İmâm-ı a'zama düşmanlık, ümmetedir

Sual: İmâm-ı a'zam Ebû Hanife hazretlerine dil uzatanlar oluyor, bunlara ne demeli?
Cevap:
Hanefî âlimlerinden ibni Âbidîn hazretleri, Redd-ül-muhtâr kitabında diyor ki:
İmâm-ı a'zamın büyüklüğünün şahidi, mezhebinin en çok yayılmış olmasıdır. Mezhep imamları, Onun sözlerini senet olarak almışlardır. Mezhebinin âlimleri, bu zamana kadar, her yerde Onun sözleri ile fetva verdiler. Evliyadan çoğu, Onun mezhebine uyarak kemale geldiler. Anadolu, Balkan Müslümanları, Hint ve Maveraünnehir yani Türkistan, yalnız Onun mezhebini bilirler. Mecma'ul-bihâr kitabında deniyor ki:
“İmâm-ı a'zamdan Allahü teâlânın razı olduğuna alamet, mezhebinin her yere yayılmasını kolaylaştırmasıdır. Bu işte bir sırr-ı ilâhî olmasaydı, yeryüzündeki Müslümanların çoğu Onun mezhebinde olmazdı.”

Bu ümmetin âlimlerinin çoğu Hanefi mezhebinde idiler. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe, İsa aleyhisselama benzemektedir. Vera ve takva nimetine kavuştuğu ve Sünnet-i seniyyeye uyduğu için, nasslardan ahkam çıkarmakta ve ictihad yapmakta, çok yüksek dereceye ulaşmıştır. Bazı âlimler, Onun bu derecesini anlayamadılar. Onun ictihad ile bulduğu şeyler, çok ince bilgiler olduğu için, Kitaba ve Sünnete uymuyor sandılar. Bu yüce imama, re'y sahibi dediler. Onun ilminin hakikatine yetişemedikleri, Onun anladığını anlayamadıkları için, böyle yanıldılar. Halbuki, imâm-ı Şafii hazretleri, Onun anladığı bilgilerden, az bir şey sezerek, 'Fıkıh âlimlerinin hepsi, fıkıh ilminde, Ebû Hanîfenin talebesidir' dedi. Muhammed Pârisâ hazretleri; 'İsa aleyhisselam gökten inince ictihad ve ameli imâm-ı Ebû Hanîfenin mezhebine uygun düşecektir' buyurdu.”

Mezhepsizler, Ebû Hanîfe hazretleri hakkındaki hadis-i şerifler için Kütüb-i sittede yoktur demektedirler. Halbuki hadis-i şeriflerin sayısı, Kütüb-i sittede bildirilmiş olanlar kadar değildir. Başka hadis kitaplarında da sahih hadislerin bulunduğu söz birliği ile bildirilmiştir. Tirmizî'de yazılı, Ebû Hüreyre hazretlerinin bildirdiği hadis-i şerifte;
(İman Süreyya yıldızına gitse, Fâris ehlinden biri, onu geri getirir) buyuruldu. Bunun, İmam-ı a'zam hazretlerini bildirdiği muhakkaktır. Ebû Hanîfe hazretlerine düşmanlık ise, bu ümmete düşmanlıktır.

Sual: Selefî biri, bana Arapça bir kitapta, Ebu Hanife’nin, (Allah gökte değil) diyen Müslümanlara kâfir dediğini gösterdi. Bir cariye de, (Allah gökte) demiş. Peygamber efendimiz kabul etmiş. Bunlar yanlış değil mi?
CEVAP
Elbette yanlıştır. Selefîlerin yapmadığı sahtekârlık yok. İmam-ı a'zam hazretleri, (Müşebbihe) ve (Mücesseme) fırkalarından değil ki öyle desin. O, Ehl-i sünnettir. Allah'ı bir cisim gibi görmek, ona mekân yani bir yer tahsis etmek çok yanlıştır. Gökleri ve yerleri yaratmadan önce de Allahü teâlâ vardı. Peygamber efendimiz bir cariyeye, Allah'ı nasıl biliyorsun diye soruyor. Cariye, (Hüvallahü fissemâvâti) diyor. Bunu (Allah göktedir) diye tercüme etmek elbette yanlış olur.

