İdarecide olması gereken hasletler

Âlimler buyurdu ki:
“İyilik, sevgi kazandırır. Kötülük, düşmanlığa sebep olur. Münakaşa etmek, düşman kazandırır. Uymak, itaat etmek, dostluk meydana getirir. Doğruluk, itimat kazandırır. Emanete riayet, kalb huzuru meydana getirir. Adaletli olmak, kalbleri toparlar ve sevgi doldurur. Zulüm, parçalanmaya, bölünmeye götürür. Güzel ahlak, muhabbete, kötü ahlak, insanların uzaklaşmasına sebep olur. İyilik ve cömertlik, dostluğa, cimrilik, yalnızlığa götürür. Kibirlilik, hiddet, tevazu yükseklik kazandırır. Cömert olmakla kişi övülür. Cimrilik, kötülenmeye götürür. Gevşeklik, zayi olmaya, ciddiyet, işlerin düzenli yürümesine götürür. Aldanmak ve gaflet, pişmanlık sebebidir. Sağlam tedbir almak, ele geçen nimetin devamına sebeptir. Acele etmeksizin istenen şeyler, kolay ele geçer. Konuşmayıp susmakla, heybet husule gelir. Faydalı olmayanı terk ile, fazilet kazanılır.

Her şeyin sonuna bakarak iş görmek, kurtuluştur. Yumuşak olmayan, pişmanlık çeker. Sabreden kazanır. Susan selamet bulur. Korkan çekinir. İbret alan, ileri görüşlü olur. İleriyi gören, anlayışlı olur. Anlayan, bilir. Kendi arzu ve isteklerine uyan, sapıtır. Pişmanlık, acele ile beraberdir. Selamet, teenni ile beraberdir. İyilik eken, neşe ve sevinç biçer. Akıllı kişi ile arkadaşlık eden saadete kavuşur. Cahilin arkadaşı yorulur. Bilmiyorsan sor. Soran kurtulur. Yanıldığında, ondan dön. Kötülük yapınca, pişmanlık duy. Bir şey verince bol ver ki, iyiliğin bol olsun. Kızıp öfkelenince, yumuşaklık göster. Çalışmak, muvaffakiyetin sebebidir. Çalışmakla, başarıya kavuşulur.”

“Kanaat eden doyar”,
“Sükut eden, selamete kavuşur”,
“Kenara çekilen, kurtuluşa erer”,

Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(Allah’ın dinine sımsıkı tutunan, muhakkak doğru yola girmiştir.) [Âl-i İmran 101]

Yumuşaklık şeref, sabır zaferdir. İyilikler hazine, cehalet aşağılıktır. Bütün hikmet sahipleri buyurdu ki: Gücünün yetmeyeceği şeyi yüklenme, sana fayda vermeyen işi yapma, hanımınla gururlanma, malın çok olsa da ona güvenme!

Hazret-i Ömer, idaresi altında olanların hallerini yakından bilirdi. Adalet ile iş görürdü. Kibirli değildi. Özür dileyenin özrünü kabul ederdi. Ayıplarını örter idi. Her bakımdan emin idi. Doğruyu, hakkı ortaya çıkarmak için çalışırdı. Hangi durumda olursa olsun, kuvvetli karşısında zayıfı korur, himaye ederdi.

Devlet adamlarının kuvvetli olması:
Sultanın biri, âlim bir zata sordu:
- Sultanı kuvvetli ve üstün yapan şey nedir?
Âlim zat buyurdu ki:
- Kendisine itaat edilmesi...
- İtaatin esası nedir?
- Sultanın, emrini gözetip çalışan yardımcılarına iyilik ve sevgi göstermesi ve halkına adaletle muamele etmesidir.
- Doğru söyledin, emanet itaatin kalesidir. İtaat etmek de milletin süsü ve ziynetidir. Sultana itaat dört şekilde olur. Ona düşkün olmak, onu sevmek, ondan korkmak, ona baş eğmek.

Halkın devlet başkanına itaati lazımdır. Devlet başkanına itaat etmekte, Allahü teâlâdan korkmak lazımdır. Devlet başkanı da, Allahü teâlâya itaat etmelidir. Adaletli olsun olmasın, devlet başkanına tazim ve hürmet, Allahü teâlâya tazimdendir. İtaat ile birlik husule gelir, Müslümanların işleri düzenli ve tertipli hale getirilir. İtaat etmeyip isyan etmek, devletin temelini yıkmak olur. İnsanlara lazım olan, devlet başkanına itaattir. Çünkü dinin ve halkın salahı, ancak devlet başkanına itaatle olur. Mal, mülk ve namusun muhafazası, ancak devlet başkanına itaatle mümkündür. İtaat etmede sayısız menfaatler vardır. Selamet ve saadet ondadır. En sağlam yol itaat etme yolu olup, milletin bekası, rahatı ve huzuru ondadır. Çünkü itaatle, bütün fitnelerden ve fesatlardan korunmuş olur. Allahü teâlâ kendine itaatle, Resulüne itaati bir tuttu. Kur’an-ı kerimde, Nisa suresinin 59. Âyet-i kerimesinde mealen; (Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız, onu Allah’a ve Resule götürün [müctehid âlimler Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere göre halletsin]; bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir) buyuruldu. İtaat etmeyen, nimete şükretmemiş demektir. İdareciler olmasaydı, halk felakete düşüp helak olurdu.

