-i Ömer’e de âyet-i kerimelere, hadis-i şeriflere rağmen hâşâ kâfir diyorlar. Daha başka iftiraları varsa da bu iftira yanında onların bir önemi yoktur. Çünkü bir insan kâfirse onun diğer işlerine bakılır mı?
CEVAP
Hazret-i Ömer (radıyallahü teâlâ anh), Peygamber efendimizin kayınpederidir. Hazret-i Ali’nin de damadıdır. Hayatta iken ismen Cennet ile müjdelenmiş on kişiden ikincisi olup, Hazret-i Ebu Bekir’den sonra eshab-ı kiramın en büyüğü, başka bir ifade ile, Peygamberlerden sonra insanların üstünlükte ikincisidir. Resulullahın da ikinci halifesidir.

İbni Sebecilerin bu iftirası için, yukarıda birinci ve ikinci maddelerde yeterli cevap, hâşâ ona dil uzatanların, kâfir diyenlerin kendilerinin kâfir olduklarına dair yeterli delil vardır. Burada birkaçını tekrar yazalım:

Hazret-i Ömer, Medine'ye hicretle şereflenen, Allah’ın övdüğü muhacirlerden ve ilk iman edenlerden olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime meali:
(Muhacirlerin ve Ensarın önce imana gelenlerinden ve Onların yolunda gidenlerden Allah razıdır. Onlar da Allah’tan razıdır. Allah, Onlar için Cennetler hazırladı.) [Tevbe 100]

Hazret-i Ömer, Eshab-ı kiramdan olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime meali:
(Allah, [Eshab-ı kiramın] hepsine de en güzeli [Cenneti] vaad etmiştir!) [Nisa 95]

Hazret-i Ömer, ağaç altında söz verenlerden olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime meali:
(Ağaç altında, sana söz veren müminlerden, Allah razıdır.) [Fetih 18]

Hazret-i Ömer, Bedir savaşına katılanlardan olduğu için Cennetliktir. İşte Bedir ehline katılan müslümanların şânı için bir hadis-i şerif meali:
(Bedir savaşına katılan müslümanlar Cennetliktir.) [Dare Kutni]

Hazret-i Ali, Hazret-i Ömer’i çok severdi. Ona kızı Ümmi Gülsümü nikah etti. Hazret-i Ömer hakkındaki hadis-i şeriflerin çoğunu Hazret-i Ali bildirmiştir. Hazret-i Ömer de Hazret-i Ali’yi çok severdi. Birbirlerinin dostu idi. İşte âyet-i kerime meali:
(İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve [hicret eden eshabı] barındırıp yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin dostlarıdır.) [Enfal 72]

Eshab-ı kiramın birbirine karşı çok merhametli olduğunu bildiren bir âyet-i kerime meali de şudur:
(Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulüdür ve Onunla birlikte bulunanların [Eshab-ı kiramın] hepsi, kâfirlere karşı çetin, fakat, birbirlerine karşı merhametli, yumuşaktır.) [Feth 29]

Hazret-i Ömer, Peygamber efendimizin kayınpederi olmakla, mübarek kızı Hafsa validemiz de müminlerin annesi olmakla şereflendi. Bu nimet ve şeref vesilesiyle de Cennetliktir. Bir âyet-i kerime meali:
(Resulullahın zevceleri müminlerin anneleridir.) [Ahzab 6]

Resulullah ile akraba olmak şerefi çok büyüktür. İmanlı olan her akrabası muhakkak Cennetliktir. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ bana söz verdi ki, kızlarını aldığım ve kızlarımı verdiğim aileler, Cennette benimle beraber olacaktır.) [Deylemi]

(Allahü teâlâ, beni insanların en asilzadesi olan Kureyş kabilesinden seçti ve bana onların arasından en iyilerini eshab [arkadaş] olarak ayırdı. Bunlardan birkaçını bana vezir olarak ve din-i İslamı, insanlara bildirmekte, yardımcı olarak seçti. Bunlardan bazılarını da Eshar, [zevce, kayınpeder, kayınvalide, kayınbirader ve baldız gibi kadın tarafından akraba] olarak ayırdı. Bunlara sövenlere, iftira edenlere, Allahü teâlânın ve bütün meleklerin ve insanların laneti olsun! Allahü teâlâ, kıyamet günü, bunların farzlarını ve sünnetlerini kabul etmez.) [Hakim]

(Esharımın [zevce tarafından olan hısımlarımın] Cennetlik olmasını istedim. Rabbim de bu isteğimi kesin olarak kabul etti.) [Hakim]

(Benimle evlenen veya kız alıp verdiklerim, Cehenneme girmez.) [Deylemi, İ. Neccar]
Sırf bu hadis-i şerifler bile Hazret-i Ömer’in Cennetlik olduğunu göstermektedir.

Birkaç hadis-i şerif daha bildirelim:
(Ömer Cennettedir.) [Tirmizi, İbni Mace, Taberani, İ. Asakir, Beyheki, Dare Kutni, Hakim, Ebu Nuaym, İbni Said]

(Benden sonra Peygamber gelmeyecek. Eğer gelseydi, Ömer Peygamber olurdu.) [Deylemi, İ. Münavi]

(Benden sonra hak, her zaman Ömer iledir.) [Hakim, Taberani, ibni Asakir]

(Allahü teâlâ Ömer’e rahmet etsin, acı da olsa Hakkı söyler.) [Tirmizi]

(Allahü teâlâ, hakkı Ömer’in diline ve kalbine yerleştirdi.) [Tirmizi, Ebu Davud, İ. Ahmed, Hakim, Taberani, İbni Neccar, İ. Münavi]

(Güneş, Ebu Bekir hariç, Ömer’den daha hayırlı bir kimsenin üstüne doğmadı.) [Tirmizi]

(Ömer’in Cennette derecesi, Ebu Bekir hariç, ümmetimin hepsinden yüksektir.) [İbni Mace]

(Her şeyin bir kanadı vardır, bu ümmetin kolu kanadı da Ebu Bekir ve Ömer’dir. Her şeyin bir kalkanı vardır, bu ümmetin kalkanı da Ali’dir.) [Hatib]

(Allahü teâlâ, namazı, zekatı ve orucu farz ettiği gibi, Ebu Bekri, Ömer’i, Osman’ı ve Ali’yi sevmeyi de farz etti.) [Vesile]

(Başınıza Ebu Bekir gelince, onu zahid ve ahirete ragıb bulursunuz. Başınıza Ömer gelince, onu kuvvetli, emin ve Allah yolunda kimseden çekinmez görürsünüz. Başınıza Ali gelince, hadi ve mühdi olur. Sizi doğru yola götürür bulursunuz.) [Hakim, İ. Ahmed]

(Sünnetime ve hulefa-i raşidinin yoluna sımsıkı sarılın!) [Buhari]

(Ümmetimin en merhametlisi Ebu Bekir, dinde en sağlam olanı Ömer, en hayalısı Osman, en iyi hüküm vereni ise Ali’dir.) [İbni Asakir, Ebu Ya’la]

(Geçmiş ümmetler içinde vukuundan önce bazı şeyleri haber veren keramet ehli zatlar vardı. Ümmetimin içinde de Ömer onlardandır.) [Buhari]

Hazret-i Ömer, Medine’de hutbe okurken, İran’a gönderdiği ordunun mağlup olmak üzere olduğunu görüp, kumandana (Ya Sariye arkanı dağa ver) buyurdu. O da, dağa yanaştı ve zafere kavuştu. (Şevahid)

Resulullah efendimiz ilk üç halife ile Uhud dağına çıktıkları zaman dağ sallandı. Resulullah buyurdu ki:
(Ey dağ, sallanma! Senin üstünde bir nebi, bir sıddık, iki de şehit [Ömer ve Osman] vardır.) [Buhari]

Ebu Musa Eşari diyor ki, Medine’de bir bahçede oturuyorduk. Kapı çalındı. Resulullah, (Kapıyı aç ve gelene, Cennete gideceğini müjdele!) buyurdu. Kapıyı açtım. Ebu Bekri Sıddık içeri girdi. Kendisine müjdeledim. Hamd eyledi. Sonra, yine kapı çalındı. Yine (Aç ve müjdele!) buyurdu. Açtım. Ömer Faruk içeri girdi. Müjdeledim. Allahü teâlâya hamd etti. Yine çalındı. (Aç ve Cennet ile müjdele ve üzerine musibet geleceğini söyle!) buyurdu. Açtım, Osman Zinnureyn geldi. Müjdeledim. Hamd eyledi. [Buhari ve Müslim]

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ebu Bekir ile Ömer’i sevmek iman, bunlara düşmanlık küfürdür.) [İbni Adiy]

(Ya Ali, müşrik olan bazı kimseler sana aşırı bağlılık gösterecek, sende olmayan şeyleri, sana söyleyecekler ve Ebu Bekir’le Ömer’i kötüleyecekler. Allah onlara lanet etsin.) [Dare Kutni]

Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ömer’e sövmek küfürdür. (Hulasa-tül-fetava, Mirat-ı Kâinat)

Allah Resulünün kayınpederi aynı zamanda Hazret-i Ali’nin damadı olan Hazret-i Ömer’e iftiralar:

1) İbni Sebeciler diyor ki, Hazret-i Ali kızını Ömer’e istemeyerek, zorla verdi.
Yahut Cin perilerinden birinin, Ömer’e aşık olup da, Ümmi Gülsüm şeklinde görünmesi de olabilir.
CEVAP

Hucec-i katiyye kitabında, Molla başı Ali Ekber ile, Ulemadan Abdullah Süveydi’nin konuşmalarının sonu şöyle bildirilmektedir: Molla başı dedi ki:
- Eshabın yalnız beşi hariç, ötekilerin hepsi, Hazret-i Ali’yi halife seçmedikleri için mürted oldu, dinden çıktı.

Cevap olarak dedim ki:
- Hazret-i Ali, kızı Ümmi Gülsüm’ü, Hazret-i Ömer’e nasıl nikah eyledi?
- İstemeyerek, zorla verdi.

- Allah için yemin ederim ki, siz Hazret-i Ali’yi öyle aşağılıyorsunuz ki, Arapların en alçağı bile, bu kadar aşağılığa razı olmaz. Hazret-i Ali’yi bu kadar kötülemek, çok alçak bir planın uygulanması için olduğu meydandadır. Allah bilir ki, Arapların en alçağı, en bayağısı bile ırzını, namusunu korumak için canını verir. Nerede kaldı ki, bütün Arap kabileleri arasında, soyu, erkekliği, şerefi, şanı hepsinden yüksek ve üstün olan Haşimoğullarından bir zat ve dolayısıyla bütün bu kabile böyle bir lekeyi, alçaklığı kabul edebilir mi? En alçak kimselerin bile razı olmadığı bir işi, Allah’ın aslanı diye, adı bütün dünyaya yayılan şanlı, şerefli bir kahramana nasıl yakıştırabiliyorsun?

- Cin perilerinden birinin, Ömer’e aşık olup da, Ümmi Gülsüm şeklinde görünmesi de olabilir.
- Bu söz, öncekinden daha alçaklıktır. Böyle şeyi, akıl nasıl uygun görür. Bu yola gidilecek olursa, İslamiyet’in bütün emirleri altüst olur. Mesela bir adam evine gelince, hanımı buna, sen benim kocam değilsin. Sen cinsin diyerek, adamı eve sokmaz. Adam iki şahit getirse, şahitleri de, insan değildir, cindir diyerek kovar. Böylece, her ev, her yer karmakarışık olur. Bir katil, bir hırsız, ben o adam değilim. Sizin dediğiniz kimse, cin olabilir, diyerek, İslamiyet’in emrinin yapılmasına karşı gelir. Hatta, İmam-ı Cafer Sadık da cin olabilir.

Molla başı şaşırıp sustu. İkinci suali sordum:
- Zalim olan bir halifenin emirleri kabul edilir mi?
- Sahih değildir. Kabul edilmez.

- Hazret-i Ali’nin oğlu olan Muhammed bin Hanefiyye’nin annesi kim?
- Cafer kızı Hanefiyye’dir.

- Bu Hanefiyye’yi esir alan kimdir?
- Ben bilmem.

Halbuki, bildiği halde bilmem diye, sözü kesmek istedi. Orada bulunanlardan birkaçı, Ebu Bekir’in esir aldığını söylediler.
- Evlenirken dikkatli davranmak lazım olduğunu herkes bilir. Hak üzere imam ve meşru olarak halife değildir dediğiniz, Ebu Bekir gibi bir zatın esir eylediği bir cariyeyi nikah edip, bundan çocuk yapmayı, Hazret-i Ali, nasıl caiz gördü?

- Belki, Hazret-i Ali bunun kendisine hediye edilmesini, yakınlarından istedi. Bunlar da, cariyeyi kendisine nikah etmiş olabilirler.
- Belki ile, zan ile hüküm verilmez.
Molla başı hiçbir şey diyemedi. (Hucec-i katiyye)

2) İbni Sebeciler, Müta (yani avrat kiralamak) helaldi, Ömer bunu kendi ictihadı ile yasak etti. Ömer avrat kiralamayı yasak etmeseydi, pek az kişi zina ederdi diyorlar.
CEVAP

Mütayı Hazret-i Ömer yasak etmedi, Resulullahın yasak ettiğini, Onun yasakladığı şeyi yaptırmayacağını söyledi. Eshab-ı kiramın hepsi, halifenin bu sözünü destekledi. Hiçbiri buna muhalefet etmedi ve icma hasıl oldu. Şimdi mütanın ne olduğuna, dinimizdeki yerine bakalım:

Müta, dört mezhepte de haramdır, bâtıldır. Müta, şahitsiz olarak bir kadına belli para verip, belli zaman için [mesela bir saat, bir gün, on sene] beraber yaşamayı sözleşmek demektir. Mütanın haram olduğunu bütün Ehl-i sünnet âlimleri icma ile bildirdi. (Mizan-ül-kübra, İbni Abidin)

Mütanın haram edildiğini bildiren hadis-i şerif, Buhari, Müslim, Tirmizi ve Muvatta’da yazılıdır. Bunu haber verenlerden biri de Hazret-i Ali’dir. İbni Sebecilerin, müta için Hazret-i Ömer’in ictihadı demeleri de, çok yanlıştır. Çünkü, Eshab-ı kiramdan hiçbiri buna muhalefet etmedi ve icma hasıl oldu. Fetava-yi Hindiyye’de diyor ki: (Ücret karşılığı zina yapan fahişeye [genel evdeki kadına], İmam-ı a’zama göre had vurulmaz. İkisi de şiddetli tazir olunur ve tevbe edinceye kadar hapis olunur. İmameyne göre, ikisine de had cezası yapılır. Müta yapana da fahişe gibi had vurulmaz.) Fakat zinanın had cezası yapılmayan kısımları da haramdır. (Berika)

Tefsir ve fıkıh kitapları diyor ki: Nisa suresinin (İstimta ettiğiniz kadınların ücretini verin) mealindeki 24. âyeti, müta için değil, nikahtaki mehir parasını vermek içindir. Beydavi tefsiri bu âyeti açıklarken buyuruyor ki: (Bu âyet, sahih olan nikahı bildiriyor, mütayı bildirmiyor. Mehir parasını emrediyor. Müta, önce mubahtı, sonra yasak edildi.) [Şeyhzade tefsiri c.2, s.26]

Büyük âlim Burhaneddin-i Mergınani’nin Hidaye kitabının şerhi olan İnaye kitabında, Mevlana Ekmelüddin buyuruyor ki: Müta bâtıldır. Abdullah ibni Abbasın bildirdiği gibi, müta önceleri mubah idi. Fakat, hadis-i şerif ile, bunun yasak edildiğini, Eshab-ı kiram söz birliği ile bildirmektedir. Muhammed ibni Hanefiye dedi ki: (Babam imam-ı Ali buyurdu ki Hayber kalesi alındığı gün, Resulullah mütayı yasakladı. Eshab-ı kiramdan Rebi bin Meysere buyuruyor ki: “Hayber’i feth ettiğimiz gün, Resulullah, mütayı, üç gün helal etti. Ben, amcamla bir kadının kapısına geldik. Gayr-i müslim bir kadın kapıya çıktı, beni içeri aldı. O gece orada kaldım. Sabah olunca, Resulullahın sokaklarda, (Ey Müslümanlar, Resulullah müta nikahını yasak etti) diye ilan ettirdiğini duydum. Hepimiz mütadan vazgeçtik.”
Resulullah, hayatta iken, mütayı yasak ettiğini, Eshab-ı kiram, icma ile bildirmektedir. İcma, âyeti ve hadisi değiştirmez, âyetin ve hadisin değiştirildiğini haber verir.

