Talebenin edebi

Sual: Eski talebeler hocalarına yani mürşid-i kâmile karşı edebe nasıl riayet ederlerdi?
CEVAP
Ahmed Yesevî hazretleri buyuruyor ki:
Talebenin hocasına karşı riayet etmesi gerekli şeylerden bazıları şunlardır:

1- Hocanın, talebelerin hepsinden efdal olduğunu bilmek ve ona tam tâbi ve teslim olmak. Ona uyarak, yiyip içmek veya uyumak, ona uymadan gece sabaha kadar namaz kılmaktan ve her gün nafile oruç tutmaktan daha faydalıdır. Zira birincisinde, uymak ve teslimiyet, ikincisinde ise, kendi kafasına göre hareket etmek vardır.

2-
Talebe, uyanık ve dikkatli olmalı, hocasının söz ve işaretlerini anlamalıdır.

3-
Hocasının bütün sözlerinden ve işlerinden razı olmalı ve ona itaat etmeli.

4-
Hocasının özel hizmetinde veya emrettiği bir hizmeti yaparken gayet atik, dikkatli, ağırbaşlı olmalıdır. İsteksizlik, gevşeklik hâli, hocasının rızasızlığına sebep olabilir. Onun rızasızlığı, silsile yoluyla Resulullah efendimize gider; zira İslam âlimleri Onun vârisleridir.

5-
Sözünde sadık olmalıdır. Hocasının büyüklüğü hususunda hiçbir zaman şüpheye düşmemeli ki, şüphe onun felaketine sebep olabilir.

6-
Hocasına itaatte ve teslimiyette çok titizlik göstermeli.

7-
Hocasının ufak bir işareti ile bütün malını ve mülkünü fedaya hazır olmalı, bunda en ufak bir tereddüt hâli bulunmamalı.

8-
Hocasına ait özel hâl ve sırları gizlemesini bilmelidir.

9-
Hocasının bütün hareket ve sözlerini dikkatle takip edip bunlara uymakta gevşeklik göstermemeli.

10-
Allahü teâlâya kavuşmak yolunda, kendisini vasıta yaptığı hocası için, her fedakârlığa hazır olmalı. Onu sevenlere dost olmalı, sevmeyenlere ve düşmanlarına sevgi göstermeyi öldürücü zehir bilmelidir.

Talebelik kolay mıdır?
Sual
: Eskiden Âlim ve evliya zatlara talebe olunuyormuş. Herkes talebe oluyor muydu? Talebeyi imtihan ediyorlar mıydı? Talebe nelere dikkat ediyordu?
CEVAP
Yunus Emre kırk yıl odun taşır, sırtı yara olur, bir gün kendi kendine (Bu kadar sene çalıştım, fakat hocamız bana bir derece bile vermedi) der.

Bu durum hocasına malum olur. Yunus Emre yine bir gün dağdan odun getirmeye gider. Odunu yükler sırtına, dönüş için koca dağın tepesine çıkar. Burada şehre inmek için dinlenirken, iri yarı genç bir delikanlı yanına gelir. 60 lık ihtiyar olan Yunus Emre'nin odununu alıp tepeden aşağı getirdiği yere yuvarlar. Halbuki Yunus Emre’nin o odunları toplaması birkaç saatini almıştı. Zira eğri odunları almaz, düz odun toplamak için dağ tepe dolaşırdı. Yunus Emre kızar ama sadece “Evladım ben genç olsaydım bu zulmü bana yapamazdın” diye söylenir. Genç delikanlı kerametle hemen şeklini değiştirir, Yunus Emre bakar ki bu genç kendi hocası. Özür dilemeye başlar ama hocası der ki:
Evet, kırk yıldır odun taşıyorsun, ama benlikten kurtulamadın, ben genç olsaydım dedin, eğer BEN demeseydin seni çok yüksek makamlara eriştirirdik.

Tevazuu elden bırakmamalı, benlikten uzak kalmalı ki bir şeye kavuşmalı. Tecrübeli Yunus Emre bir şiirinde der ki:

Tevazu ile gelsin, kimde erlik var ise.
Merdivenden iterler, yüksekten bakar ise.
Kim ki yüksekte gezer, er geç yolundan azar
Dış yüzüne o sızar, içinde ne var ise.
Aksakallı bir koca, hiç bilmez ki hal nice
Boşa gitmesin hacca, bir gönül yıkar ise.

Talebeliğe talip olmak sıkıntıya talip olmak demekti. Bunu her babayiğit yapamazdı. Bunun için talebelik zordur, odun taşıtırlar, ciğer sattırırlar, zehir tattırırlar, hepsine katlanmak gerekir.

Hazret-i Musa Peygamber iken Hızır aleyhisselama talebelik yapmıştır. Onun için âlimler (Talebe, rütbe itibarı ile hocasından üstün olsa da, hocasına tevazu göstermelidir. İlim talebesi, ilme ve ilim öğreten hocasına hürmet etmedikçe, öğrendiği ilmin faydasını göremez) buyurmuşlardır.

Tevazuun aşırı şekline temellük denir. Nefsini zelil etmek demektir. Bunu yapmak caiz olmaz. Temellük, ancak hocaya, üstada, âlime karşı caizdir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Üstad hariç, temellük mümin ahlakından değildir.) [İ. Maverdi]

(Hocaya hürmet eden, Rabbine hürmet etmiş olur.) [İ. Maverdi]

(İlim öğrendiğiniz zata tevazu gösterin!) [Taberani]

Eskiden sadık bir talebe, hocasına hürmet olarak onun kapısını çalmaz, çıkmasını beklerdi. Hocasının hakkının ana-babasının hakkından önce geldiğini bilirdi. Hocasına hürmet göstermedikçe, ilimden fayda görmeyeceğini anlardı. Hocasının yanında izinsiz konuşmaz, konuşmak icap edince de az konuşurdu. Mecbur kalmadıkça sual sormazdı. Hocası, kendisine hitap ederse, ona bakar, başka hiç bir yere bakmazdı. Hocasından hoşuna gitmeyen bir işi görürse, kötü düşünmezdi. Hazret-i Musa ile Hazret-i Hızır’ın kıssasını hatırlardı.