En’am sûresinin 3. âyeti olan (Hüvallahü fissemâvâti ve filardı = O Allah, göklerde ve yerdedir) âyet-i kerimesini müfessirler, (Göklerde ve yerde ibadete lâyık yalnız O Allah’tır) şeklinde açıklıyorlar. Cariye, âyet-i kerimeyi okuyor. Yani (Göklerin sahibi, ibadete layık yalnız O Allah’tır) diyor. Cariye âyet-i kerimeye uygun söylediği için Peygamber efendimiz tasdik ediyor. Yoksa, Hristiyanlar veya Necdiler gibi hâşâ (Allah göktedir) demenin küfür olduğu Ehl-i sünnet kitaplarında yazılıdır. (Miftah-ül Cenne)

O âyet-i kerimeyi, (Allah yerde ve göktedir) diye anlamak yanlıştır. Biri, (Falanca benim gözümden düştü) dese, biz gözden düşme deyimini bildiğimiz için, o kişinin bunun yanında itibarının kalmadığını anlarız, ama bu deyimi bilmeyen biri, o kişinin fiziksel olarak gözden aşağı düştüğünü zanneder. İşte Selefîler de, bunları bilmedikleri için (Allah göktedir) diyorlar. Peygamber efendimiz, cariyenin ne demek istediğini hemen anlayıp tasdik ediyor.

Zuhruf sûresinin 84. âyeti, (O gökte ilahtır, yerde ilahtır) diye tercüme edilirse yanlış olur. Allah'ın hem gökte, hem yerde olduğu anlaşılır.

Secde sûresinin 5. âyetini, (Allah, gökten bütün dünya işlerini idare eder) şeklinde anlamak yanlış olur. Vehhâbîlerce çıkarılan mealde bile, (Allah, gökten yere kadar her işi yönetir) diye tercüme edilmiş.

Mülk sûresinin, (Göktekinin sizi yere geçirmesinden, taş yağmuruna tutmasından emin mi oldunuz?) mealindeki 16. ve 17. âyetlerindeki göktekinin hâşâ Allah olduğunu söylemek yanlıştır. İmam-ı Beydâvî hazretleri, (Allah’ın bu âlemin tedbirine vekil ettiği gökteki melektir) buyuruyor.

Kur’an-ı kerimde (Köye sor!) deniyor. Bu, (Köydeki insanlara sor!) demektir. Köyün kendisine sorulmaz ki. Türkçede de (Kalorifer yanıyor) demek (Kaloriferin demirleri yanıyor) demek değildir. (İçindeki su ısınmıştır) denmek isteniyor. Bu deyimleri bilmeyenler, hâşâ (Allah göktedir) diyorlar.

Kur’an’da birkaç âyette, Peygamberimize, (Müminlere kanadını indir) buyuruluyor. Bu âyet de bir deyimdir. Peygamber efendimizin tek veya iki kanadı olduğu anlaşılmaz. (Tevazu göster) demektir.

Taha sûresinin (Rahman, Arşa istiva etmiştir) mealindeki 5. âyetini de, hâşâ (Allah Arşta oturuyor) diye tercüme ederek insana benzetiyorlar. Bir yere oturmak insan ve hayvan gibi mahlukların vasfıdır. Hâlbuki Kur’an-ı kerimde, (O hiçbir şeye benzemez) buyuruluyor. (Şûra 11)

Ehl-i sünnet âlimleri, Arş’a istiva etmeyi, Arş’a hükmetmek olarak açıklamışlardır. İmam-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, mekândan münezzehtir. Allah’ın, Arş’a istiva etmesi, Arş’ı hükmü altına alması demektir. Mesela (Hükümdar, Irak’ı kansız olarak istiva etti) demek, (Irak’ı kansız olarak ele geçirdi) demektir. (İlcam-ül-avam)