Cabir bin Zeyd diyor ki: Abdullah İbni Abbas da, ölmeden önce, mütanın yasak edildiğini söyledi. Böylece, icma hasıl oldu. İmam-ı Malik, Muvatta’da Hazret-i Ali’nin bildirdiği hadis-i şerifi yazmaktadır. Hazret-i Ali buyurdu ki: (Hayber kalesini aldığımız gün Resulullah eşek eti ile mütayı yasak etti.) [İnaye s. 231]

İbni Mace’nin bildirdiği hadis-i şerifte, Hazret-i Ömer’in, (Fahr-i alem mütayı, üç kere helal, üç kere de haram etti. Vallahi, evli birinin, müta yaptığını işitirsem, onu recm eder, İslamiyet’in emrini yerine getiririm) demesi, mütayı Hazret-i Ömer’in yasak ettiğini değil, Resulullahın yasak ettiğini, Onun yasakladığı şeyi yaptırmayacağını gösteriyor. Eshab-ı kiramın hepsi, halifenin bu sözünü destekledi. İbni Abbas hariç, hiç kimse tarafından itiraz olunmaması da, bunun önceden yasak edilmiş olduğunu herkesin bildiğini göstermektedir. Hazret-i Ali, Abdullah ibni Abbas’a, (Sen yanılıyorsun, Fahr-i alem, mütayı yasak etti) dedi. İmam-ı Ali’nin bu sözü üzerine, İbni Abbas da, sözünden dönmüş, mütanın sonradan haram edildiğini söylemiştir. (Buhari)

Müta ve muvakkat nikah bâtıldır
Büyük hadis âlimi, Süleyman bin Ahmed Taberani ve Süleyman bin Davud Tayalisi buyuruyor ki:
Said bin Cübeyr bildiriyor: Abdullah ibni Abbas’a dedim ki:
(Ben, hiçbir zaman, mütaya helal diyemem. Siz de, helal dememeli idiniz. Çünkü, böyle demekte ne gibi zararlar doğacağını biliyor musunuz? Sizin böyle, caiz demeniz, her yere yayılır da, herkes, bu sözünüzü, müta helal imiş diye, vesika olarak kullanabilir.)

Abdullah ibni Abbas şöyle cevap verdi:
(Bu sözümle, mütanın, her zaman herkese helal olacağını bildirmek istemedim. Ancak, zaruret olunca, zararı gidermek için caiz olur, dedim. Allahü teâlâ, zaruret olunca, zararı giderecek kadar leş, kan, domuz eti yemeye izin verdiği kadar, mütanın da caiz olacağını düşünerek söyledim.)

Demek ki, icma hasıl olmadan önce Abdullah ibni Abbas da, müta her zaman, herkese caizdir dememiş, her haram olan şeyler gibi, zaruret olursa, zararı giderecek kadar caiz olur demiştir. Hadis âlimi İmam-ı Beyheki, Abdullah ibni Abbas’ın daha sonra bu sözden döndüğünü açıkça bildirmektedir.

Abdullah ibni Abbas buyurdu ki:
Müta önce helal idi. Fakat, Nisa suresinin, (Ananız, bacınız, kızınız ...... size haramdır) mealindeki 23. âyeti geldikten sonra, haram edildi. (Taberani, Beyheki)

Müminun suresinin (Müminler, zevcelerinden ve cariyelerinden başka olan kadınlardan sakınırlar) mealindeki 6. âyeti, mütanın haram edildiğini açıkça gösteriyor. Çünkü, bu âyetten yalnız zevcelerin ve cariyelerin helal olup, başkalarının haram olduğu pek açıktır. Kendisine zevce de, cariye de denilemeyen, müta yapılmış bir kadınla buluşmanın helal olduğunu iddia etmek, Kur’an-ı kerimin açık olan emrine karşı durmak olur. Mütacı kadın bir erkeğe vâris olmaz. Bu kadının, bu erkekten olan çocuğu da, bu adama vâris olmaz. Öyle ise, bu kadın zevce değil, cariye de değildir. Resulullah efendimiz Eshab-ı kirama buyurdu ki:
(Ey Müslümanlar, müta nikahına izin vermiştim. Fakat, şimdi bunu, Allah haram etti. Kimin yanında böyle kadın varsa, bıraksın ve ona verdiği malı geri almasın!) [Müslim, İbni Mace]

Mütanın haram olduğunu, Hazret-i Ali başta olmak üzere, birçok Sahabi bildirmiştir. Hazret-i Ali, Abdullah ibni Abbas’a buyurdu ki: Resulullah, Hayber gazasında, müta ile eşek etini yasak etti. (Buhari)

Yine Buhari ve Müslim’deki hadis-i şerifte Resulullahın, mütayı üç kere helal, sonra, üç kere de haram ettiği bildirilmektedir. Müta dört mezhepte de bâtıldır. (Mizan-ül-kübra)

İki hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Kadınları muvakkat [geçici] nikahlanmak haramdır. Allah’a, haramları helal sayandan daha düşman bir kimse yoktur.) [İbni Kani’]

(Muta nikâhı haramdır.) [Buhari, Müslim, Tirmizi]

Mütacı İbni Sebeciler: (Her şey aslında mubahtır. Yasak olmaları için âyet veya hadis gerekir) diyerek mütanın mubah olduğunu söylüyorlar. Bu sözün nikah ile ilişiği yoktur. İlme [dine] uymayan bir safsatadır. Çünkü Bekara suresinin, (Allah, yeryüzündeki her şeyi sizin için yarattı) mealindeki 29. âyeti, yiyecek, içecek ve giyecek maddelerinin hepsi helal olup, ancak âyet-i kerime veya hadis-i şerif ile istisna edilenler haram olur. İnsanların nefslerine ve ırzlarına dokunmanın haram olduğunu bu âyet göstermektedir. Ancak, istisna edilenler haramlıktan kurtulup helal olur ki, bu da, sahih nikah ile almaktır. (Elmalılı tefsiri s. 1328)

Sual: İbni Sebeci, Kur'an ve sünnete göre diyerek yazdığı bir kitapta, müt’a nikâhıyla yapılan ilişkiye helâl diyor. Ekteki bu kitabın Ehl-i sünnete göre yanlışları nelerdir?
CEVAP
Ehl-i sünnete göre, kitabın tamamı yanlıştır. Önce kısa bilgiden sonra yalanlarına cevap verelim.

Müt'a nikâhı, şahitsiz olarak bir kadına belli para verip, belli zaman için faydalanmaktır. Genelevdeki kadına para verip zina etmekten hiç farkı yoktur. Müt'a nikâhının haram olduğunda bütün Ehl-i sünnet âlimlerinin sözbirliği bulunduğu, Mizan-ül-kübra’da ve İbni Âbidin’de yazılıdır.

Abdullah ibni Abbas hazretleri buyuruyor ki:
Müt'a nikâhı caiz iken, Nisa sûresinin, (Analarınız; kızlarınız, bacılarınız, halalarınız, teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları, bacılarınızın kızları, sizi emziren sütanalarınız, sütkardeşleriniz, karılarınızın anneleri, öz oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada alarak evlenmek, size haram kılındı) mealindeki 23. âyeti geldikten sonra, Resulullah müt’anın haram olduğunu bildirdi. Müminun sûresinin, (Ancak zevceleriniz ve sahip olduğunuz cariyeleriniz helâldir) mealindeki 6. âyet-i kerimesi, tevile imkân bırakmayacak şekilde müt’anın haram edildiğini açıkladı. Çünkü bu âyet, yalnız zevcelere ve cariyelere helâl, başkalarına haram demektedir. (Taberânî, Beyhekî)

Müt'a nikâhının haram olduğunu, başta Hazret-i Ali olmak üzere, birçok Eshab-ı kiramın bildirdiği hadis-i şerif şöyledir:
Hazret-i Ali, Abdullah ibni Abbas’a, Resulullah’ın "sallallahü aleyhi ve sellem" Hayber gazasında, müt'a nikâhını ve eşek eti yemesini yasak ettiği bildirdi. (Buhârî)

Başka bir hadis-i şerif de şöyledir:
(Ey Müslümanlar! Müt'a nikâhına izin vermiştim. Şimdi bunu, Allahü teâlâ haram etti!) [Müslim, İbni Mâce]

Bütün tefsirlerde ve fıkıh kitaplarında buyuruluyor ki:
Nisa sûresinin, (İstimta' ettiğiniz kadınların ücretini verin) mealindeki 24 âyeti, nikâhtaki mehir parasını vermek içindir, müt'a nikâhı için değildir.

Mesela Beydâvî tefsiri ve bunun hâşiyesi Şeyhzade tefsiri ikinci cilt, 26. sayfada, yukarıdaki âyetin tefsirinde, (Bu âyet-i kerime, sahih olan nikâhı bildirmekte, mehir parasını emretmekte, müt'adan ise bahsetmemektedir) buyuruluyor.

Bu kadar bilgiden sonra, Hazret-i Ömer’e dil uzatan İbni Sebecinin kitabına cevap verelim:
Müt’acı, Kur’an ve Sünnete göre diye yazdığı kitabında, Ehl-i sünnetin dört hak mezhebine, Eshab-ı kirama ve İslam’ın iki göz bebeğinden biri olan Hazret-i Ömer’e kinli boğa gibi saldırmakta, müt’a zinasını hararetle savunmaktadır. Hazret-i Ömer’in, Resulullah’ın yasakladığını bildirmesine ateş püskürüyor, (Bunu bizzat Ömer yasakladı) diyor. Hazret-i Ömer ile Ehl-i sünnetin bunda ne menfaatleri vardır ki suçlanıyor? Hani dünya menfaati olsa, (Çıkarını düşündü) diye iftira edilebilir. Ama zinayı yasaklamasında Ehl-i sünnetin maddî ne yararı var ki? Sonra Hazret-i Ömer veya Ehl-i sünnet niye mubah olan bir şeyi yasaklasın ki? Bu, nakle olduğu gibi akla da aykırıdır. Bu iftira, sırf Ehl-i sünnete olan düşmanlıktan kaynaklanmaktadır.
Fırıldak döndürerek, Ehl-i sünnete çatar,
Meşru sayar müt’a’yı, pislik içine batar.


Müt’acı, (Ehl-i sünnetin anladığı müt’a bizimkinden farklıdır. Bu farklardan dolayı caizdir) diyerek, madde madde şöyle bildiriyor:
1- (Müt’ada tarafların rızası şarttır) diyor.
CEVAP
Rızanın şart olması, müt’anın caiz olmasını göstermez ki. Zinada da karşılıklı rıza var. Müt’a zinasını savunmak için rıza şartını bulmuş.

2- (Biri teklif edecek öteki de kabul edecek) diyor.
CEVAP
Sanki bu zinada yok mu? İcab ve kabulün bulunması müt’ayı meşru kılmaz. Müt’a zinasını savunmak için teklif şartı çıkarmış. Zina eden, (Gel şu işi yapalım) edelim demiyor mu?

3- (Anne bacı gibi yakını olmamalı) diyor.
CEVAP
Zina eden, anne bacı gibi yakınıyla değil de yabancılarla zina etmiyor mu? Bu da, müt’anın meşru olduğunu göstermez. Müt’a zinasını savunmak için, (Ana bacı gibi yakın olmamalı, yabancı olmalı) şartını bulmuş. Yabancıyla olunca nasıl caiz olur?

4- (Müslüman veya kitap ehli kadın olmalı) diyor.
CEVAP
Zina eden için de, Müslüman olmuş, Hristiyan olmuş fark etmez. Kim bu işe razı ise onu tercih eder. Bu hüküm müt’anın meşru olmasına delil olamaz.

5- (Ücret ve süre belli olmalı) diyor.
CEVAP
Genelevde de, ücret ve süre bellidir. Ücret ve sürenin belli olması müt’ayı meşru kılamaz.

6- (İlişkiden sonra kadın ücreti hak eder) diyor.
CEVAP
Genelevde de böyle değil mi? Ücreti hak etmek, zinayı da, müt’ayı da meşru kılmaz.

7- (Vaty [ilişki] olmaması gibi şart konabilir) diyor.
CEVAP
Böyle bir şart koymakla müt’a meşru olmaz. Genelevde de kadına (Seninle yatarsam para veririm) denirse zina meşru mu olur?

8- (Şahit şart değildir) diyor.
CEVAP
Zinada da şahit olmaz. Zaten kimse görmesin diye gizli yapılır. Şahitsiz gizli yapılınca zina da, müt’a da meşru olmaz.

Hemen dip not inerek, Mâlikîlerde şahitsiz nikâh caiz diyor. Bektaşi gibi devamını söylemiyor. Ama Mâlikîlerde velinin izniyle birlikte ilan da şarttır, yani (Falanca ile filanca evlenmiştir) diye herkese duyurmak şart. Müt’ada olduğu gibi iş bitince çekip gitmez. Şahitsiz olması meşru olmasını gerektirmez. Aksine müt’a tam zinaya benzemektedir. Kimse görmeden bu işi hâlletmeye çalışmak olur.

9- (Müt’ada kendi rızaları yeterlidir) diyor.
CEVAP
Tarafların razı olmaları müt’ayı nasıl mubah kılar ki? Zinada da, kumarda da iki tarafın rızası olur. Tarafların rızası değil, Allah’ın rızası şarttır. Bu maddenin de ciddi olmadığı meydanda.

10- (Bir kusur için müt’aya son verilebilir) diyor.
CEVAP
Zina edecek kimse de, fahişede AIDS, frengi gibi bir hastalık tespit ederse veya başka bir mazeret çıkarsa, onunla zina etmez. O kişinin herhangi bir sebepten dolayı ilişkiden kaçınması zinayı ve müt’ayı nasıl meşru kılar ki?

11- (Müt’ada boşama yoktur) diyor.
CEVAP
Zinada da böyledir. Ortada nikâh yok ki boşama olsun. Zinadaki gibi boşamadan çekip gidince, müt’a nasıl caiz olur? Bu maddenin de ciddi olmadığı anlaşıldı.

12- (Müt’ada miras yoktur) diyor.
CEVAP
Yani müt’acı, kiralık kadınla birlikte iken kalbden ölse, kadın mirasa konamaz. Zinada da miras yoktur. Miras ancak normal nikâhta geçerlidir. Bu madde de diğerleri gibi hep kendi aleyhine oluyor. Sanki zina olduğunu kendi ispatlamaya çalışıyor. İspata gerek yok, zina olduğu pek açıktır.

13- (Müt’ada neseb hükümleri vardır) diyor.
CEVAP
Bu tamamen yalandır. Hiçbir kaynağı yoktur. Denize düşen yılana sarılır, Müt’acı da her çeşit yalana sarılıyor:
Denize düşen kişi, bir yılana sarılır,
Sebeci müt’a için, her yalana sarılır.


Müt’a yapan, ya işi bitince veya akşam kadınla beraber olur, sabah çekip gider. Ertesi gün bir başkası gelip o kadınla birlikte olur. Yani bir kadın bir ayda 30 erkekle müt’a yapabilir. O zaman bir çocuk olsa, bu 30 erkekten hangisinden olduğu nasıl bilinecek de miras sahibi olacaktır? Müt’acı acaba (DNA testi yaptırırlar) mı diyecektir? Çocuğun kimden olduğu tespit edilse de zina caiz olmaz. Diyelim ki kadın gözetim altına alındı, kimse ile müt’a yaptırılmadı, birkaç ay sonra gebeliği meydana çıktı. Çocuğun nesebi de böylece tespit edildi. Şimdi bu müt’a caiz mi olur?

Böyle oyunlarla, yalanlarla müt’a zinasının meşru olduğu ispata çalışılmaktadır.

14- (Müt’ada iddet vardır) diyor.
CEVAP
Hiçbir kaynakta iddet yoktur. Kendisi de uydurma olsun bir kaynak yazmamıştır. Çünkü bir kadın, müt’adan sonra başkası ile müt’a yapabiliyor, zaman sınırı yok. İddet nereden çıkıyor ki? Müt’ayı meşru sayabilmek için uydurulmuş koskoca bir yalan.