Abdullah-ı Ensari Hirevi hazretlerinin (Ya Rabbi! Dostlarını öyle yaptın ki, onları tanıyan sana kavuşuyor, sana kavuşamayan onları tanımıyor) buyurduğu gibi, Hak teâlânın rızasına kavuşmak için hocasının rızasına kavuşmayı, talebe kendine şart bilmeli. Hocasının kıymetini bilmeli, ona tam teslim olmalı. Cenab-ı Hakkın rızasına kavuşmak için hocasının sohbetini büyük nimet bilmeli.

Talebe edeplerden birkaçını yapamadığı için üzülürse ve edepleri yerine getiremezse, yani uğraştığı halde başaramazsa affa uğrayabileceğini, aksi takdirde edepleri gözetmez ve bundan dolayı üzülmezse, hocasının feyz ve bereketlerine kavuşamayıp helak olacağını bilmeli. Talebe bilmeli ki, hocasının her işi, kendisine iyi ve güzel görünmedikçe, onun yüksekliklerinden hiç birine kavuşamaz. Hocasına sevgi ve bağlılığı olmakla beraber, içinde ona karşı kıl kadar bir beğenmemek bulunursa, bunu felaket bilir. (Mektubat-ı Rabbani)

İlim ve sanat öğretenlerin hakkı büyüktür. Ustasına hürmet eden yoksulluk yüzü görmez. Ustasına hürmet etmeyenin de kazancının bereketi olmaz. Hadis-i şerifte, (Babalar üçtür. Bunların en iyisi ilim öğretendir) buyuruluyor. İlim öğreten zat, baba olarak bildirilmiştir. İlim öğreten üstadın duasını almaya çalışmalı! Hadis-i şerifte, (Babanın çocuğuna duası, Peygamberin ümmetine olan duası gibi makbuldür) buyuruluyor. İlim babası olan üstadın duası, elbette daha kıymetlidir. (İmad-ül islâm)

Hazret-i Ali’nin, (Bana ilimden bir harf öğretenin kölesiyim) buyurması, hocaya hürmetin önemini göstermektedir. Bir harften maksat, ilimden bir meseledir.

İmam-ı Şafii hazretleri, bir çobanı görünce ayağa kalkar. Yanındakiler, (Bu çobana hürmetinizin sebebi nedir?) diye sual edince, (Bu zat, bana kitaplarda bulamadığım ilimden bir meseleyi öğrettiği için, yani benim hocam olduğu için hürmet ediyorum) buyururdu.

Doğru yolu bulmamıza sebep olanlara, bize çok lüzumlu ilimleri öğretenlere, gösterilecek hürmetin önemini idrak etmeye çalışmalıyız! (R. Nasıhin)

Şihabüddin-i Sühreverdi hazretlerinin vasiyetinde yazılı hadis-i şerif şöyle:
(Üstadına hürmet etmeyen, üç türlü belaya maruz kalır:
1- Kendisine bilgi müyesser olmaz.
2- Bildiklerini de unutur.
3- Ömrünün sonunda fakirliğe düçar olur.)

Hoca hakkı, ana-baba hakkından daha üstündür. Çünkü, ana-baba evladı büyütür, bakar. Kötülükten, haramlardan korur. İbadete alıştırır. Hoca ise, hem dünya ve hem de ahiret hayatını kazandırır, din ve diyanetini, Ehl-i sünnet itikadını, farzları, haramları öğretir. Dinini, imanını öğreten ana-babanın hakkı, hoca hakkından da üstündür.

Kendini acındırmak
Sual: (Büyük zatlara kendinizi acındırın) deniyor. Kendimizi olduğumuzdan farklı göstermek, riya olmaz mı?
CEVAP
Kendini üstün ve ihtiyaçsız bilmek bir felakettir. Kendini acındırmak, hâlini, ihtiyacını arz etmek demektir. Aç bir insan hâlini arz etmezse, dertli, derdini bildirmezse, onun hâlini kim bilecek ki? Hâlini bildiren, yalvaran insan, kendine acındırmış olur. Duaya, himmete ihtiyacı olan da, yalvararak hâlini arz etmeli. Duaya, feyze kavuşmanın yollarını aramalı. Mevcut şartları iyi kullanmalıdır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Din büyüklerinin yanına boş olarak gelmelidir ki, dolmuş olarak dönülebilsin. Onların acıması, ihsanda bulunması için, boş olduğunu bildirmek lâzımdır. Böylece feyz, ihsan yolu açılır. Dolu gelmek, daha çok doldurmayı düşünmek iyi olmaz. Çok dolmak, dolduktan sonra daha fazla almak, hastalıktan başka bir şey yapmaz. İhtiyaçsızlık, azgınlığa sebep olur. Şah-ı Nakşibend hazretleri, (Önce hastanın yalvarması lâzımdır. Sonra gönlü kırık olan, ona teveccüh eder) buyurdu. Görülüyor ki, teveccühe, ihsana kavuşmak için, yalvarmak [kendini acındırmak] lâzımdır. (Mektubat 1/157)