Âlim, kitaptan söyleyendir
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Bir kimse dinden bahsederken, (Bu bana aittir, bunu ben söyledim) derse, onun karşısına, yine kendinden bahseden bir başka “ben” çıkacaktır. Sonuçta da ben diyenler, birbirleriyle münakaşa edip, fitne çıkarırlar. Hâlbuki tasavvuf büyükleri, ilmin zirvesinde olmalarına rağmen, kendilerinden zerre kadar bir şey eklemeyip, hep hocalarından nakletmişlerdir. O büyüklerin yolunun esası budur. Onun için bu yolu takip edenlerde fitne olmaz.
Bu yüzden, bu büyüklerin yolunda dinimize hizmet ederken, sakın ola ki, kendimizi, kendi açıklamamızı karıştırmamalıyız. Aksi hâlde, bir başkası da o bilgiyi açıklamaya kalkar. Ama sadece bu büyüklerin sözlerinden nakledersek, hiç kimse bir şey diyemez. Kaset bandı gibi olmalıyız. Boş bir kaset bandında hiç ses yoktur. Eğer bir şey kaydedilirse, o sesi muhafaza eder. Düğmeye basıldığı zaman da, kaydedilen her ne ise sadece onu söyler, hiç ekleme yapmaz.
Makbul insan, Kur’an’dan, hadisten kendi anladığını söyleyen değil, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından nakledendir. İmam-ı Şâfiî hazretlerine, (İmam-ı Mâlik nasıl bir zattı?) diye sorduklarında, şu cevabı verir:
(Çok büyük âlimdi. Bir gün yanındaydım, kendisine otuz küsur soru sordular, yirmi beşine cevap verdi, diğerlerine “Bilmiyorum” dedi. “Bilmiyorum” demesi, onun büyük âlim olduğunu gösterir. O kadar insanın arasında, “Bilmiyorum” diyerek nefsini kırdı. Kaldı ki kanaatime göre onları da biliyordu. Fakat büyük bir İslam âlimi olduğu için, zerre kadar tereddütte olması itibarıyla, cevaplandırmadı. Kaynağını arayıp, kaynağından söylemek için bilmiyorum dedi.)
Şimdi herkes allâme oldu. Üç beş yıllık bir okul bitiren, etiketi olan her şeyi öğrendiğini zannedip, aklınca fetva veriyor ve mantık yürütüyor. Dinde mantık yürütülmez. Peygamber efendimiz neyi bildirmişse, hakiki âlimler nasıl açıklamışsa, din odur. Çünkü Kur’an-ı kerim, bizlere değil, Ona inzal oldu. Kur’an-ı kerimi ve Allahü teâlânın muradını bilen, Peygamber efendimizdir. Kur’an-ı kerimi hadis-i şeriflerle, yaşayışıyla ve ahlâkıyla tefsir etmiştir. Kim Resulullah efendimize tâbi olursa, Kur’ân-ı kerime tâbi olmuş olur. Kur’an-ı kerime tâbi olan da, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymuş olur. İşte ibadet de budur. Kendi arzu ettiğine uymak, kendi arzu ettiği için hizmet etmek, çalışmak, ibadet değildir. İbadet, Rabbimizin emir ve yasaklarına Onun rızası için uymaktır.