15- (Müt’a hükümlerini tarafların bilmesi gerekir, aksi takdirde onlara izin verilmez) diyor.
CEVAP
Müt’a şahitsiz yapılıyor, kimden izin alacaklar ki? Sanki Ehl-i sünnet müt’ayı bundan farklı biliyormuş. Bu şekilde olan müt’a zinadır. Resulullah haram etmiş, Hazret-i Ömer de bunu çok kimse bildiği için, Resulullah’ın emrine uygun olarak yasaklamıştır. Böylece icma hâsıl olmuştur. Zaten kendisi de, İmamiyye dışında bütün fukahanın icma’ı olduğunu bildirmektedir.

Ehl-i sünnetin dört mezhebi yani bütün âlimler, (Müt’aya önce izin verildi sonra haram edildi) buyuruyorlar. Müt’acı, Ehl-i sünnetin icma’ına ateş püskürerek diyor ki:

16- (İcma var demek, korkunç ve dehşet verici bir itirazdır. Bu itirazı yapanlar, Allah ve Resulünün bir zamanlar zinaya izin verdiğini mi söylemek istiyorlar?)
CEVAP
Müt’acı, bir zamanlardan ya hiç haberi yok, ya da kasten gizlemektedir. Bir zamanlar içki içilmiyor muydu, faiz alınıp verilmiyor muydu, açık saçık gezilmiyor muydu? Bunlar yasaklandıktan sonra artık vazgeçilmedi mi? Önceki hâlleri için, Allah bir zamanlar içkiye, faize, çıplak gezmeye izin verdi mi denir? İçki ve kumar hakkında iki âyet meali:
(İçki ve kumarı soranlara de ki: ”İkisinde hem büyük günah ve hem insanlara bazı faydalar vardır. Günahları faydasından daha büyüktür.) [Bekara 219]

(Şeytan içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçin!) [Maide 91]

İçki ve kumar haram edilmeden önce, günah değildi, öyle değil mi? Faiz de öyle değil miydi? Bir âyet meali:
(Allah, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra Rabbinden gelen öğüde uyup da, faizden vazgeçenin geçmişteki günahları affedilir, yediği faizler geri alınmaz. Helâl diyerek tekrar faize dönenler ise, Cehennemliktir ve orada ebedi kalırlar.) [Bekara 275]

Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Hükümsüz kıldığım ilk faiz, amcam Abbas’ın faizidir. Faizlerin hepsi hükümsüzdür.) [Müslim]

Faiz haram edilmeden önce, Hazret-i Abbas haram işliyordu diyebilir misin?

Kız kardeşle evlenmek caiz midir? Elbette caiz değildir. Peki, Allah ve Onun resulü Âdem aleyhisselam, bunu emrettiği zaman zinaya mı izin verildi? Hüküm Allah’ındır. Bugün haram eder, ertesi gün helâl eder, bugün helâl ettiğini yarın haram eder. Buna hangi mezhepsiz karışabilir ki?

İç yağı Yahudilere haram idi. Sonra helâl etti. Yani Allah dilediğini yaptı. O helâl dediği zaman helâldir, haram dediği zaman haramdır. Müt’ayı da, daha önce mubah etti, sonra haram etti. Daha öncekine zina demeye kimin hakkı var ki? Allah’ın emrini bildirmek niye korkunç ve dehşet verici bir itiraz olsun ki? Ehl-i sünnet âlimleri hiç dine aykırı bir şey yaparlar mı?

17- (Aklı başında olan hiç kimse müt’ayı reddetmez) diyor.
CEVAP
Demek ki bütün Ehl-i sünnet âlimleri, dört hak mezhep mensuplarının aklı başında değil öyle mi? Müt’acının aklı başındadır, kasten zinayı meşrulaştırmak için bunu yapıyor. Zinadan uzak durmak isteyenleri de (Aklı başında değil) diye suçluyor.

18- (Ehl-i sünnetin ileri sürdüğü itirazların hepsi boş ve çürüktür) diyor.
CEVAP
Demek müt’acı, aynaya bakarak konuşuyor. Ehl-i sünnetin bildirdiği âyet ve hadislere boş çürük diyebilmek için mutlaka müt’a sarhoşu olması gerekir! Yoksa namuslu bir ilim adamı milyonlarca Ehl-i sünnet âlimine böyle çirkin ifadeler kullanamaz.

Bir kadın, gayrimüslim bir erkekle evlenmek istese, nikâhın bütün şartları mevcut olsa, yine bu nikâh caiz olmaz. Yani Müslüman kadın gayrimüslimle evlenemez. Bunun gibi şartlarının bazıları tutsa bile, müt’anın caiz olduğunu göstermez.

19- (Biz ahlaksız fahişe kadınlarla müt’a yapmayı hoş karşılamayız) diyor.
CEVAP
Yani uygun ama hoş karşılanmıyormuş. Bununla müt’anın mubah olduğu mu anlatılmak isteniyor? Hem saatliğine veya günlüğüne müt’a yapan, mesela 30 günde en az 30 ayrı müt’acı ile birlikte olan kadın, nasıl ahlaklı olur? Namuslu bir kadın bile, böyle bir yolla fahişe olmaz mı?

20- (Hanefilerden Kaşani’nin, bu âyet müt’ayı bildiriyorsa mensuh sayılır demesi, İslâmî hassasiyetin (!) ifadesidir) diyor.
CEVAP
(!) işareti dalga geçmeyi gösterir. Yani İslâmî hassasiyeti yok, aman ne de hassasiyet demektir. (Bedayı-us-sanayii) gibi muhteşem bir eser sahibi büyük bir âlim ile böyle dalga geçmek ancak İbni Sebecilere has çirkin bir taktiktir.

21- (Hazret-i Cabir, “Müt’a helâl idi, fakat sonra Ömer bunu bize yasakladı. O yüzden bir daha yapamadık dedi) diyor.
CEVAP
Müt’acı, (Bize yasakladı) dedirirken sanki Hazret-i Ömer’in kendisine serbest idi intibaını vermeye çalışıyor. Bir kere Hazret-i Ömer mubah olan şeyi nasıl yasaklar ki? Diyelim ki yasak etti. Kur’an-ı kerimde (Kâfirlere karşı şiddetli ve birbirlerine karşı merhametli), (ve küllen vaadallahü hüsna) buyurulan yani (Hepsi için Hüsna [Cennet] söz verilen) Eshab-ı kiram, hâşâ odun muydu, robot muydu, dilsiz şeytan mıydı, niye sustular? Hazret-i Ali hilafete geçince niye müt’ayı serbest bırakmadı? Hazret-i Ömer mezardan çıkacak diye korkuyor muydu yoksa? Hâşâ Hazret-i Ali korkak biri mi idi? Bu ne rezalet?

Hazret-i Cabir, (Bize yasakladı, biz de yapmadık) demiş. Hazret-i Cabir, o kadar korkak mıydı? (Sen bize Allah ve resulünün helâl kıldığı şeyi nasıl yasaklıyorsun?) diyemedi mi? Hem Hazret-i Ömer Allah’ın emrettiği bir şeyi niye yasaklayacak ki? Bunda ne menfaati olacak ki? Âyetle ve hadislerle Cennetlik olduğu bildirilen Hazret-i Ömer’e bu ne çirkin iftira böyle? Biz de yapmadık ifadesinden, haram olduğunu biz de anladık artık bu işten elimizi çektik demektir. Başkaları hâşâ müt’a yapıyordu da, Hazret-i Cabir niye yapamadı? Demek ki haram olduğunu bildiren âyet ve hadisleri duydu ki artık yapmadık diyor. Hâşâ Hazret-i Ömer’den bütün Eshab korkuyordu diyelim, onun Sebeci, bir Yahudi tarafından şehid edilmesinden sonra niye serbest edilmedi? İmam-ı a’zamlar, imam-ı Şâfiîler, imam-ı Mâlikler, imam-ı Ahmed bin Hanbeller de mi korktu? Onlar niye haram dediler?

Ey Müt’acı, çaldığın minareye kılıf arama! Kılıfların hep böyle geçersizdir.

22- (Müt’anın ravisi Mutarrif, Ehl-i sünnete göre, Buhârî ve Müslim’in ortak ravilerinden çok itimat edilen kimse ise de, bizce o sabıkalı bir ravidir. Zira İmam-ı Ali’ye nefret dolu olduğu biliniyor. Allah’ın resulü de Ali’ye yalnız münafıkların buğzedeceğini haber veriyor. Resulullah’ın münafık dediği kimsenin rivayetine değer verilir mi?) diyor.
CEVAP
Burada müthiş iftiralar yapılıyor. Hâşâ Ehl-i sünnetin iki büyük imamı İmam-ı Buhârî ve İmam-ı Müslim, bir münafığın rivayetini esas alıyorlarmış. Ehl-i sünnete göre bu münafık çok itimat edilen kimse imiş. Bu ne çirkin iftira böyle? Hazret-i Ali’ye nefret duyduğu ifadesi ne büyük yalan? Farklı ictihadlar kin ve nefret mi? Hazret-i Ali ile savaşan Eshab-ı kiram için, nefret dolu idi mi demek lazım? Zaten İbni Sebecilere göre Eshab-ı kiramın beşi hariç, hepsi mürteddir, münafıktır! Çünkü Hazret-i Ali’yi halife seçmediler, hâşâ ona kin ve nefret duydular. Ama Allahü teâlâ, Eshab-ı kiram için ne buyuruyor?
(Onlar birbirine karşı çok merhametli.) [Feth 29]

(Onlardan razıyım, onlara Cenneti hazırladım.) [Tevbe 100]

(Ve küllen vaadallahü hüsna [Hepsi için Hüsnayı [Cenneti] söz verdim]) [Hadid 10]

Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramı böyle överken, Sebeci hâşâ Allahü teâlâyı yalanlayıp (Onlar münafıktı) diyor.

Eshab-ı kiramın hepsi Cennetlik, ama Hazret-i Ömer, Ebu Bekri Sıddık hariç, hepsinden daha üstündür. Âyet ve hadislerle övülen en güzide bir sahabidir. Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Mekke’nin fethinden önce Allah için mal veren ve savaşanlar, fetihten sonra mal veren ve savaşanlardan daha üstündür.) [Hadid 10] (Hazret-i Ömer, fetihten önceki Eshab-ı kiramdandır.)

(Muhacirlerin ve Ensarın önce gelenlerinden ve bunların yolunda gidenlerden Allah razıdır. Bunlar Cennette sonsuz kalırlar.) [Tevbe 100] (Hazret-i Ömer, bu muhacirlerin başta gelenlerindendir.)

(Ağaç altında, söz veren müminlerden, Allah razıdır.) [Fetih 18] (Hazret-i Ömer söz verenlerdendir.)

İki hadis-i şerif şöyledir:
(Allahü teâlâ bana söz verdi ki, kızlarını aldığım ve kızlarımı verdiğim aileler, Cennette benimle beraber olacaktır.) [Deylemî] (Resulullah, Hazret-i Ömer’in kızı Hazret-i Hafsa ile evlendi)

(Benden sonra Peygamber gelseydi, Ömer Peygamber olurdu.) [Tirmizî]

23- (Hazret-i Ali, “Ömer müt’ayı yasak etmeseydi, pek az kişi zina ederdi” demiştir) diyor.
CEVAP
Kesinlikle aslı olmayan uydurma bir sözdür. Hâşâ Hazret-i Ali, iktidara geçince, insanların zina etmeye devam etmesini mi istedi de müt’a zinasını serbest bırakmadı? Hazret-i Ali’ye bu iftirayı yapanlar, (Hazret-i Ali halife olunca, gücü yeterken müt’ayı serbest bırakmamakla zinayı teşvik etti) demek istiyorlar. (Hazret-i Ömer’in vefatından sonra kendisi halife iken, müt’anın meşru olduğunu niye ilan edip herkese duyurmadı?) diyorlar. Duyurdu da Ehl-i sünnet hâşâ Hazret-i Ali’ye düşman olduğu için, (Sakın serbest etme biz müt’a yapmayız) mı dediler? Bunun Rafızi yalanı olduğu her yönü ile bellidir.

Hazret-i Ali’nin kimden korkusu vardı da, iktidar elinde iken müt’ayı serbest bırakmadı? Elbette Resulullah'ın emrine uyduğu için serbest bırakmadı. (Müt’ayı Ömer yasakladı) diyenler, Hazret-i Ali’ye dil uzatmış oluyorlar. Müt’a dinin emriyse, Hazret-i Ali niye uygulamadı? Dinimiz yasaklamışsa Hazret-i Ömer niye suçlanıyor?

24- (Ehl-i sünnete göre, İmam-ı Ali, İbni Abbas’ı müt’aya cevaz verdiği için ikaz ediyor ve Hayber hadisini okuyor. Hâlbuki İbni Abbas, ömür boyu müt’aya cevaz veren seçkin bir sahabidir) diyor.
CEVAP
Hazret-i Ali, İbni Abbas’ı ikaz ediyor, (Evet Resulullah daha önce müt’aya cevaz vermişse de, sonra bunu haram kıldı) buyuruyor. İbni Abbas hazretleri, onun bildirdiği bir hadise niye karşı çıkacak ki?

İkincisi seçkin olmayan Sahâbî var mı? Allahü teâlâ, (Hepsi Cennetliktir) buyurmuyor mu? Cennetlik olmak seçkin olmak değil mi? İbni Abbas hazretleri seçkin de, Hazret-i Ömer seçkin değil mi? Dört halife seçkin değil mi?

Ehl-i sünnet kitaplarında bildiriliyor ki: İbni Abbas hazretleri, daha sonra gerçeği öğrenince görüşünden vazgeçiyor. Bu, her Müslümanın yapacağı bir iştir.

Rafızi görüşlerini esas alıp da, Ehl-i sünnetinkileri yok saymak Sebecilere mahsus bir Yahudi taktiğidir.

25- (Hayber hadisini nakleden ez-Zühri, Ehl-i sünnete göre, sika, sağlam bir hadis hafızı, rivayetlerine güvenilen biri ise de, biz o görüşte değiliz) diyor.
CEVAP
Bu iftirasına da, İbni ebil Hadid gibi Rafızi’yi de senet gösteriyor. Sebecilerin o görüşte olmaları ne yazar ki? Zaten biz onların görüşünde olsa idik, biz de Sebeci, Rafızi olurduk. Biz Resulullah’ın sünnetine uyan, Ehl-i sünnetiz. Resulullah’ın sünnetine tâbiyiz.

Hristiyanların Hazret-i İsa’yı seviyoruz diyerek Resulullah’ı inkâr etmeleri nasıl bâtıl ise, Hazret-i Ali’yi seviyoruz diyerek Eshab-ı kirama kin beslemek de bâtıl bir yoldur. İbni Sebecilerin Hazret-i Ali’yi seviyoruz demeleri, Hristiyanların Hazret-i İsa’yı seviyoruz demesine benzer. Taşkınca severek, Ona, ilah diye tapınıyorlar. Hâlbuki Hazret-i İsa böyle sevgi istemiyor. Hariciler Hazret-i Ali’ye düşmanlık etti, Rafizîler de onu aşırı sevdi. İmam-ı Ahmed İbni Hanbel, imam-ı Ali’den şu hadis-i şerifi haber veriyor: Resulullah buyurdu ki:
(Ya Ali, sen İsa gibisin! Yahudiler, Ona düşman oldu. Mübarek annesine iftira ettiler. Hristiyanlar da, Onu aşırı yükselttiler. Ona yakışan dereceden daha yukarı çıkardılar. Allah’ın oğlu dediler.) [İ. Ahmed]

Hazret-i Ali bu hadis-i şerifi haber verdikten sonra, (Benim yüzümden iki türlü insanlar helak oldu. Biri, beni aşırı severek, bende olmayan şeyleri bana takarlar. Ötekiler de, bana düşman olup, birçok iftira yaparlar) buyurdu. Bu hadis-i şerif, haricileri, Yahudilere, Eshab-ı kirama düşmanlık eden Rafızileri de Hristiyanlara benzetmektedir.

26- (El- Cessas gibisi uydurmaya dayandığı için cidden ayıp etmiştir) diyor.
CEVAP
Ebu Bekr Râzî el-Cessâs sözü dinde senet bir âlimdir. Müt’acı gibi söylemediği için ayıp ediyor demek ki. Dört mezhebin bütün âlimleri, müt’a zinasına hayır dedikleri için hepsi ayıp ediyorlar. Ayıp etmeyen tek Ehl-i sünnet âlimi yokmuş. Ne günlere kaldık yâ Rabbî, “yarım saatliğine kadın kiralayanlar” ayıp etmiyor da, Ehl-i sünnet âlimleri ayıp ediyormuş!

