Dünyada Cennet hayatı yaşıyoruz
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Doğru iman sahibi olmak, büyük zatları sevmek ve onların yolunda dine hizmet etmek nasip meselesidir. Yani bu nimete kavuşanlar seçilmiş kimselerdir. Bunun nesep ile, kadro veya bordro ile ilgisi yoktur. Yani bu hizmetlere katılmak için illa buralarda maaşlı çalışmak da şart değildir.
Bu yolda mutlaka sıkıntılar olur, fitneler olur, bu yolun kaderi bu. Hem çok şükredeceğiz, hem de sıkıntılara sabredeceğiz. Başka çaremiz yok. Allahü teâlâ, (Kaza ve kaderime razı olmayan, beğenmeyen ve gönderdiğim belalara sabretmeyen, benden başka Rab arasın) buyuruyor. Böyle bir ikazdan sonra bizim şikâyet edecek hiçbir şeyimiz yok.
Bu yolu bize tanıtan büyüklerimize talebe olmaya, onları anlamaya, peşinden gitmeye çalışıyoruz. Zaten büyüklük orada, hakiki saadet orada! Bunun hasedini yapanlara da diyecek bir şey yok. Bu bir paye, makam değil. Bu bir yarış, hizmet yarışı, talebelik yarışı, iman yarışı. Merhum hocamızın el yazılı vasiyeti var. (İnşallah havz-ı Kevser’de buluşuruz) buyuruyorlar. Lâyık olursak orada buluşmaya söz veriyorlar. Aklı olan o topluluğun içinde olmaya çalışır. Başka yerde olmaya çalışmaz.
Birbirimize Allah rızası için muhabbetle bakalım. Mümin, mümine Allah rızası için muhabbetle bakarsa günahları affolur. İkincisi, kalbi temizlenir, dünyayı unutur, muhabbeti artar. Büyüklerimiz razı olur, dua eder, onlar razı olursa, hocaları razı olur, dua eder. Böylece Resulullah efendimize kadar gider. O razı olunca da Allahü teâlâ razı olur, affeder ve Cennetine koyar.
Dışarıdaki bütün zulmete, küfre, fitneye ve sıkıntılara rağmen elhamdülillah çok rahatız. Merhum hocamız yüzlerce defa, (Biz doğru iman sahibi olduğumuz ve Allah’ın dinine hizmet ettiğimiz için, dünyada Cennet hayatı yaşıyoruz) buyurdular. Onun için çok şükredeceğiz ve çok yalvaracağız. (Yâ Rabbî! Bu nimeti elimizden alma!) diye dua edeceğiz. Sonra da, bu nimet elden gitmesin diye çalışacağız. Çalışmak için de, kitap okuyup bu kitapları dağıtacağız ve birbirimizi seveceğiz.
(Dua-i zahrul gayb icabete makrundur) buyuruyor. Yani birinin, bir başkası için, onun gıyabında, karşılıksız, menfaatsiz, tamamen Allah rızası için yaptığı dua kabul olur. Onun için, hem sebeplere yapışmalıyız, hem de birbirimize çok dua etmeliyiz.