Hazret-i Ali buyurdu ki:
Kalbler, bir kaba benzer. O kalblerin en hayırlısı, içinde hayır olanıdır. Sana söyleyeceğim şeyleri ezberle. İnsanlar üç kısımdır: Rabbani olan âlimler, kurtuluşa ermek için çalışanlar, bir de esen rüzgara göre hareket eden ahmak kimseler olup, bunlar; ilim nuruyla aydınlanmamış, sağlam bir barınağa sığınmamış olanlardır. İlim, mal ve mülkten hayırlıdır. İlim, seni gözetir, korur. Sen, malı gözetirsin. İlim, öğrenmekle çoğalır. Mal, vermekle azalır. İlim hakimdir. Mal, gözetilmeye mahkumdur.

İlim aşkı ibadet olup, onun ile Allahü teâlâya nasıl ibadet edileceği öğrenilir. Hayatta iken ilim ile, taat ve ibadet yapılır. Mal sahipleri, daha hayatta iken ölmüşlerdir. Âlimler, her zaman bulunacaktır. Onların sevgisi, kalblerdedir. Âlimin vefatıyla, ilim yok olur. (Onun için, âlimin ölümü; âlemin ölümü dendi.) Fakat yine yeryüzü, doğruyu gösteren âlimden mahrum kalmaz. Onlar sayıca az, fakat Allahü teâlâ katında dereceleri çok yüksektir. Kalblerinde hikmetler gizlidir. Kendilerini arayanların kalblerine iman tohumları ekerler. Mübarek vücutlarıyla dünyadadırlar. Fakat kalbleri, Allahü teâlâya bağlıdır. Onlar, Allahü teâlânın yeryüzünde halifeleridir, emin ve güvenilir kullarıdır. Onlar, Allahü teâlânın dinine davet ederler. Onları görmeye can atmak lazımdır. Ah, onları görmekle şereflenmek ne güzeldir.”

Nasihat etmek: Bilmelidir ki, Müslümanlara ve bütün insanlara nasihat etmek, doğruyu göstermek ve öğretmek, peygamberlerin sünnetidir. Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde, bütün Peygamberlerini nasihat edici olarak gönderdiğini bildirdi. Resulullah efendimiz üç defa (Dinin temeli nasihattir) buyurdu.

Müslümanlara nasihat; onlara şefkatli olmak, büyüklerine hürmet ve hizmet, küçüklerine merhamet göstermektir. Onların sıkıntılarını gidermek ve kendilerini saadete çağırmaktır.

Bütün insanların İslamiyet’i sevmeleri için nasihat; onları imana davet etmek ve küfrün kötülüğünü anlatmaktır. Hazret-i Ömer buyurdu ki: Kusurlarımı bana gösteren kişiye Allahü teâlâ rahmet etsin!

Ömer bin Abdülaziz hazretleri, bir zata, “Bende olan hoşlanmadığın şeyleri bana söyle! Kişi, arkadaşının beğenmediği şeyleri onun yüzüne söylemedikçe nasihat etmiş olmaz” buyurdu.

Abdullah bin Vehb buyurdu ki:
“Kişinin, beğendiği şeyi, başkası için de beğenmesi güzel olur. Kendisine faydası olmayanın, başkasına faydası olmaz.”

Akıllı ve ağırbaşlı olmak:
Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde hilm sahiplerini övdü. Hazret-i Yahya, İsa aleyhisselama sordu:
- Dünya ve ahirette en şiddetli olan şey nedir?
- Allahü teâlânın gazabıdır.
- Beni Allahü teâlânın gazabından koruyan şey nedir?
- Gazabı terk etmendir.
- Gazabın, öfkenin başlangıcı ne iledir?
- Büyüklenmek, insanlara karşı övünmek iledir.

Hazret-i Ömer, yerden bir yaprak alıp “Keşke bunun gibi olaydım. Keşke anam beni doğurmasaydı” der, Allah’tan çok korkardı.

Hazret-i Ebu Bekir, ağaca konmuş bir kuşa “Ne mutlu sana ey kuş! İstediğin zaman uçar, istersen bir ağaca konar, istediğin zaman meyve yersin. Üzerine ne bir hesap, ne de bir ceza var. Keşke ben de senin gibi olsaydım” derdi.