27- (İbni Hacer Askalânî bile büyük bir bunalım ve zorlama içindedir) diyor.
CEVAP
Müt’acıya göre, Ehl-i sünnet âlimleri içinde hiçbir tane insaflı, bunalım içinde olmayan, zorlama içine girmeyen kimse yoktur. Varsa söylesin. Çünkü hepsi müt’a zinasına karşıdır. Müt’a zinasına karşı olan herkes hasta veya bunalım içindeymiş.

28- Zeydiye’den mezhepsiz Şevkânî’yi delil gösterip, (Önce insafa geliyor, akıl mantık çerçevesinde düşünüyor. Ancak bir de bakıyor ki, asırlardır kendine öğretilenlerle çelişecek. Hemen toparlanıyor. Gözünü kırpmadan gerçekleri inkâr ediyor. Taassup işte böyledir) diyor.
CEVAP
Gerçekleri inkâr edene ve İbni Hacer Askalânî hazretlerine iftira edene yazıklar olsun. Bu büyük zat, Müt’acı mı da gerçekleri inkâr etsin? Sebecilere göre gerçekleri inkâr etmeyen tek Ehl-i sünnet âlimi yoktur. Çünkü hepsi müt’a denilen zinaya haram demiştir. Öyle ise onların insafı yoktur, gerçekleri inkâr ediyorlar. Vehhâbîler, mezhepsizler Ehl-i sünnet âlimlerine taassup ehli diye saldırıyorlar. Müt’acılar da aynı iftirayı yapıyorlar.

29- (Doğuştan gelen bu duygu, cinsel arzu, şöyle ya da böyle [helâl veya haram yoldan] mutlaka karşılanacaktır) diyor.
CEVAP
Aynı cümleyi yiyip içmek için de kullanmak gerekir: Doğuştan gelen bu duygu, yiyip içme arzusu, şöyle ya da böyle [helâl veya haram yoldan] mutlaka karşılanacaktır. Helâl yol dururken bu ihtiyaçları niye haram yoldan karşılanması savunulur ki? Peygamber efendimiz, "sallallahü aleyhi ve sellem" buyuruyor ki:
(Nikâh, sünnetimdir. Sünnetimi yapmayan benden değildir. Evlenin. Zira ben, sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar ederim. Gücü yeten evlensin. Evlenemeyen oruç tutsun. Zira oruç bir enemedir.) [İbni Mâce]

Resulullah'ın bu sözünü diline dolayarak, (Genç delikanlının cinsel duyguları bastırıyorsa bunu, oruç tutmakla avutamazsınız) diyor.
CEVAP
Önlenmesi zor bile demiyor, (Oruç tutmakla avutamazsınız) demekle, Resulullah ile alay etmiş oluyor. Gençleri avutmuyor, müt’a zinasını teşvik ediyor.

30- Akli delilleri sıralıyor, (Kadınlar erkeklere göre daha çok fazladır. Bir kadını ömür boyu kumalığa mahkûm edemezsin) diyor.
CEVAP
Kumalık dine aykırı mı? Resulullah niye kuma olacak hanımlarla niye evlendi? Hâşâ hangi kadınla müt’a yaptı? Müt’acı, (Kadın nikâhla evlenip kuma olmak yerine müt’ayı tercih etsin) diyor. Bazı ülkelerde, zina serbestmiş, fakat dînî nikâhla evlenmek yasakmış. O ülkeler demek Sebeciliği uyguluyorlar.

31- (Müt’aya haram diyenlerin başında Ehl-i sünnet gelir. Tamamı bu görüştedir. Mutezile ile Zeydiye ve Zahiriler de aynı görüşü paylaşıyor) diyor.
CEVAP
Bid’at fırkalarının görüşleri dinde senet olmaz. Kim ne derse desin. Ehl-i sünnet, haram diyorsa, elbette haramdır.

32- (Müt’ada talak, miras yok diyen Ehl-i sünnet demagoji yapıyor. Müslümanla evlenen gayrimüslim kadın da miras alamaz) diyerek müt’aya meşruluk arıyor.
CEVAP
Dinimiz, kitap ehli kadınla evlenmeye izin veriyor, ama miras alamaz diyor. Bu ayrı bir hüküm, istisnai bir durumdur. Müslüman kadının namaz kılma zorunluluğu vardır, içki içemez. Ama Müslüman erkekle evli Hristiyan kadın, namaz kılmaz, içki de içer, domuz da yer, kiliseye de gider. Bunlar ayrı bir hükümdür. Hristiyan kadın, içki içtiği, domuz yediği için bunların caiz olması gerekmez ki. Gayrimüslim kadın miras alamaz, ama Müslüman kocasından olan çocuğu miras alır. Müt’a caiz iken bile, müt’acıdan doğan çocuğu da miras alamazdı.

33- (Müt’ada boşama yok) diyor.
CEVAP
Müt’ada nikâh olmadığı için boşama elbette yoktur. Ama kiralama var. Kira süresi sona erince kendiliğinden ayrılırlar. Hâlbuki nikâhta boşama vardır. İşte bir âyet-i kerime meali:
(Kadınları boşayacağınızda, iddetlerini gözeterek boşayın.) [Talak 1]

Boşama olmayınca nikâh da yoktur, iddet yoktur. Çünkü müt’a meşru değildir, zinadır.

34- (Hazret-i Âişe’nin müt’anın caiz olmadığını söyleyip, ardından, Müminun sûresinin “Müminler, zevcelerinden ve cariyelerinden başka olan kadınlardan sakınırlar” mealindeki 6. âyeti okuduğu rivayeti de suludur. Böylece onu Allah’a ve Resulüne iftiracı veya ne dediğini bilmez konumuna iteceksiniz. Yahut bu rivayetin uydurma olduğunu söyleyip duvara çarpacaksınız) diyor.
CEVAP
Şu argolu ifade ne kadar çirkindir! Müt’acı, Ehl-i sünnet âlimlerinin nakillerine “sulu” tâbirini kullanıyor, (Duvara çarpılacak) rivayet diyor. Bütün Ehl-i sünnet âlimleri yalan, iftira, uydurma nakiller yapıyor, sadece müt’acılar doğru söylüyormuş! Hakkı örtmeye çalışanlara, zinayı meşrulaştırmak için kırk dereden su getirenlere yazıklar olsun.

Abdullah ibni Abbas hazretleri buyuruyor ki:
Müt'a nikâhı caiz iken, Nisa sûresinin, (Analarınız; kızlarınız, bacılarınız, halalarınız, teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları, bacılarınızın kızları, sizi emziren sütanalarınız, sütkardeşleriniz, karılarınızın anneleri, öz oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada alarak evlenmek, size haram kılındı) mealindeki 23. âyeti geldikten sonra, Resulullah müt’anın haram olduğunu bildirdi. Müminun sûresinin, (Ancak zevceleriniz ve sahip olduğunuz cariyeleriniz helâldir) mealindeki 6. âyet-i kerimesi, tevile imkân bırakmayacak şekilde müt’anın haram edildiğini açıkladı. Çünkü bu âyet, yalnız zevcelere ve cariyelere helâl, başkalarına haram demektedir. (Taberânî, Beyhekî)

Kendisine zevce de, cariye de denilemeyen, müt’acı [kiralık] bir kadınla buluşmanın helâl olduğunu iddia etmek, Kur’an-ı kerimin açık olan emrine karşı durmak olur. Müt’acı kadın, bir erkeğe vâris olmaz. Bu kadının, bu erkekten olan çocuğu da, bu adama vâris olmaz. Öyle ise, bu kadın zevce değil, cariye de değildir. Bu âyetle de müt’a haram kılınmıştır. (Hucec-i katiyye)

Ehl-i sünnet âlimleri, Resulullah’ın müt’ayı yasakladığını bildiriyor. Biri şöyledir:
Ebra bin Mabed el Cüheni’nin bildirdiğine göre, Mekke’nin fethinden sonra Resulullah buyurdu ki:
(Ey insanlar, müt’aya izin vermiştim, artık Allah, bunu kıyamete kadar haram kıldı.) [İ. Ahmed, Müslim, Dârimî, İbni Mâce, Beyhekî]

Dikkat edin, beş tane hadis âlimi bunu naklediyor, müt’acının kılı bile kıpırdamıyor. Çünkü ona göre, bütün hadis âlimleri, bütün fıkıh âlimleri de nakletse hiç önemi yok, “çal duvara, at çamura” diyor. Ehl-i sünnet olan bütün hadis âlimleri, fıkıh âlimleri, kelam âlimleri, tefsir âlimleri müt’anın haram olduğunda birleşmiş. İcma hâsıl olmuştur.

35- (Ez Zührî’den gelen rivayet asılsız ve gerçek dışıdır) diyor.
CEVAP
Ehl-i sünnet olan herkese bir kulp takmaya çalışıyor. (Hepsi uydurmadır, hepsi asılsızdır) diyor. O zaman ortada Ehl-i sünnette aslı olan, gerçek olan hiçbir şey yok. İmam-ı Zührî hazretleri, Ehl-i sünnetin en güvenilir âlimlerindendir. Ona inanmayan öteki âlimlere nasıl inanır ki?

36- (Ez-Zührî bu konuda hangi rivayetin senedine takılsa yapacağını yapıyor) diyor.
CEVAP
Terbiyesizlik bu kadar olur! İmam-ı Zührî gibi büyük bir İslam âlimine ancak bu kadar dil uzatılabilir. Resulullah'tan gelen bir rivayeti nakletmesine tahammül edemiyor. İslam âlimlerini yalancılıkla suçluyor. Buna hangi Müslüman inanır ki? Müt’acı da zaten inanılsın diye değil, mideleri bulandırmak, beyinleri karıştırmak için her çeşit yalana, iftiraya başvuruyor.

37- (Ez-zühri ve Urve bin Zübeyr, Hazret-i Ali’ye sataşanlardır) diyor.
CEVAP
İmam-ı Zührî tabiinden büyük bir müctehid büyük bir âlimdir. Urve bin Zübeyr, Zübeyr bin Avvam’ın ikinci oğlu, Hazret-i Ebu Bekir’in torunudur. Fukaha-i seba denilen yedi büyük âlimden biridir. Hazret-i Âişe’den çok hadis-i şerif bildirmiştir. Zübeyr bin Avvam, Hazret-i Ali’ye karşı savaşan Hazret-i Âişe validemizin tarafında idi, şehid oldu, aşere-i mübeşşeredendir. Öyle ya ona göre, Hazret-i Ali ile savaşan herkes Hazret-i Ali’nin düşmanıdır. Oğlu da düşman sayılır. Zihniyet bozuk olunca, herkesi kendileri gibi yalancı sanıyor.

38- (Şamlı Sadaqa, zayıf ve rivayetlerine güvenilmez biridir. Ubeydullah’ın kimliğini tespit edemedik, muhtemelen o da Şamlıdır) diyor.
CEVAP
Açıkça görüldüğü gibi, Müt’acı, kimliğini bilmediği biri için bile, (O Şamlı olabilir) diyor. Şam’a diş bilemesinin sebebi, orada, Resulullah’ın kayınbiraderi valilik yaptığı içindir. Müt’acı, Resulullah’ın bütün akrabalarına düşmandır. (Hazret-i Ali hariçtir) demiyoruz, çünkü Rafızilerin, (Peygamberlik kendisine gelmişken, bir kız yüzünden peygamberliği Muhammed'e verdi) dedikleri gibi, Sebeciler de, (Halife olunca, bütün güçler elinde iken, ilk üç halifenin bozduklarını düzeltmedi, asıl Kur’an’ı meydana çıkarmadı, müt’ayı serbest bırakmadı) diye sitem ediyorlar.

39- Ehl-i sünnet tarafından muteber olan hadisler için, (Senet bakımından perişan ve asılsızdır. Bize göre [Sebecilere göre] bunun sorumlusu İsmail bin Ümeyye’dir. İsmail, her ne kadar Ehl-i sünnet hadisçilerinin güvenini kazanmış sika bir râvî ise de, bizce onun Emevî devlet erkânına yakınlığı ile tanınması, ona sabıka olarak yeter de artar bile) diyor.
CEVAP
Emevî devletinde vazife alan herkes sabıkalı oluyor, bir de Şamlı ise yandı keten helva. İbni Sebe’nin Yahudi olması sabıka olarak yetmiyor mu?

40- Başka bir râvî için de, (Bu canavar ruhlu adam bile Ehl-i sünnet hadis hafızlarının sika saydığı, İmam-ı Ahmed bin Hanbel, Müslim, Tirmizî, Nesaî, İbni Mâce’nin hadislerini tahric ettiği bir râvîdir) diyor.
CEVAP
Eğer bu zat, Müt’acının dediği gibi canavar ruhlu biri ise, Ehl-i sünnetin en muteber bildiği hadis âlimleri bunun rivayetine itibar etmezdi. İtibar ettiğine göre, bu zatın öyle biri olmadığı, ona iftira eden Müt’acının, canavar ruhlu olduğu meydana çıkar. Müt’acı, Buhârî dâhil, Ehl-i sünnetin bildirdiği bütün hadis kitaplarına muhaliftir.

41- Ehl-i sünnetin tamamı için, (Böyle bir tavır [Müt’anın haram olduğunu kabul etmek] insaf ve mantık sahibi kimselere yakışmaz) diyor.
CEVAP
Müt’anın haram olduğu, âyet ve hadisle sabit iken, bunu bildiren Ehl-i sünnet âlimlerine insafsız ve mantıksız diye dil uzatan Müt’acılara yazıklar olsun.

42- Âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle övülen Eshab-ı kiram için, (Bir rivayetin başında Ebu Hüreyre’nin bulunması, onun reddedilmesi ve kaldırıp atılması için yeterlidir) diyerek kin kusuyor.
CEVAP
Hazret-i Ebu Hüreyre, Eshab-ı kiramın büyüklerinden, ileri gelenlerinden Cennetlik bir zattır. Savaşta ve barışta Resulullah’ın yanından hiç ayrılmazdı. Hafızası çok kuvvetli olduğundan, çok hadis-i şerif ezberlemişti. Eshab-ı kiramdan ve Tâbiîn’den 800’den fazla kimsenin, kendisinden hadis öğrendiğini Ehl-i sünnetin en kıymetli hadis kitabını hazırlayan İmam-ı Buhârî hazretleri bildiriyor, Abdullah bin Ömer’den sonra en çok hadis bilen bu zattır. Eshab-ı kiramdan herhangi birine dil uzatmak ancak Sebecilere mahsus alçakça bir taktiktir. Eshab-ı kiramın hepsi cennetliktir, hepsinden Allahü teâlâ razıdır. (Hadid suresi 10, Fetih 29, Tevbe 100)

43- (Salebe hadisinde müt’anın Hayber’de yasaklandığı söyleniyor. Bu ise kesinlikle doğru değil, târihî hakikatlere [yani Sebeciliğe] tamamen aykırıdır. Bu yüzden kabul edilmesi imkânsız) diyor.
CEVAP
(Târihî hakikatlere, Sebeciliğe aykırıdır) diyor da, (Müt’a şu âyet ve şu hadise göre serbesttir) diyemiyor, (Târihî hakikat) diyor. Târihî hakikat âyetlere ve hadislere aykırı olur mu?
(Kabul edilmesi imkânsız) diyor, yani (Biz Sebecilerin kabul etmesi imkânsız) diyor. Sebecilerin dışındaki insanların da kabul etmesi imkânsız olsaydı, Ehl-i sünnet âlimlerinin tamamı kabul eder miydi?

Sahih rivayetler mi önemli, târihî hakikatler mi? Hem tarih de yine rivayetlerden meydana gelmiyor mu? Rivayet yanlışsa, tarih de yanlış olur. Târihî rivayeti şaşmaz hakikat gibi göstermek Sebeciliğe mahsus bir taktik midir?

44- Ehl-i sünnetin kütüb-i sitte denilen en kıymetli hadis kitaplarından biri olan İbni Mâce için (İbni Mâce hadisi, Ehl-i sünnetin sandığı gibi, sahih bir rivayet değil, münker ve asılsızdır) diyebiliyor.
CEVAP
Bundan önce de (Hafızası zayıf birinden bu hadisi naklediyor) diyordu. Her râvîye bir kulp takıyor, kimi Hazret-i Ali’ye yan bakardı, kimi Emevî devletinde vazife aldı, kimi, şişman, kimi zayıftı. Bu müt’acı âyet ve hadis kabul etmediğine göre söylenecek sözümüz olamaz.

