İstifade yolunda en büyük iki engel

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Evliya zatlar, sipariş üzerine konuşmazlar, yani sohbet ederken konuşacaklarını önceden tayin etmezler. Oradakilerin neye ihtiyacı varsa, Allahü teâlâ onun hatırına onu getirir. Herkes rızkını böylece alır. O büyük zatın kendisi de, söylenen şeyin kimin nasibi olduğunu bilmeyebilir. O konuşulanların içerisinden herhangi bir kısmının dinleyenlerden birine dokunmamış olması mümkün değildir. Herkes mutlaka nasibini alır. Yeter ki dinleyen, Allah için dinlesin, yani istifade yolunu kesmesin.

Büyüklerin sohbetinden istifade edip etmemek, tamamen, o gelen feyz ve bereketin önüne engel koyup koymamaya bağlıdır. Sohbete giderken, tam teslim olarak gitmelidir. İhlâsla, istifade etmek niyetiyle dinleyen, mutlaka daha çok istifade eder. İstifade yolundaki en büyük engel: 1- Söyleyen zata güvenmemek. 2- Ondan istifade etmek niyetiyle değil de, nerede ayağı kayacak, nerede yanlış söyleyecek diye şüpheyle, endişeyle, imtihan niyetiyle dinlemektir veya (Biz bunları zaten biliyoruz, başka şeyler anlatsa ya) diye düşünmek gibi şeyler, nasipsizlik alametidir. Bir şeyler öğrense bile, o öğrendikleri asla kalbine yerleşmez ve onu kurtarmaz. Şah-ı Nakşibend hazretleri, (Hocasını imtihan eden, melundur) buyuruyor.

Müminler bir araya geldiği zaman, istese de istemese de, Allah sevgisi mutlaka kalbden kalbe geçer. Ancak, üç kişi bundan istifade edemez. 1- Kâfir. 2- Dinini öğrendiği ve bağlı olduğu hocasını inkâr eden. 3- Hocasını imtihan eden.

İnsan, çok noksandır. Kendini bilmez. Yahut çok az bilir. Aczini, noksanlığını bir anlasa, düzelir, doğru yola gelir, ama (Benim gibisi var mı) dediği müddetçe hiçbir iyilikten nasibini alamaz. Zira kibir, her iyiliğe engeldir.

İnsanın kendini beğenmesi, başkalarını ise beğenmemesi ne kadar çirkin bir şeydir! Değil sadece büyük zatlara, Allahü teâlânın eşref-ül mahlûkat yani en şerefli mahlûk olarak yarattığı insana bile değer vermemek hiç kulluğa yakışır mı? İnsan, Allahü teâlânın emrinde bir köle gibidir. Mümin, yaptığı ibadetleri değil, yapması lazım gelip de yapamadıklarını ve işlediği haramları, mekruhları düşünmelidir. Doğru yaptığımızı zannettiklerimiz de, tevbemiz de, tevbeye muhtaçtır.