Ameller yedi türlüdür

Sual: Aynı günah veya sevap işlendiği duruma göre azalır veya çoğalır mı?
CEVAP
Evet. Bazı yer ve durumlarda, bazı gün ve aylarda farklılık gösterir. Mesela Cuma günü yapılan ibadetler de, günahlar da, iki kat yazılır. Hadis-i şerifte, (Sevaplar içinde Cuma günü ve gecesinde yapılandan daha kıymetlisi, günahlar içinde de Cuma günü ve gecesinde işlenilenden kötüsü yoktur) buyuruldu. Ramazan-ı şerif ayında bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan 70 farz gibidir.
Bunun gibi farklı durumlar hariç, amellerin durumu aynıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(Ameller, yedi türlüdür:
1- İkisinin karşılığı vaciptir.
2- İkisi misli misline karşılık görür.
3- Biri on misli sevaba kavuşturur.
4- Biri yedi yüz misli sevaba ulaştırır.
5- Birinin sevabını ise ancak Allahü teâlâ bilir.

Bunların izahı şöyledir:
1- İtikadı ve amelleri düzgün olana Cennet vacip olur. Müşrik olana Cehennem vacip olur.
2- Bir günah işleyene bir günah yazılır.
3- Bir iyilik işleyen on misli sevaba kavuşur.
4- Malını Allah yolunda harcayana yedi yüz misli sevap verilir.
5- Oruç tutanın sevabını ise Allah’tan başkası bilmez.)
[Hakim]

İbadetlerin, önemine göre dereceleri
Sual: Dinimizde, emirleri yapmak ve yasaklardan sakınmak konusunda öncelik nasıldır, bunların kendilerine göre bir sırası var mıdır?
Cevap:
İslâm dininde ibadetlerin, önemine göre dereceleri vardır ve şöyledir:
Birinci derece: İbadetlerin en kıymetlisi ve en efdali, haramlardan sakınmaktır. Haramı gördüğü zaman, yüzünü çevirenin kalbini, Allahü teâlâ iman ile doldurur. Bir kimse, haram işlemeye niyet eder ve o haramı işlemezse, ona günah yazılmaz. Haram işlemek, Allahü teâlâya karşı gelmek olduğundan, ondan sakınmak da, ibadetlerin en efdali olmuştur. İslâm dininde, hiç kimse, günah ile veya kâfir olarak doğmaz. Zaten, bunu akıl da kabul etmez.

İkinci derece: Farzları yapmaktır. Farzların terki büyük günahtır. Allahü teâlânın yapınız diye emrettiği şeylere farz denir. Farzları yapmak, çok kıymetlidir. Hele farzların unutulduğu, haramların yayıldığı bir zamanda, farzları yapmak, daha çok kıymetlidir. Farzları yapanlara büyük ecir ve mükafatlar vardır.

Üçüncü derece: Tahrimi mekruhlardan, yani harama yakın mekruhlardan sakınmaktır. Tahrimi mekruhlardan sakınmak, vacipleri yapmaktan daha kıymetlidir.

Dördüncü derece: Vacipleri yapmaktır. Vacipleri yapmak da, farz kadar olmasa bile, çok sevaptır. Vacipler, farz olup olmaması şüpheli olan ibadetlerdir.

Beşinci derece: Tenzihi mekruhlardan sakınmaktır. Tenzihi mekruh demek, helale yakın olan mekruhlar demektir.

Altıncı derece: Müekked sünnetleri yapmaktır. Sünnetleri terk etmek, günah değildir. Özürsüz devamlı terk etmek ise, küçük günahtır. Sünneti beğenmemek ise küfürdür.

Yedinci derece: Nafileler ve müstehablardır. Nafileleri yapıp yapmamakta Müslümanlar serbesttirler. Yapmayana, terk edene ceza olmadığı hâlde, iyi niyetle yapana ecir ve mükafat vardır.

Haramlardan sakınmak, önce gelir
Sual: Haramlardan, günahlardan sakınmak, farzları yapmaktan önce mi gelir?
Cevap:
Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“İslâmiyette en kıymetli şey takvadır. Dinin temeli takvadır. Vera ve takva, haramlardan kaçınmak demektir. Haramlardan tamamen kaçınabilmek için, mubahların fazlasından kaçınmalıdır. Mubahları, lazım olduğu kadar, kullanmalıdır. Bir insan, mubah, yani İslâmiyetin izin verdiği şeylerden, her istediğini yapar, taşkınca mubah işlerse, şüpheli şeyleri yapmaya başlar. Şüpheliler ise, haram olanlara yakındır. İnsanın nefsi, hayvan gibi, kendine düşkündür. Uçurum yanında dolaşan, bir gün uçuruma düşebilir. Vera ve takvayı tam yapabilmek için, mubahları lazım olduğu kadar kullanmalı, zaruret miktarını aşmamalıdır. Bu kadarını kullanırken de, kulluk vazifelerini yapabilmek için kullanmaya niyet etmelidir. Mubahların fazlasından kaçınabilmek, bu zamanda, hemen hemen mümkün değildir. Hiç olmazsa, haramlardan kaçınmalı, mubahların fazlasından da elden geldiği kadar sakınmaya çalışmalıdır. Mubahlar, lüzumundan fazla işledikte, pişman olup tevbe etmelidir. Bu işleri, haram işlemeye başlangıç bilmelidir. Allahü teâlâya sığınmalı ve yalvarmalıdır. Büyüklerden biri; “Günah işleyenlerin, boynunu bükmesi, bana, ibadet edenlerin göğsünü kabartmasından daha iyi geliyor” buyurmaktadır.

Haramlardan kaçınmak, iki türlüdür: Birinci kısmı, yalnız Allahü teâlânın haklarına dokunan günahlardan kaçınmaktır. İkinci kısmı, insanların, mahlukların hakları da bulunan günahlardan kaçınmaktır. İkinci kısmı, daha mühimdir. Allahü teâlâ, hiçbir şeye muhtaç değildir ve çok merhametlidir. Kullar ise, pek çok şeye muhtaç oldukları gibi, hasis ve alçaktır. Resûlullah Efendimiz; (Üzerinde kul hakkı olan, mahlukların malına, ırzına dokunan, ölmeden önce helalleşsin, ödesin! Zira o gün altının, malın değeri olmaz. O gün, hak ödeninceye kadar, kendi sevaplarından alınacak, sevapları olmazsa, hak sahibinin günahları, buna yüklenecektir) buyurdu.”

İbni Âbidînde de; “Kıyamet günü, hak sahibi, hakkını affetmezse, bir dank hak için, cemaat ile kılınmış, kabul olmuş yediyüz namazı alınıp, hak sahibine verilecektir” buyuruluyor. Bir dank, yaklaşık olarak, yarım gram gümüştür.