45- Farklı rivayetleri bahane ediyor. Hâlbuki Resulullah üç kere izin veriyor üç kere yasaklıyor. İzin verme ve yasaklamalar çeşitli tarihlerde olduğu için, Müt’acı (Mekke’nin fethinde, müt’ayı ebedî olarak haram kılan bir peygamber, iki ay gibi kısa bir süre sonra buna izin verebilir mi?) diyor.
CEVAP
Bu ne terbiyesizlik böyle? Sen peygamberi sorguya mı çekiyorsun? İki ay sonra da yasaklayabilir, iki gün sonra da yasaklayabilir. İki sene sonra da yasaklayabilir. Buna kim itiraz edebilir ki? Resulullah’ın izin vermesi de, haram etmesi de vahye dayanır. Hangi müt’acı Allah’tan hesap sorabilir ki? Allahü teâlâ, lâyüs’eldir. Lâyüs’el, yaptığı işlerden hesap sorulmayan, hükmü elinde olan, istediği gibi hareket eden demektir. (Eskiden içki mubahtı, sonra niye yasakladın? İç yağı haram iken, niye mubah ettin? Kız kardeşle evlenmek caiz iken, niye haram ettin?) demeye kimin hakkı vardır? Ama Müt’acı, Ehl-i sünneti suçlayabilmek için (Peygamber bunu nasıl yapabilir?) diyerek Allahü teâlânın elçisine kirli dilini gösteriyor.

Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem" o günkü duruma göre izin vermiş sonra yasaklamıştır. Buna kimsenin bir şey demeye hakkı yoktur.

Müt’acıya göre; müt’ayı haram gören her İslam âlimi, ya kör, ya sağır, ya basiretsiz, ya hafızası zayıf, ya zavallı, ya aklı başında değil, ya sarhoş, ya Emevî devletinde görev almıştır, ya Şamlı veya yobaz. Sağlam olan tek Ehl-i sünnet âlimi yoktur.

46- (Böylesine zavallı ve üzücü laflar eden El Cessas gibi, er-Râzî gibi aklı başında olduğunu sandığımız âlimlere yakıştıramıyoruz. Çünkü bunların gözleri perdelenmiş, basiretleri körleşmiştir) diyor.
CEVAP
Allâme Ebu Bekr Râzî el-Cessâs ve İmam-ı Fahreddin Râzî gibi iki büyük âlime, zavallı, basiretsiz diyenin ya aklı veya kanı bozuktur. Peki, bu âlimler ne demiş de böyle kin kusuyor? Demişler ki:
(Ömer’in bu sözü, sahabe huzurunda Resulullah’ın haram kılan bir emri olmadan, söylemesi düşünülemediği gibi, sahabenin de sessiz kalması düşünülemez. Çünkü Resulullah söylemeden öyle bir şey söylemek söyleyeni küfre düşürdüğü gibi, dinleyip de itiraz etmeyenleri küfre sokar.)

Müt’acı, bu sözler için bu iki âlime basiretsiz, zavallı, akılları başlarında yok gibi hakaretler savuruyor. Bu iki âlim ne kadar isabetli ve ne kadar mantıklı konuşmuşlar. Resulullah’ın hadisi olmadan kendi başına Hazret-i Ömer, nasıl böyle bir şey yapabilir ki? Allah’ın Kur’an-ı kerimde övdüğü şanlı Eshab, nasıl haksızlık karşısında dilsiz şeytan durumuna düşer ki? Hazret-i Ebu Bekir, (Ben Resulullah’ın yolundan ayrılırsam ne yaparsınız?) diye sorduğunda, o büyük ve şanlı kahramanlar, (Seni kılıcımızla düzeltiriz) demediler mi? Hazret-i Ömer yanlış iş yapacak da, (Kendi aralarında merhametli, kâfirlere karşı şiddetlidir) diyerek Allah’ın övdüğü o aslanlar, susacak ve kılıçları ile düzeltmeyecekler, bu mümkün mü? Peki, Hazret-i Ali niye kılıcını çekip de Hazret-i Ömer’i düzeltmedi? Niye ona kızını verdi? Müt’acı, “O anda Hazret-i Ali yoktu. Sonra duydu” diyor. Diyelim ki öyle. O zaman niye kılıcını çekip de Hazret-i Ömer’i düzeltmedi. Bir Yahudi Hazret-i Ömer’i şehid etti de, Allah’ın aslanı bunu yapamaz mıydı? Demek ki, Hazret-i Ali müt’ayı haram eden hadis-i şerifi bildiği için ses çıkarmadı. Zaten Hazret-i Ali’nin müt’aya haram dediğini kendisi de bildiriyor. Ama kansızlığından dolayı zayıftır, râvîsi Şamlı idi gibi bahanelerle bunu reddediyor. Râvîler, Şamlı ve şanlı kahramanlardır. (Radıyallahü ve rahmetüllahi anhüm)

Müt’acının böyle itirazları İblisin itirazını hatırlatıyor. İblis, (Ben Allah’a değil, ben Âdem’e secde etmedim) demişti. Hazret-i Âdem’e doğru secde etmemekle Allah’a isyan etmişti. Müt’acı da, aynı mantıkla, aynı kafayla, (Biz Allah’ın resulüne değil, Ömer’e itiraz ediyoruz) diyor. Resulullah'ın sözünü söyleyen zata itiraz, söyleyene itiraz olmaz mı?

Hazret-i Ömer, Resulullah’ın emrini tebliğ ediyor, kendiliğinden hüküm koymuyor ki. Dolayısıyla Müt’acı, Resulullah’ın haram kıldığı müt’ayı kabul etmiyor. Hem savcı hem hâkim rolünü oynuyor. Önce bu zayıf ve uydurma diyor, arkasından (Görüyorsun ya zayıf ve uydurma olan bir hadis senet olamaz) diyor. Uydurma olduğunu sen söylüyorsun, kararı da sen veriyorsun. Müt’acının sözü, şu mantık önermesine benziyor:
Memeli hayvanlar uçmaz,
Yarasa da memelidir,
O hâlde o da uçmaz.

İlk önerme yanlış olunca netice de yanlış oluyor.

Müt’acı diyor ki:
Ehl-i sünnet doğru söylemez,
Ömer de Ehl-i sünnettir,
O hâlde o da doğru söylemez
.

47-
(Yalnız Kur’an) diyenler gibi, (Biz neshi kabul etmiyoruz) diyor.
CEVAP
Nesh hakkında sitemizde yeterli bilgi vardır. Sadece bir hadis-i şerif bildirelim:
(Kur’an âyetleri, birbirini nesh ettiği gibi, hadislerim de birbirini nesh eder.) [Deylemî]

Allahü teâlâ, öteki dinlerde haram olan bazı şeyi bu ümmete helâl kılmış, helâl olanlardan da bazılarını haram kılmıştır. Hâşâ Allah’a niye böyle yaptın denebilir mi? Resulullah efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" (Hadislerim birbirini nesh eder) buyurmuştur. Müt’ayı da üç defa mubah kılmış, üç defa da yasaklamıştır. Buna çelişki denir mi? Din Allah’ın değil mi? İstediğini yapamaz mı? Kız kardeşinle evlen diye emretse evlenmeyecek misin? Nitekim Âdem aleyhisselamın çocukları ikiz olmayan kız kardeşleri ile evlenmişlerdir. O zaman mubah kılmıştı, bugün ise yasakladı. Müt’ayı sonradan yasakladı diye Allah ve Resulü suçlanır mı? Bunu nakleden şanlı sahabe taşlanır mı? Resulullah’ın müt’ayı haram ettiğini bildiren Hazret-i Ömer’e kin kusulur mu?

48- (Ömer’in oğlu Abdullah da, müt’aya olumsuz bakıyor. Zaten Abdullah’a da bundan başkası yakışmaz. Çünkü o babasının oğludur) diyor.
CEVAP
Oğlu da babası gibi yalancının teki demek istiyor. Allah onlar seçilmiş bir ümmet diye övüyor, Tevrat’ta, İncil’de övüldüğünü bildiriyor, (Hepsi cennetliktir) buyuruyor. Müt’acı ise babasının oğlu diyerek bir taşla iki kuş vurmaya, hem ismen cennetle müjdelenen Hazret-i Ömer’i, hem de oğlunu suçlamaya kalkıyor. Allah’ın övdüğü kimselere, Resulullah’ın kıymetli arkadaşlarına dil uzatanlar, âhirette nasıl hesap verecekler?

49- Müt’acı, bir de müt’a zinasına karşı çıkan sahabe ve tâbiîne, hakaretler savurduğu gibi, iddia ediyor tabirini kullanıyor. Yani gerçek değil de öyle uydurduğunu söylüyor. (Şam uyruklu fukahadan sayılan Mekhul da, müt’anın zina olduğunu iddia ediyor) diyor.
CEVAP
Müt’anın zina olmadığını söyleyen bir tek Ehl-i sünnet âlimi var mı?

Had vurulup vurulmaması ayrı bir konu... Zina eden bekâra da had vurulmaz, başka ceza verilir. İmam-ı Cafer Sadık’ın müt’aya zina dediğini bildiriyor. Sonra bu sözü tevil ediyor. (Ehl-i sünnetin kafasındaki müt’aya zina demiştir) diyor. Peki, o yüce imam, müt’anın şu şekli haram, şu şekli caiz diyemez miydi? Ehl-i sünnetin kafasındaki müt’a ile Sebecilerin müt’ası farklı değil ki. Sonra hiçbir delil göstermeden, (İmam Cafer’in müt’ayı zina kapsamına soktuğunu anlamak imkânsızdır) diyor. Hâni delil? O yüce imamın müt’a denilen zinaya mubah diyeceği hiç düşünülebilir mi?

50- (Biz, Ehl-i sünnetin icmasını da kabul etmeyiz) diyor.
CEVAP
Böyle demekle, (Ümmetimin âlimleri yanlış bir şeyde, dalalette ittifak etmezler. İhtilaf olunca çoğunluğa uyun) buyuran Resulullah'ı da yalanlamış oluyor. (İbni Mâce)

51- (Ömer’in sözünün hüccet olduğu, (Sünnetime ve benden sonraki raşid halifelerin sünnetine tâbi olun) hadisine dayandırılabilir. Bu hadis-i şerifi, İmam-ı Ahmed, Dârimî, Ebu Davud, Tirmizî, İbni Mâce, Hâkim rivayet etmiştir. Bu hadise bir diyeceğimiz yoktur, mesajı da doğru, isnadı da sahihtir) diyor.
CEVAP
Şimdiye kadar Ehl-i sünnet kitaplarındaki bütün hadislere birer kulp takmıştı. Bu hadise sahih demesine çok hayret ettik. Hemen altına bakınca, art niyeti meydana çıkıverdi.

52- (Ebu Bekir’in ve Ömer’in Kur’an’a ve sünnete aykırı pek çok uygulamaları olduğu bir gerçek iken, Allah ve Resulü böyle kimseleri bize tavsiye eder mi, onlara uymamızı ister mi? Bu iman ve insafa sığar mı? Akıl mantık bunu kabul eder mi?) diyor.
CEVAP
Sahih diye saydığın 6 hadis âlimi ve Ehl-i sünnetin tamamı Hulefa-i raşidinin 4 halife olduğunu ittifakla bildiriyor. Bu âlimlerin ve Eshab-ı kiramın tamamının iman ve insaf ehli olmadığını söyleyebiliyor.

Yine aynı sakat mantık önermesi:
Ömer kötüdür,
Peygamber kötüyü övmez,
O hâlde Peygamber Ömer’i övmez.


Resulullah efendimizin Hazret-i Ömer’i öven yüzlerce hadis-i şerif vardır. Sitemizde kaynaklarıyla bildirilmektedir. Allahü teâlâ da Kur'an-ı kerimde övmektedir.

53- Müt’acı, önce Hazret-i Ömer’e kötü diyor, sonra peygamber (Kötülerin sünnetine uyun) der mi diyor. Tam bir Yahudi taktiği... Hazret-i Ömer’e kötü diyen tek Ehl-i sünnet âlimi var mı? Allah onu övüyor. Sahabenin hepsine Cenneti söz verdim diyor. Müt’acı, (Benden sonra Ebu Bekir ile Ömer’e uyun) hadis-i şerifini naklettikten sonra, (Bu hadisi Ebu Hanife, İbni Ebi Şeybe, İ. Ahmed, Tirmizî, İbni Mâce, Hâkim, Tahtavî, İbni Sa’d rivayet etmiştir) diyor. Devamında, (Resulullah, Ebu Bekir ile Ömer’e uyun dese bile bundan ne anlarsınız? Dine aykırı icraatta bulunsalar bile onlara uymak gerektiği çıkar mı?) diyor.
CEVAP
Kur’an-ı kerimde (Resulüme uyun) deniliyor. Şimdi buradan dine uygun olan sözüne uyun anlamı çıkar mı? Elbette, dine uygun emir verecek ki, (Resulüme uyun) buyuruyor. Hazret-i Ömer de dine uygun emir verecek ki, Resulullah, (Ömer’e uyun) buyurdu. Hâşâ Resulullah o kadar basiretsiz mi ki, dine aykırı emir verecek olana (uyun) buyursun.

54- Nihayet ağzındaki baklayı çıkarıyor, (Ebu Bekir ile Ömer’e uyun sözü asılsızdır. Peygamber böyle çelişkili söz söylemez) diyor.
CEVAP
Peki, bu sekiz hadis âlimi yalan söylüyor öyle mi? Bu hadis âlimleri öteki hadisi de naklediyorlar, o zaman onlar da yalan olur. Yalancıların sözlerine inanılır mı? Aynı râvîlerin rivayet ettiği öteki hadise nasıl sahih diyor? Tabiî bunlar bir takıyyedir.

Ehl-i sünnetin reisi ve en büyük imam olarak bilinen yani imam-ı a’zam olarak meşhur olan Numan bin Sabit de, bu hadisi naklediyor. İmam-ı a’zam hazretlerine yalancı demek Ehl-i sünnete yalancı demektir. Zaten Yahudi’nin bütün gayesi de bu. Resulullah böyle demiş olsa bile diyor, demişse ki, dediğini kendisi de itiraf ediyor. Demek ki bu söz onların çok büyük bir insan olduğunu gösterir. Allah’a ve Resulüne asla âsi olmayacaklarını gösterir. Allah ve Resulüne âsi olacaklarını Allah bilmez mi? Öyle ise niye onlara uyun buyuruyor? Demek ki onlar kendilerine uyulacak kimselerdir. Zaten sahabenin tamamı böyledir. Allah hepsini övüyor. Ama aşırı Sebeciler, (Allah o zaman öyle demişti ama sonradan sapıttılar, Hazret-i Ali’yi halife seçmedikleri için hepsi mürted oldu) diyorlar. Böylece Allah’a da yalancı demiş oluyorlar.

55- (Gerek Ammar’ın ve gerekse İbni Mesud’un ilk iki halifeye hiç uymayan ters düşünce ve ictihadları var! O zaman biz kimi tercih edeceğiz? İbni Mes’ud müt’aya evet diyor; Ömer ise hayır! Şimdi biz ne yapacağız?) diyor.
CEVAP
Siz mi ne yapacaksınız? Siz fitne çıkarmaya devam edeceksiniz. Fakat Ehl-i sünnet biliyor ki İbni Mes’ud hazretleri de diğer sahabeler gibi müt’anın caiz olduğunu bildirmişti. Haram edildiğini işitince, diğerleri gibi, o da haram dedi. Eğer başka konularda farklı ictihadları varsa, her müctehidin, her Sahâbînin farklı ictihadı olur. Bunun için hiç biri kötülenemez. Çünkü ictihad etmek de, ictihad ederken yanılmak da günah değildir. Yanılan bile sevab alır.

56- (Bize [Sebecilere] göre Peygamberler için ictihad diye bir şey söz konusu değildir! Ehl-i sünnete göre ise peygamberlerin de ictihadı olur) diyor.
CEVAP
Eshab-ı kiramdan birinin bir husustaki ictihadı, Peygamberimizin ictihadından farklı olabilirdi. Fakat Resulullah’ın ictihadı hata üzere kalmazdı. Çünkü Cebrail aleyhisselam gelerek, yanlış olan ictihadlar, Allahü teâlâ tarafından hemen düzeltilir, hak ile bâtıl birbirinden hemen ayrılırdı. Bedir’de alınan esirler hakkında, Sahabe-i kiramın ictihadları farklı olmuştu. Hazret-i Ömer ve Sad İbni Muaz esirleri öldürelim dedi. Diğer sahabiler ise, para karşılığı bırakalım demişlerdi. Server-i âlem de, serbest bırakalım ictihadını kabul buyurup salıverdiler. Sonra, şu âyet gelerek birinci ictihadın doğru olduğu bildirildi:
(Savaşta alınan esirleri mal karşılığı olarak salıvermek, hiçbir Peygambere yakışmaz. Yeryüzünde onların çoğunu öldürmek, zayıflamalarına sebep olur. Siz dünya malını istiyorsunuz. Allah ise, sevap kazanmanızı, Cennete ve nimetlere kavuşmanızı istiyor. Allah tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden dolayı size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.) [Enfal 67, 68] (Müt’acı bu âyeti ya sahabeler değiştirdi diyecek veya tevil edecektir. Çünkü kabul ederse kendini yalanlamış olacaktır.)