Hazret-i Ali, Sıffinden Kufe’ye dönerken, şehrin girişinde bir kabri sordu. Oradakiler, “Habbab bin Eretin kabridir” dediler. Kabrin başında durup “Allahü teâlâ, Habbab bin Erete rahmet etsin. İsteyerek Müslüman oldu. Yaya olarak hicret etti. Mücahid olarak yaşadı. Bedenini bu yolda harcadı. Allahü teâlâ, güzel amel işleyenlerin ecrini zayi etmez” dedikten sonra, yürümeye başladı. Birkaç adım sonra kabirlerin önünde durup dedi ki: “Ey yalnızlık ve ıssızlık ehli. Allahü teâlânın selamı üzerinize olsun. Sizler bizim selefimizsiniz. Bizler, sizlerin takipçileriyiz. Yakında sizlere kavuşacağız. Ya Rabbi, bizleri ve onları bağışla. Bizlerden ve onlardan azabını uzaklaştır. Öleceğini daima hatırlayana ve hesap için hazırlanana, aza kanaat edene ve Allahü teâlânın takdirine razı olanlara müjdeler olsun.” Hazret-i Ali bundan sonra arkadaşlarına dönüp “Eğer kabir ehli konuşacak olsaydı, ahirete götürülecek en hayırlı azık takva derlerdi” buyurdu.

Halife Ebu Cafer Mensur, hacca geldiğinde Süfyan-ı Sevri hazretleri ile birçok meseleleri istişare etmek istiyordu. Ebu Mensur, ona sordu:
- Niçin yanımıza gelmiyorsunuz, seninle istişarede bulunur, şunu yapın dediklerinizi yapar, yapmayın dediklerinizi yapmayız.

Süfyan-ı Sevri hazretleri sordu:
- Bu hac seferi için ne kadar para harcadınız?
- Bilmiyorum, vekillerim ve vezirlerim bilir.
- Yarın Allahü teâlânın huzuruna çıktığında bundan sorulunca ne mazeret bulacaksın? Halbuki Ömer bin Hattab hac yaptığında kölesine; “Bu seferimizde ne kadar harcadık?” diye sordu. Köle; “Ey müminlerin emiri 18 dinar” dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer; “Yazıklar olsun bize” buyurdu.

İmam-ı Zühri diyor ki: “Süleyman bin Abdülmelike denildi ki; “Ey müminlerin emiri! Benden dört kelime işit ki, bu dört kelimede; senin dininin, saltanatının, ahiretinin ve dünyanın salahı [doğruluğu] vardır. Bunlar; kimseye, yapmayı istemediğin bir şeyi vaat etme. Çetin meselelerin kolayca hallolması seni gururlandırmasın. Bil ki, her amelin bir karşılığı vardır. Âkıbetten sakın! Daima takva üzere bulun!”

Süleyman bin Abdülmelik, Ebu Hazım Seleme bin Dinar hazretlerine sordu:
- Bu halifelik meselesinde kurtuluş yolu nedir?
- Eğer dediğimi tatbik edersen kolaydır!
- O nedir?
- Ancak helal olan şeyleri al. Onları hakkı olan yerlere sarf et.
- Buna kimin gücü yeter?
- Allahü teâlânın seni tayin ettiği yere, tayin edilen kimsenin gücü yeter.
- Bana nasihat eder misin?
- Ey müminlerin emiri! Bu iş (sultanlık), sana ancak ölüm karşılığı verildi. Senden öncekiler de böyle idi. Ölüp, bu işten uzaklaştılar. Rabbinin emrettiklerini yapıp, yasak ettiklerinden uzaklaşma hususunda her zaman dikkatli ol. Ne infak etmişsen, o şey seni hayra veya şerre götürür. Sen dilediğini seç!

- Bir ihtiyacın varsa, söyle onu halledeyim.
- Ben ihtiyaçlarımı, senden daha kadir olana havale ettim. Beni neden men etti ise ona razı oldum. Allahü teâlâ, Zuhruf suresinin 32. âyet-i kerimesinde mealen; (Rabbinin rahmetini onlar mı bölüyorlar? Onların bu dünya hayatındaki geçim rızıklarını aralarında biz böldük) buyuruyor. Kim, Allahü teâlânın çok verdiğini azaltabilir veya az verdiğini çoğaltabilir? Buna kimin gücü yetebilir ki!
Bunları dinleyen Süleyman bin Abdülmelik çok ağladı.

Sual: İdarecilerin, emirleri altında bulunanların verdikleri sıkıntılara sabredip katlanmaları mı, yoksa ceza vermeleri mi gerekir?
Cevap: Verilen sıkıntının, zararın ve işlenen suçun durumuna göre hareket edilir. İnsanlık sıfatları sebebi ile verilen sıkıntılar hakkında Eshab-ı kiramdan Enes bin Mâlik hazretleri buyuruyor ki:
“Resul aleyhisselamla birlikte gidiyorduk. Üzerinde bürd-i Necrânî yani Yemen kumaşından bir palto vardı. Arkadan bir köylü gelip yakasından öyle çekti ki, paltonun yakası mübarek boynunu çizdi, yeri kaldı. Resul aleyhisselam geriye döndü. Köylü zekat malından bir şey istedi. Resul aleyhisselam onun bu hâline güldü ve ona bir şey verilmesi için emir buyurdu.”

Tetimmet-ül mazher kitabında, bu hadise hatırlatılarak deniyor ki:
“Buradan anlaşılacağına göre, insanların başında bulunan kimsenin, Resul aleyhisselama uyarak bunların eziyet ve sıkıntılarına katlanması lazımdır. Zaten sıkıntıya katlanmak herkes için iyi bir huydur. Üstlerin katlanması ise daha güzel olur.”