Bu âyetler indikten sonra Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki:
(Eğer azap geri çevrilmeseydi, Ömer ile Sa’d bin Muaz’dan başka kimse kurtulmazdı.) [Beydâvî]

57- (Ömer’in ictihadı Allah’ın hükmüne karşı ictihaddır. Nass varken ictihad olmaz) diyerek yalan söylüyor.
CEVAP
Bu ne sahtekarlık? Nass varken ictihad eden kim? Hazret-i Ömer müt’a hakkında ictihad etmedi ki, Nassı bildirdi, yani Resulullah’ın emrini açıkladı. Resulullah’ın müt’ayı yasak ettiğine dair sayısız hadis var. Ama Müt’acıya göre nakledenler, ya hafızası bozuk, ya Şamlı veya Emevî devletinde görev almıştır. Müt’acının bir hadisi uydurma görmesi ile sahih bir hadis uydurma olmaz. Hazret-i Ömer'e attığı pisliğin altında kendi kalmaya mahkûmdur.

58- (Ehl-i sünnet, “Müt’ada özellikle kadın açısından onur kırıcı, aşağılayıcı bir durum vardır. Namus pazarlanıyor ve para karşılığı satılıyor. Bu ise namussuzluktur” diyor. Müt’a madem namussuzluktur; o hâlde Allah ve Resulü buna neden izin vermişti?) diyor.
CEVAP
Müt’acı buna Ehl-i sünnetin cevap veremeyeceğini sanıyor.

Kişinin kız kardeşi ile evlenmesi çok çirkin ve çok günah değil mi? Müt’acının buna evet demesi lazım.

Peki, hâl böyle iken, daha önce Allahü teâlâ bunu nasıl emretmişti? Demek ki, Allah emrettiği zaman iyi, yasakladığı zaman da kötü olur. Şimdi biri, Ehl-i sünnet olan bir insanın, anasına, bacısına, kızına yarım saatliğine müt’a teklifinde bulunsa, buna hangi Ehl-i sünnet rıza gösterir? Müt’acı için bunlar önemli değil. Önemli olsaydı, müt’a zinasını savunmak için koskoca kitap yazmazdı.

59- (Hüsün ve Kubuh akli mi, şer’i mi? İki görüş var: Akli, yani bir şeyin iyi ya da kötü olduğu akıl ile bilinir. Allah bir şeyi emretmişse; o şey aslında güzel bir şey olduğu için emretmiştir. “Bir şeyi de yasaklamışsa; o şey zaten kötü olduğu için yasaklamıştır. Şia, Mutezile, Mâtüridî ekolü bu kanaattedir. Hiç kuşku yok; doğrusu da budur) diyor.
CEVAP
Hani (İctihad ictihadla nakzolunmaz) diyordun. Ne çabuk unuttun? Unutmadın da hinoğlu hinliğinden böyle konuşuyorsun. Bir ictihadın doğru olduğunu ancak Allahü teâlâ bilir. (Doğrusu kuşkusuz bu) denmez. Şia, mutezile itikadındadır. Ayrı yazmaya gerek yok. Sonra İmam-ı Mâtüridî hazretleri tam öyle demiyor.

60- Devam ediyor ve (Şer’i, yani bir şeyin iyi ya da kötü olduğu akılla bilinmez. Bir şey Allah tarafından emredildiği için iyi, yasaklandığı için kötüdür, çirkindir) diyerek bu ictihadın yanlış olduğunu söylüyor.
CEVAP
Bir müctehid bile farklı ictihada yanlış diyemez. Bu ictihadın taraftarları diyor ki:
Hazret-i Âdem zamanında Allah, kız kardeşle evlenmeyi emrettiği için o zaman bu iş iyi ve güzeldi, şimdi yasakladığı için kötü ve çirkindir. Aynen müt’a da böyledir. Emredildiği zaman iyi idi, yasaklandığı için kötü oldu. Müt’acının bu ictihadı beğenmemesi, müt’anın yasaklanmasından dolayıdır.

61- (Kur’an’ın ruhuna ve akla tamamen aykırı olan bu görüşü ise; Ehl-i sünnetin çoğunluğunu oluşturan Eş’arî ekolü benimsiyor) diyor.
CEVAP
Yani Ehl-i sünnetin çoğu Kur’an’ın ruhuna aykırı hareket ediyor öyle mi? Hani ictihad ictihadla nakzedilmezdi? Müt’acı Ehl-i sünnetin çoğunluğunu bu konuda da silip atıyor. Allah'ın emrettiğinin güzel, yasakladığını çirkin olması Kur’an’a niye aykırı oluyor ki? Müt’acı kafası normal çalışmıyor.

62- (El-Cessas, O gün zina değildi; sonra zina oldu derken; bu konuda kendi çizgisinin dışına çıktığının [Eş’arî’nin ictihadını kabul ettiğinin] farkında mıdır?) diyor.
CEVAP
Eş’arî Ehl-i sünnet değil mi? Ehl-i sünnetin iki imamı vardır. İsteyen müctehid, istediğine uyar. Bunun ayıplanacak nesi var ki?

Biz Hanefî olarak, İmam-ı Eş’arî hazretlerinin ictihadına göre inansak Ehl-i sünnetten çıkar mıyız? O zat, Ehl-i sünnetin iki imamından biridir. Müt’ayı kabul etmeyen kim olursa olsun vicdansızca saldırıyor.

63- (Cessas, “Müt’ada, ırz ve namusun bir eşya gibi belli bir süreyle kiralanması doğru değildir demiştir. Kadını bir eşyaya benzeten, onun onurunu tümden rencide eden bu sözleri Cessas gibi ilim adamına yakıştıramadım doğrusu) diyerek demagoji yapıyor.
CEVAP
Amma da demagoji... Eşyaya benzeten kim? Müt’a işi, satılık mala benzetiliyor. Kadını eşyaya benzetmekle ne alakası var. Eğer kendini kiralatan kadın varsa, ona da, kiralayan erkeğe de yazıklar olsun.

Müt’acı hep böyle zırvalıyor işte. Yahut Resulullah daha önce niye cevaz verdi diyor? Onun cevabını da vesikalı cevabını aldı. Bakalım şimdi ne iftiralar düşünüyor?

64- Hepsi Cennetlik olan Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Ömer için, (Bu söz gerçekten ona aitse, Resulullah’a iftira atmış demektir) diyor.
CEVAP
Eshab-ı kiramdan Resulullah’a iftira eden biri olur mu? Allah onları âyetlerle övüyor, (Hepsine Cenneti söz verdim) buyuruyor. Cennetlik insanlar için bu ifadeyi ancak Müt’acı kullanır. Eğer Eshab-ı kiramdan biri kötülenirse, Allah ve Resulü yalanlanmış olur. Çünkü Allah ve resulü Eshab-ı kiramı övüyor. Sitemizde bunların sayısız vesikası vardır.

65- Yine demagoji yaparak, (Allah ve Resulünün izin verdiği müt’aya, Abdullah bin Abbas, zina diyecek kadar edepsiz olabilir mi? Ancak bu rivayeti ona isnat edenler cahil ve edepsizdir) diyor.
CEVAP
Ehl-i sünnetin tamamı müt’aya zina diyor. Böylece Müt’acı, içindeki necaseti kusuyor. Müt’acıya göre, Resulullah'ın müt’ayı yasakladığını bildiren hadis-i şerifi söylemek edepsizlik oluyor. Asıl edepsizlik, terbiyesizlik, o hadis-i şerifi inkâr etmektir.

İkinci bir husus da şudur:
Abdullah bin Ömer’in ve Ehl-i sünnetin müt’a zinasını yasaklamakla ne menfaatleri olacak ki? Ama Müt’acılar, müt’a adı altında zinayı yaygınlaştırmakla Yahudiliğe hizmet etmiş olacaklar. Bir millet ahlaksız oldu mu, yıkılması artık kolaydır. Yahudi İbni Sebe’nin esas gayesi bu.

66- (Müt’aya haram diyenler, taklitçi Hanefi âlimleridir) diyerek taklidi aşağılıyor.
CEVAP
Kötüyü, yanlışı ve bâtılı taklit, ne kadar zararlı ise, iyiyi, doğruyu ve hakkı taklit de o kadar faydalıdır. Eshab-ı kiramın hepsi mutlak müctehid olduğu hâlde, Peygamber efendimizi görüp taklit ettikleri için, peygamberlerden sonra en yüksek makama kavuşmuşlardır. Tâbiîn, Eshab-ı kirama tâbi oldukları, yani onları taklit ettikleri için yüksek şerefe kavuşmuştur. Onlardan sonra gelenler de onlara tâbi oldukları, onları taklit ettikleri için Tebe-i tabiin şerefine nail olmuştur. Peygamber efendimiz de, (Âlimler rehberdir, âlimlere tâbi olun) buyurdu. O halde âlimleri taklit etmek gerekir. (Berika)

Asıl ayıplanacak şey, taklit etmemek, mezhepsiz olmaktır.

67- Müt’acı, Ehl-i sünnet için yobaz tâbirini kullanıyor.
CEVAP
Bugün herkes bilir ki, ateistler, zina etmeyenlere, içki içmeyenlere, gerici, yobaz diyorlar. Müt’acının kimlerle aynı fikirde olduğu böylece meydana çıkmış oluyor. Kadın kiralamayı kabul etmedikleri için Ehl-i sünnete yobaz diye saldırıyor.

68- Müt’acı, Ehl-i sünnet âlimlerinin ictihadları için kaçamak ictihadlar tabiri kullanıyor.
CEVAP
Kaçamak yapmak tâbiri, ara sıra zina etmek anlamındadır. Kaçamak ictihad tâbiri de, zina yapmak için Ehl-i sünnet ictihad bulmuş demek istiyor. Kendi yaptığı müt’a zinasını örtmek için böyle tâbirler uyduruyor. Hiçbir fıkıh kitabında kaçamak ictihad diye bir şey yoktur. En önemlisi de, kendisi de tasvip ettiği (İctihad ictihadla nakzedilmez) kuralını çiğnemeye çalışıyor. Ehl-i sünnetin ictihadlarını, Sebeci ictihadları ile nakzetmeye gayret ediyor, kırk dereden su getiriyor, bir bardak suda fırtınalar koparıyor. Delil bulamayınca da Şamlı diyor, yobaz diyor, (Emevîlerde görev aldı) diyor.

69- (Ehl-i sünnetin kaçamak ictihadı “Belli bir ücret karşılığı zina için kiralanan kadına zina haddi [cezası] tatbik edilmez” demeleridir) diyor.
CEVAP
Peki, ictihadın devamı ne? Bu ifadeye bakanlar sanki kiralanan kadına hiç ceza verilmediğini anlar. Ehl-i sünnette zina cezası ikiye ayrılır:
1- Had vurulan zinalar,
2- Had vurulmayıp başka ceza verilen zinalar.

Had vurmak öldürmek demektir. Bu namuslu kadınlara uygulanan bir cezadır. Fahişe veya kiralanan kadınlarda zaten namus perdesi yırtılmış olduğu için dinimiz onlara had vurdurmuyor, başka cezalar veriyor, belli bir sopa vurmak, hapsetmek, sürgün etmek gibi cezalar veriyor. Müt’a da, ikinci sınıfa girdiği için had vurdurulmuyor. Kadın zaten kiralık, bunda namus denen şey kalmamış ki, niye namussuzluk yapıyorsun diye had vurulup öldürülsün! Ancak müt’a zinasına fahişeye verilen ceza veriliyor. Müt’acı, sanki had vurulmaz deyince Ehl-i sünnet zinaya izin verdi gibi göstermeye çalışıyor. Adına da kaçamak ictihad diyor.

Diyelim ki müt’a caiz olsaydı, bir kadın ayda 30-40 erkekle birlikte olacaktı. Böyle bir kadında artık namus mefhumu kalır mıydı? Resulullah efendimiz, bunu boşuna mı yasakladı? İbni Abbas hazretleri buyuruyor ki:
(İçki içmeyi mubah kılan bir özür gibi, zaruret hâlinde buna izin verilmiş, lüzum kalmayınca kaldırılmıştır. Başka zaman yine ihtiyaç olunca yine izin verilmiş, sonra yine kaldırılmış. Üçüncüde ise ebediyen haram kılınmıştır.)

70- (Ehl-i sünnete göre, “Bir kimse, geçici bir süreyle evlendiğini içinde gizleyerek (örneğin bir ay sonra boşamak kastıyla) bir kadınla nikâhlansa; bu nikâh caiz ve sahihtir”. Bu nikâhın müt’adan ne farkı var? Diliyle açıktan söylediğinde yasak sayılıyor da, içinden aynı şeye niyetlendiğinde neden caizdir deniyor? Bu da bir cins müt’a değil mi?) diyerek müt’aya meşruluk arıyor.
CEVAP
Ya Müt’acı bunun hükmünü bilmiyor veya müt’ayı meşrulaştırmak için takıyye yapıyor.

Bahsettiği hükmün müt’adan çok farkı vardır. Dinimiz zahire hükmeder, kalblerden geçene göre hüküm verilmez. Müslümanım diyen Müslümandır. Dinimizde bazen söze, bazen niyete itibar edilir.

Niyetin geçersiz, sözün geçerli olduğu yerlerden bazıları şunlardır:
Nikâhta: Bir kimse, şakadan veya rol icabı, iki şahit yanında evlense, gerçekten evlenmiş olur. Niyet geçersizdir.
Boşamakta: Bir kimse, şakayla, alay olsun diye veya hanımını korkutmak için “seni boşadım” dese, hanımı boş olur.
Alış verişte: Alış veriş yapıldıktan sonra, alıcı veya satıcıdan biri, ben şaka yapmıştım, bu alış verişten vazgeçtim dese de itibar edilmez. Alış verişte de niyete bakılmaz.
Hediyede: Alacağı olduğu bir parayı borçlusuna veya başkasına hediye eden, şakadan söylemiştim dese de, hediyesinden vazgeçemez. Niyet geçersiz, söz geçerlidir.
Küfürde: Bir kimse şakadan ben Hristiyan’ım dese kâfir olur. Niyet geçerli değildir
Nikâh kıyılırken: Bir kimsenin niyeti bir kadını nikâhlayıp kimsenin görmediği yerde öldürmek veya başka yere bırakmak veya bir süre sonra boşamak olsa, niyeti evliliğine mâni olmaz. Dinimiz burada söze bakar, kalbden geçen niyete bakmaz.

Yukarıdaki örnekler, niyete değil, söze itibar edildiğini göstermektedir. Müt’acının bu iddiasının da geçerli olmadığı böylece ispat edilmiş oldu. Müt’acı, diyor ki: Müt’a yapmanın cezası Ehl-i sünnet mezheplerine göre şöyledir:

71- (Hanefilerde müt’a yapana had vurulmaz, ta’zir cezası verilir. Şâfiî ve Hanbelîlerde Hanefîler gibi had vurulmaz. Mâlikîlerde zina haddi uygulanır veya ta’zir olunur) diyor.
CEVAP
Müt’acının söylediği gibi, Ehl-i sünnetin dört mezhebinde de müt’a zinasına fahişelere uygulanan ceza veriliyor. Mâlikî'nin bir kavlinde had vuruluyor. Bu hükümler müt’anın caiz olduğunu göstermez. Müt’a yapanların fuhuş yaptığını gösterir.

72- (Müt’anın haramlığına dair bildirilen icma, tamamen kuru bir iddiadır) diyor.
CEVAP
Bu da tamamen sulu bir iddiadır. Çünkü bizzat kendisi Ehl-i sünnetin tamamı müt’aya ceza verdiğini bildiriyor. Bu icma değil de nedir? Buna itiraz eden bir tek Sünnî mezhep, hattâ Sünnî bir âlim var mıdır? Açıkça icma vardır. Sebecilerin meşru sayması icmaya mâni olamaz.

3) İbni Sebeciler, Allah Resulü sünnet namazları hiçbir zaman cemaatle kılmadı ve başkalarını da bundan men etti. Buna rağmen Ömer bunu uyguladı ve sünnetleştirdi diyorlar. Ve ekliyorlar: Müslümanlar Resulün değil Ömer’in sünnetini yapıyorlar.
CEVAP

Dikkat ederseniz burada da, Allah resulünün men etmesine rağmen bunu uyguladı ve sünnetleştirdi diyerek, sinsi bir şekilde Hazret-i Ömer’e iftira ediyorlar. Allah resulüne itiraz eden, men etmesine rağmen bunu yapan kâfir olur demek istiyorlar. Bunların sözleri de kendileri gibi ne kadar iğrenç!
Peygamber efendimiz, teravihi hiç kılmasa bile, hulefa-i raşidinin kılması, sünnet olması için elbette kâfidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Sünnetime ve hulefa-i raşidinin sünnetine sımsıkı sarılın!) [Buhari]

Halbuki, Peygamber efendimiz, birkaç gün teravihi cemaatle kıldırdı, daha sonra evinde kıldı. Sebebi sual edildiğinde buyurdu ki:
(Teravih namazının size farz olacağından korktuğum için evden çıkmadım.) [Buhari]

Peygamber efendimiz, teravihi, 8, 12 ve 20 rekat olarak da kıldı. 8 ve 12 rekatı cemaatle kıldı, evinde de yirmi rekata tamamladı. İbni Abbas hazretleri bildiriyor ki, Resulullah, yatsıdan sonra, vitirden önce, 20 rekat namaz kılıp buyurdu ki:
(Ramazanda 20 rekat teravih namazı kılanın, yirmi bin günahı affolur.) [İbni Ebi Şeybe]

İmam-ı a’zam hazretleri buyuruyor ki:
(Teravih namazı sünnet-i müekkededir. Hazret-i Ömer, teravih namazının 20 rekat olarak cemaatle kılınmasını kendiliğinden ortaya çıkarmadı, bid’at de işlemedi. O, elindeki sağlam esasa, yani Resulullahın sünnetine dayanarak emretti.) [El-İhtiyar]

Teravihin yirmi rekat oluşu ve cemaatle kılınması, hadis-i şerifle bildirilmiştir. Sünnet olduğu eshab-ı kiramın icmaı ile sabittir. (Merakıl-felah şerhi)

Teravihin yirmi rekat olduğuna inanmayanın sapık olduğu (Nur-ül-izah) şerhinde de yazılıdır. Hazret-i Ömer’in eshab-ı kiramla 20 rekat teravih namazı kıldığı Peygamber efendimize bildirilince, Cebrail gelip, dedi ki: (Allahü teâlâ, Ömer’in ve eshabının bu ibadetini kabul eyledi.) (E. Vaizin)

Teravihin cemaatle kılınması sünnet-i kifayedir. Yani bir mahallede cemaatle kılınınca, diğerleri evde kılsa, sünnet ifa edilmiş olur. (Nimet-i İslam)

Erkeklerin camide cemaatle namaz kılmalarının, evde kıldıkları namazdan 27 derece daha fazla sevap olduğu, kadınların ise, evde namaz kılmalarının, camide namaz kılmalarından daha çok sevap olduğu hadis-i şeriflerle bildirilmiştir.

Müekked sünnet olan teravihi ihmal etmemelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ramazan ayında inanarak ve sevabını umarak teravih namazı kılanın, günahları affolur.) [Nesai]

4) İbni Sebeciler diyor ki, (Ömer, Hazret-i Fatıma’ya hücum ederek biat etmezseniz evinizi yakıp yıkacağım, dedi.)
CEVAP

Allah Resulünün mübarek kayınpederi ayna zamanda Allah’ın aslanı Hazret-i Ali’nin damadı, Müslümanların gözbebeği olan, âyet ve hadisle övülen, adaleti, şânı ve şerefi dünya tarihlerini dolduran, Müslümanların yüce emirine olayı değiştirerek bakın nasıl iftira atıyorlar.

Tuhfe kitabında diyor ki:
Bazı sapıklar da, (Evi yakmak istemişti, ama yakmadı) diyor. Halbuki istemek kalbde olur. Fesatçılar, Hazret-i Fatıma’nın evinin yanında toplanmışlar, (Biz burada oldukça kimse bize bir şey yapamaz) diyorlar, halife seçimini karıştırmak, fitne fesat çıkarmak istiyorlardı. Hazret-i Fatıma, bunların gürültüsünden çok sıkılmıştı. Fakat, başını çıkarıp oradan kovmaya edebi, hayası bırakmıyordu. Hazret-i Ömer, oradan geçerken, bunları gördü ve anladı. Onları korkutmak için, (Evi başınıza yıkarım) dedi. Böyle söylemek, korkutmak için Arabistan’da âdet halinde idi. Nitekim, Resulullah da, camiye, cemaate gelmeyenleri irşad için, (Eğer bu halden vazgeçmezlerse, evlerini başlarına yıkarım) buyurmuştu. (Buhari)
Hazret-i Ebu Bekir Resulullah efendimiz tarafından namaz için imam yapılmıştı. Bazı kimseler, Ona uymamayı, cemaate karışmamayı düşünmüşlerdi. Resulullah onları da böyle korkutmuştu.

Namazı cemaat ile kılmanın faydası, insanın kendinedir. Cemaati terk edenin hiçbir müslümana zararı olmaz. Böyle olduğu halde, cemaati terk edenleri, Resulullah, evlerini yıkmakla korkuttu. Hazret-i Ömer’in, zararı bütün müslümanlara, hatta baştan başa, bütün İslamiyet’e yayılacak olan bir fitne ve fesadı çıkaranların evlerini yakmakla korkutması niçin caiz olmasın? Evi başınıza yıkarım diye fesadcıları korkutması neden suç olsun?

Mekke’nin fethedildiği gün, Peygamber efendimizi kötüleyen şiirler söyleyen İbni Hatal isimli bir kâfirin, Kâbe’ye sığındığı, perdesinin altında saklandığı haber verildi. Resulullah, (Hiç çekinmeyin. Hemen orada öldürün) buyurdu. Allahü teâlânın dinine karşı gelenlerin, Allah’ın evine sığınması caiz olmayınca, nasıl olur da, Hazret-i Fatıma’nın duvarına sığınabilirler? Hazret-i Fatıma da, o sapıkların sığınmasından nasıl olur da üzülmez? Çünkü, Resulullahın o temiz kerimesi, Allahü teâlânın ahlakı ile ahlaklanmış idi. Hazret-i Fatıma da, onların dağılmasını emir buyurmuştu.

Hazret-i Osman şehit edilince, Hazret-i Ali halife olduğu zaman, birkaç kişi ortalığı karıştırmak için, Mekke’den Medine’ye gittiler. Müminlerin annesi olan Hazret-i Âişe’nin evine sığınarak, Hazret-i Osman’ın katillerine kısas yapılmasını istediler. Savaşa hazır olduklarını bildirdiler. Bunların içinde Eshab-ı kiramdan kimse yoktu. Hazret-i Ali haber alınca, bunları orada öldürttü. Bu işi yaparken, Resulullahın muhterem zevcesine, müminlerin annesine saygısızlık olacağını düşünmedi. Bu işte, Resulullahın mübarek zevcesine olan saygısızlık yanında, Hazret-i Ömer’in korkutmak için söylediği söz, pek küçük kalır.

Hazret-i Ali, yerinde bir iş yapmıştı. Bütün Müslümanlara yayılacak fitne ve fesadı önlerken, böyle küçük ve ince şeyleri gözetmesi lazım olmazdı. Bunu gözetmek için fitneyi başlangıçta ezmeseydi, din ve dünya işleri karmakarışık olurdu. Resulullahın mübarek kızının evine saygı göstermek lazım olduğu gibi, Resulullahın muhterem zevcesine de saygı göstermek lazım idi. Hazret-i Ömer, yalnız korkutmak için söylemişti. Bir şey yapmamıştı. Hazret-i Ali ise, işlerin en ağırını yaptı. Hazret-i Ömer’in sözü, Hazret-i Ali’nin yaptığı işten çok hafif olduğu halde, bu sözü için Onu kötülemek, taassup ve inattan başka bir şey olamaz. Halbuki, Ehl-i sünnet âlimleri, Hazret-i Ali’nin halife olduğunu ve milletin selameti için, Resulullahın pak zevcesi Hazret-i Âişe’nin hatırını ve hürmetini gözetmediğini söylüyor. Ona dil uzatmaya izin vermiyor.

İslam’ın başlangıcında, din ve iman fidanının henüz sürmeye başladığı zamanda, bu haklı hilafetin düzenini bozanların, fitne ve fesat çıkarmak isteyenlerin öldürülmesi lazım iken, Hazret-i Ömer’in söz ile korkutması niçin kötülenecek bir şey olsun ki? Hazret-i Ömer sözle, Hazret-i Ali kılıçla cevap veriyor.

Bazıları, Resulullahın halasının oğlu Zübeyr bin Avvam, Hazret-i Ömer’in korkuttuğu gençler arasında idi diyorlar. Hazret-i Ebu Bekir’in hilafetinde, Zübeyr bin Avvam’ın fesatçılar arasında bulunması, hiç kusur olmuyor da, yine Hazret-i Zübeyr’in Hazret-i Osman’ın kısasını istediği zaman sert konuşması, öldürülmesine sebep oluyor. Hazret-i Fatıma’nın evinde fesat hazırlamak, fitneye kalkışmak hoş görülüyor da, Resulullahın muhterem zevcesinin yanında Hazret-i Osman’ın katillerinden şikayet etmek veya kısaslarını istemek niçin suç sayılıyor ki? Bu tenakuzlar, bozuk inanışlardan ileri gelmektedir.

5) İbni Sebeciler diyor ki, Resulullah Ebu Hüreyre’ye nalınlarını verip, bunlarla git, kelime-i şehadete iman edenlerin Cennete gireceklerini müjdele dedi. O da çıkıp müjdelemeye giderken Ömer onu gördü, ne yapacağını öğrenince ona vurdu, geri döndürdü. Ömer’in bu hareketi, Resulün emrini red etmektir. Böyle bir adamın halife olması, Müslümanların işlerinin bunun eline bırakılması nasıl caiz olabilir?
CEVAP

Şimdi olaya bakalım:
Ebu Hüreyre hazretleri anlatır:
Resulullah beni çağırdı. Mübarek nalınlarını verdi. (Bunlarla git! Her karşılaştığına, Kelime-i şehadete iman edenlerin Cennete gireceklerini müjdele!) buyurdu. Emirlerini yapmak için sokağa çıktım. Önce, Ömer karşıma geldi. Nereye gidiyorsun, dedi. Müminlere müjde vermeye gittiğimi anlattım. Bana vurdu. Geri dön dedi. Ben de döndüm. Gelip Resulullaha anlatırken, Ömer de geldi. Resulullah, Ömer’e ne yaptığını sordu. O da, anam babam sana feda olsun ya Resulallah! Ebu Hüreyre’yi, nalın-ı şerifinizle gönderip (kalbinde, kelime-i şehadete iman bulunanlara Cenneti müjdele) buyurmuşsunuz, dedi. Resulullah efendimiz de, (Evet) buyurdu. Ömer (Ya Resulallah! Bunu işitenler, buna güvenerek, farzları, vacipleri yapmakta gevşek davranabilirler) dedi. Resulullah da bu teklifi kabul buyurdu.

Hazret-i Ömer’in böyle yapması, Resulullahın emrini red etmek değildir. İtaatsız olmayı göstermez. Resulullaha düşüncesini, görüşünü bildirmiştir. Düşüncesi, ya kabul buyurulur veya kabul olunmaz. Resulullahın son emri beklenir. Resulullaha karşı (Anam babam sana feda olsun ya Resulallah!) diyerek, pek edeple, çok yumuşak, saygı ile söylemesi, emrini yapmaya hazır olduğunu açıkça göstermektedir. Resulullah, Hazret-i Ömer’i, bu işinden dolayı hiç paylamamış, Müslümanlar için iyi olduğunu görerek kabul buyurduğundan dolayı da, Ebu Hüreyre’ye, (Nalınları bırak ve öyle söyleme) buyurmuştur. [Kabul buyurmasa idi, sen karışma buyurur, Hazret-i Ebu Hüreyre’yi yeniden görevlendirirdi.]
Böyle işleri yalnız Hazret-i Ömer yapmış değildir. Hazret-i Ali dahil Eshab-ı kiramın çoğu da yapmıştı.

Peygamber efendimiz de, çoğunu kabul buyurmuştu. Resulullah efendimiz, (Dünyaya gelen her insan için Cennette veya Cehennemde yer ayrılmıştır) buyurdu. (Buhari) Dinleyenlerden biri, ya Resulallah! Öyle ise, ibadet yapmasak da, Allahü teâlâ bize hangisinde yer ayırmış ise, oraya gitsek olur mu? dedi. Resulullah efendimiz bu kimseye (İbadetlerinizi bırakmayın. Çünkü, Cennete gideceklere, Cennete götürecek işler yaptırılır. Cehenneme gidecekler de, Cehenneme götürecek işleri yapar) buyurdu. Sonra, Velleyli suresinin beşinci âyetini okudu. İşte, Hazret-i Ömer’in konuşması, Resulullahın bu cevabına benzemektedir. Hatta, Hazret-i Ömer bu konuşmasını, Resulullahın bu hadis-i şerifine dayanarak yapmıştır. Yani, ya Resulallah! Cahillere bu gibi müjdeleri söylemenin uygun olmadığını sizden öğrendik. Çokları, Kelime-i şehadete güvenerek, farzları, vacipleri yapmayı, İslamiyet’e yapışmayı gevşetmesinler demek istedi. Hazret-i Ömer’in düşüncesinin ancak bu olduğu kabul buyurularak iyi karşılanmıştır.

Hazret-i Ali de, böyle, saygısızlık sanılan sözleri çok söylemiştir. Hatta, Nevasıb fırkası, böyle sözlerinden dolayı Hazret-i Ali’ye dil uzatır. Sapıklardan Abdülhamid Naci, bu sözleri vesikaları ile kitabında yazarak, imam-ı Ali’yi küçültmeye kalkışmıştır. Endülüs âlimlerinden Ali bin Ahmed ibni Hazm (Tafsil) kitabında ve Şii âlimlerinden şerif Mürtada (Tenzihül enbiya) kitabında bunlara cevap verip, Naci’yi red etmişlerdir. (Hucec-i katiyye)

6) İbni Sebeciler, Allah Resulü vefatına yakın (bana kağıt verin, size bir şeyler yazacağım) dedi. Ömer, bize Kur’an yetişir, sorun sayıklamış olmasın diyerek engel oldu. Halbuki Hazret-i Ali’nin halife olmasını yazacaktı diyorlar.
CEVAP

Dikkat ederseniz burada da, Allah resulünün isteğine engel oldu diyerek, sinsi bir şekilde Hazret-i Ömer’e iftira ediyorlar. Allah resulüne itiraz eden, emrine rağmen buna engel olan kâfir olur demek istiyorlar. Bunların sözleri de kendileri gibi ne kadar iğrenç!

İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Resulullah vefatına yakın, (Bana kağıt verin, size bir şeyler yazacağım) buyurunca, oradakilerden bir kısmı, kağıt verip de rahatsız etmeyelim dedi. Hazret-i Ömer, vahyin son bulduğunu, Cebrail aleyhisselamın artık haber getirmeyeceğini, rey ve ictihaddan başka bir yolla ahkam çıkarılamayacağını bilmişti. O anda Resulullahın yazacağı şeyler, ictihadla bulunacak şeyler olacaktı. Çünkü dinin kâmil olduğu, eksik kalmadığı âyet-i kerime ile de bildirilmişti. Hazret-i Ömer, bunları düşünerek, Resulullahı o sıkıntılı anda üzmek istemedi. (Müctehidlerin kıyas ve ictihad etmeleri için, Kur'an-ı kerim kâfidir) anlamında, (Bize Kur'an yetişir) dedi. Hallerden ve işaretlerden anlamıştı ki, yazılacak ahkamın ictihadı, hadis-i şeriflerden çıkarılmayıp, Kur'an-ı kerimden çıkarılacak şeylerdi.

O halde, Hazret-i Ömer'in konuşması, Resulullahı hastalığın şiddetli zamanında yormamak için merhamet ve şefkatinden idi. Zaten, kağıt istemeleri de emir değil, başkalarını ictihad zahmetinden kurtarmak için idi. Çünkü, emir şeklinde olsaydı, emirleri bildirmek lazım olduğundan, kağıdı istemeye önem verir, isteğinden vazgeçmezdi. Resulullah, ömründe bir şey yazmamıştı. Bundan başka, (Benden sonra yoldan çıkmayasınız) buyurmuştu. Halbuki, din kâmil olmuş iken, yoldan çıkmak nasıl olabilirdi? Bununla beraber, yoldan çıkılacaksa, 23 senede durdurulmayan bir şeyi, durdurmak için bir anda ne yazılabilirdi? Sesler yükselince, Resulullah, (Çekişmeyin, Peygamberin huzurunda çekişilmez, yanımdan gidin) buyurdu ve artık, bir şey söylemedi, kağıt kalem de istemedi. Eshab-ı kiramın bu farklı ictihadı keyif için olsaydı mürted olurlardı. Çünkü, Server-i âleme karşı ufak bir edepsizlik küfürdür.

Halbuki, bir müctehidin, başkasının ictihadına uyması yasaktır. Hadid suresinin onuncu âyetinde hepsi Cennetlik olduğu bildirilen Eshab-ı kiram, ana babalarını, çocuklarını, ailelerini, o Servere feda etmişlerdi. Ona olan imanları, ihlasları o kadar çoktu ki, tıraş olunca, mübarek saçlarını, sakal kesintilerini yere düşmeden kapışırlar, bir kılını taşımayı, taç ve tahttan kıymetli bilirlerdi. Koca Roma ordularını yere seren, kaleleri, ülkeleri fetheden Halid ibni Velid, bütün bu başarılarının, başında taşıdığı bir sakal-ı şerif sayesinde olduğunu söylemişti. (Mektubat-ı Rabbani)

O sırada (Yanımdan gidin) buyurması, Refik-ı a'lâ'yı istediğini göstermektedir. (Kurret-ül ayneyn)

Resulullah, birçok işte, Eshabına danışırdı. Eshab-ı kiramın dediklerine uygun vahy de gelirdi. Hazret-i Ömer'in fikrini söylemesi, bunun için idi. Resulullah, Hazret-i Ömer'in sözünü doğru bulup, bir daha istemedi. Perşembeden Pazartesi gününe kadar, bir daha bunu tekrar etmedi. Arzu etseydi, bu günlerde yine emrederdi. Yazılması lazım olsaydı, tekrar istemesi lazım olurdu. Bu iş, Hazret-i Ömer'in, Resulullah yanındaki kıymetini, şerefini gösteren bir vesikadır.

(Sorun, sayıklamış olmasın) demesi, (O sayıklamaz, hep doğru söyler. Bunun için, iyi anlamak için sorun) demektir. Bununla beraber, bu sözü Hazret-i Ömer'in dediğini bildiren sağlam haber de yoktur.
Bir an söylemiş olduğunu kabul etsek bile:
Peygamberlerin yanılması ve unutması caizdir. Hatta olmuştur. Zülyedeyn hadisinde bildirildiği gibi, Peygamberimiz dört rekatlı farz namazda, ikinci rekatta selam verdi. Zülyedeyn: (Ya Resulallah! Namazı iki rekat mı kıldınız, yoksa unuttunuz mu?) dedi. Zülyedeynin sözünün doğru olduğu anlaşılınca, Resulullah kalkarak, iki rekat daha kıldı ve secde-i sehv yaptı. Hasta değil iken ve sıkıntısı yok iken, insanlık icabı, yanılması caiz olunca, ölüm hastalığında, şiddetli ağrıları varken, istemeyerek, düşünmeden söylemesi de elbet, caiz olur. Niçin caiz olmasın ve bununla, İslamiyet’e itimat, güven kalmasın? Çünkü, Allahü teâlâ, Peygamberinin yanıldığını, unuttuğunu, vahiy ile, kendisine bildirmişti ve doğrusunu, yanlışından ayırmıştı. Bir Peygamberin yanlış yolda kalması caiz değildir. Yanıldığı, vahiy ile hemen bildirilir. Böyle olmasaydı, İslamiyet’e güven kalmazdı. Demek oluyor ki, İslamiyet’e güven kalmamasına sebep, yanılmak ve unutmak değildir. Yanılmasının ve unutmasının, kendisine bildirilmemesi, düzeltilmemesidir. Bu ise, caiz değildir. Yani hemen bildirilir.

Hazret-i Ömer’in kağıt getirmeye mani olması, emre uymamak değildi. Böyle şeyden, Allah’a sığınırız! Peygamberimizin vezirleri, yardımcıları, en iyi ahlak sahibi idi. Bunlardan biri, hiç böyle saygısızlık yapar mı? Hatta, bir kere veya iki kere sohbette bulunmakla şereflenen en aşağı derecedeki Sahabinin bile, hatta iman ile şereflenip, Ona ümmet olan herhangi bir kimsenin, Onun emrine uymaması düşünülemez. Muhacirlerin ve Ensarın en büyüklerinden olan ve en kıymet verdiği yardımcıları bulunan büyükler için böyle şey düşünülebilir mi? Allahü teâlâ, insaf versin de, din büyüklerine, böyle kötü gözle bakmasınlar. Anlamadan, dinlemeden, ağızlarına gelenleri söylemesinler.

Hazret-i Ömer’in maksadı, sormak, anlamak idi. Nitekim, (Sorunuz) demişti. Yani kağıdı elbette istiyorsa, getiriniz demek istedi. Eğer, istemiyorsa, bu nazik zamanda, kendisini üzmeyelim demek idi. Çünkü, vahiy ile ve emir olarak isteseydi, kağıdı tekrar ve ehemmiyet ile isterdi. Kendisine emir olunan şeyi yazardı. Peygamberin vahyi bildirmesi lazımdır. Kağıdı istemesi vahiy ile, emir ile olmayıp, ictihad ve arzu ile bir şey yazacak ise, bu nazik zaman, buna elverişli olur veya olmaz. Vefatından sonra ümmeti ictihad edecektir. Dinin temeli olan Kur’an-ı kerimden, ictihad ile, emirler çıkaracaktır. Kendisi hayatta iken ve vahiy gelmekte iken, ümmeti ictihad etmekte idi. Vefat edip, vahiy kesilince, ilim sahiplerinin ictihad etmeleri elbet makbul olur. Peygamberimiz, kağıdı tekrar ve ehemmiyet ile istemedi. Hatta, vaz geçti. Böylece, vahiy olmadığı anlaşıldı. Sayıklama olup olmadığını anlamak için, duraklamak, hiç yanlış bir iş değildir. (K. Ayneyn)

Melekler, Âdem aleyhisselamın niçin halife olduğunu merak edip, anlamak istedi.
Bekara suresi, otuzuncu âyetinin, (Ya Rabbi! Yeryüzünde, fesat çıkaracak ve kan dökecek olan kulları mı yaratacaksın? Biz, seni tesbih ediyoruz, hamd ediyoruz. Seni her türlü ayıptan, kusurdan takdis ediyoruz dedi) meal-i şerifi, bunu bildirmektedir.

Bunun gibi, Zekeriya aleyhisselam, kendisine, Yahya “aleyhissalatü vesselam” isminde bir oğul verileceği müjdelendiği zaman, Meryem suresi, sekizinci âyetinin meal-i şerifinde bildirildiği gibi, (Yarabbi, benim hiç çocuğum olur mu? Zevcem kısırdır. Ben ise, ihtiyar oldum) dedi.

Hazret-i Meryem de, Meryem suresi, yirminci âyetinin meal-i şerifinde bildirildiği gibi, (Benim hiç çocuğum olur mu? Bir erkek ile bir araya gelmedim. Günah da işlemedim) dedi.

Peygamber efendimizden sonra en büyük peygamber olan İbrahim aleyhisselam da, Bekara suresi, 260. âyetinin meal-i şerifinde bildirildiği gibi şöyle demişti:
(İbrahim, “ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster” dediğinde, Rabbi “İnanmıyor musun” dedi. İbrahim, inanıyorum ama, kalbimin tatmin olması için görmek istedim, dedi)

Ülülazm peygamberlerden, kendisine Tevrat verilen Musa aleyhisselam da şöyle demişti:
(Musa dedi ki: Ey Rabbimiz, sen Firavun ve kavmine dünya hayatında nice ziynet ve nice mallar verdin. Ey Rabbimiz, insanları senin yolundan saptırsınlar ve elem verici cezayı görünceye kadar iman etmesinler diye mi bu nimetleri verdin? Ey Rabbimiz, Onların mallarını yok et, kalblerine sıkıntı ver, çünkü onlar can yakıcı azabı görmedikçe inanmazlar.) [Yunus 88]

Peygamberler, melekler, büyükler, böyle sorup, suç sayılmayınca, Hazret-i Ömer’in, kağıt getirmesini sorması, neden kusur olsun? Neden kendini şüpheli duruma düşürsün? (M. Rabbani, 2 c. 96 m.)

İbni sebeciler aynı mantıkla, (Ömer Hudeybiye’de, Resulullahın peygamberliğinden şüphe etmişti) diyebiliyorlar. Orada da, Hazret-i Ömer aynen, Hazret-i İbrahim gibi, Allah ve Resulüne olan teslimiyetini bildirmek için, (Ya Resulullah sen Allah’ın peygamberi değil misin? Biz hak, kâfirler bâtıl yolda değil mi?) mealindeki sözlerinden dolayı ona saldırıyorlar. Hazret-i Ömer, (Ya resulallah, (Sen elbette Allah’ın resulüsün, bizim yolumuz elbette hak, kâfirler elbette bâtıl yoldadır. Zahiren aleyhimize görünen bu anlaşmada asla dinden taviz verilmemiştir) demek istediğini bütün Ehl-i sünnet âlimleri bildirmektedir. (Kurret-ül-ayneyn)

7)
İbni Sebeciler, (İbni Abbas anlatır: Ömer, hutbesinde dedi ki: Hepiniz biliyorsunuz ki, Allah recm âyetini gönderdi. Hepimiz bu âyeti ezberledik. Ayrıca, Resulullah recm cezasını tatbik etti, biz de tatbik ettik. Benim endişem şudur: Aradan uzun zaman geçince, bazıları, "Kitabullah’ta recm cezası yoktur” diyerek inkâr edebilir. Eğer insanlar, "Ömer Allahü teâlânın kitabına ilavede bulundu" demeyecek olsalardı, recm âyetini yazardım) mealindeki olayı anlattıktan sonra, “Bak Ömer dedikodudan korkmasa idi, Kur’ana ilaveler yapacakmış. Kur’ana ilave yapabilecek biri, nasıl Müslüman olur?” diyorlar.
CEVAP
Bu olay anlatıldığı gibi mi, yoksa değişik mi? Böyle kabul ederek cevap veriyoruz:
1- Hutbede bildirildi dendiğine göre, demek ki eshab-ı kiramın hemen hepsi orada idi. Çünkü Cuma namazı ayrı camilerde değil, tek camide kılınıyordu. İbni Sebecilerin kendisini sevdiklerini söyledikleri İbni Abbas hazretleri bunu rivayet ediyor. O da orada idi. Hazret-i Ali de orada idi. Hiç kimse bu söze itiraz etmediğine göre, olay aynen Hazret-i Ömer’in dediği gibidir. Burada itiraz edilecek bir husus yoktur.

2- Hazret-i Ömer’in recm âyetini yazardım demesi, Kur’ana ilave değildir. Hazret-i Ömer, (Kur'an-ı kerimin sonuna haşiye olarak, dip not olarak durumu izah eden bir açıklama koyabilirdim, ama, bunu istismar edecek olanlar, bak Ömer Kur'ana ilave yaptı derler diye bu açıklamayı koymadım) demek istemiş olabilir. Çünkü Hazret-i Ömer, şu mealdeki âyeti bilmiyor muydu: (Eğer o [peygamber] bize atfen, [Kur’ana] bazı sözler katsaydı, biz onu kuvvetle yakalayıp şah damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz de buna engel olamazdınız.) [Hakka 44-47]

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Habibine böyle buyuran Allahü teâlâ Hazret-i Ömer’e ne yapmaz ki? Hazret-i Ömer’in böyle bir şeyi düşünmesi bile imkansızdır.

Aynı zihniyetteki kimseler, (Ömer’in böyle bir şerh koyma düşüncesi, Kur’ana gölge düşürmez mi) diye sorabilirler. Hayır asla mahzuru olmazdı. Çünkü Hazret-i Ali, âyetlerin altına Resulullah efendimizin yaptığı açıklamaları koyardı. Hatta bundan dolayı İbni Sebeciler, (Hazret-i Ali’nin Mushaf’ı ayrıdır) derler. Ayrı bir Mushaf yok, açıklamalı Mushaflar vardır. Hazret-i Ali açıklama koyunca suç olmuyor da, Hazret-i Ömer koyarsa niye suç olsun ki?

Hepsi Cennetlik olan eshab-ı kiram yanlış iş yaparsa ortada din mi kalır? Çünkü, Kur’anı da, hadisleri de onlar bildirdiler. Onun için böyle sualleri gündeme getirmek bile yersizdir.

Bu açıklamalara ilaveten son söz olarak diyelim ki:
(Hazret-i Ali'nin halife olmasını yazacaktı) demek, gaibden haber vermek olur, boş sözdür. Yazsa idi, Hazret-i Ebu Bekir'i yazardı. Çünkü, hasta iken, Hazret-i Âişe'ye (Baban Ebu Bekir'i çağır! Ona yazacağım ki, biri çıkıp, kendisinin Ebu Bekir'den hilafete daha layık olduğunu söylemesin. Allahü teâlâ, bu konuda yalnız Ebu Bekir'den razıdır) buyurduğu Müslim'de yazılıdır. (K. Ayneyn)

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler eshab-ı kiramın hepsini methetmekte, Cennet ile müjdelemektedir. Ehl-i sünnet âlimleri de kıymetli eserlerinde bunları methederek nakletmektedir. Bunları lekeleyen, kötüleyen bir şey yoktur. Âyet-i kerimelerden, hadis-i şeriflerden, bunları küçültecek mana çıkarmak, kalblerin bozuk, niyetlerin kötü olduğundandır. Anladıkları yanlış, zan ettikleri yersiz ve hayaldir. Böyle aldanmaları, safrası bozuk olan hastanın şekerin tadını alamamasına, tatlıyı acı sanmasına benzer. Allahü teâlâ, Al-i İmran suresi, yedinci âyetinde bunlar için mealen, (Kalbleri bozuk olanlar, hakkı örtmek, fitne, fesat çıkarmak için Kur’an-ı kerimden yanlış mana çıkarır, yanlış yola saparlar) buyuruyor. (Reddi Revafıd)

Hazret-i Ömer’e buğzetmek
Sual: Bazı kimseler, hazret-i Ömer’e buğzetmekte, kötülemekte, dil uzatmaktadırlar. Böyle buğzetmek günah değil midir?

Cevap: Konu ile alakalı olarak Menakıb-ı Çihar Yar-i Güzin kitabında deniyor ki:
İmâm-ı Zehrî hazretleri, senetleri ile beraber Abdurrahmân bin Avf hazretlerinden rivayetle, Resulullah efendimizin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Resulullah efendimiz, bir gün Mescid-i Nebevîde, ömürlerinin son günlerinde, kalabalık arasından kalktı, minbere çıktı. Allahü teâlâya hamd ve sena eyledikten sonra;
(Ömer bin Hattâb nerededir) buyurarak, Onu yanına çağırdı ve buyurdu ki:
(Ey Müslümanlar! Bu Ömer-ibnül Hattâbdır. Muhacir ve Ensarın büyüğüdür. Bu o kimsedir ki, Allahü teâlâ bana emir etti ki, ben bunu yardımcı ve meşveret edici olarak aldım. Bu o kimsedir ki, Allahü teâlâ Kur’an-ı kerimi bunun lisanı, kalbi üzerine indirmiştir. Bu o kimsedir ki, acı da olsa, hakkı kabul eder. Bu o kimsedir ki, Allahü teâlânın emir ve yasaklarında, ayıplayanların ayıplamalarından çekinmez. Bu o kişidir ki, şeytan ondan kaçar. Bu odur ki, bunun heybetinden, demir ve çelik erir. Bu odur ki, yarın Cennetin ışığıdır ve Cennet ehlinin mefahiridir. Buna buğzedenin üzerine Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün halkın laneti olsun. Allahü teâlâ buna buğzedenlerden beridir, uzaktır, ben de uzağım.)