Zulmeti temizlemenin yolu
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Âhir zamanda bütün dünyayı küfrün zulmeti kaplar. Herkes bu havayı teneffüs etmeye mecbur olur. Bu pisliği çıkartmanın, bundan kurtulmanın yolu, birkaç arkadaş bir araya gelince dinden, imandan, Allahü teâlânın sevgili kullarından bahsetmektir. Böyle yapınca bu pislik çıkar, insan temizlenir, rahatlar.
Peygamber efendimiz dört büyük halifeyle mahşerde beraberken, bir grup günahkâr Müslüman karşılarında bulunurlar.
Hazret-i Ebu Bekir, (Yâ Rabbi bu günahkâr kulların içinde doğru sözlü olanlar varsa bunları affet) der ve doğru sözlü olan günahkârlar affolur.
Sonra Hazret-i Ömer, (Yâ Rabbi bu günahkâr kulların içinde adaletli olanlar varsa bunları affet) der ve adaletli olan günahkârlar affolur.
Sonra Hazret-i Osman, (Yâ Rabbi bu günahkâr kulların içinde haya sahibi olanlar varsa bunları affet) der ve haya sahibi olan günahkârlar affolur.
Sonra Hazret-i Ali, (Yâ Rabbi bu günahkâr kulların içinde mert olanlar varsa bunları affet) der ve mert olan günahkârlar affolur.
Sonra Peygamber efendimiz, (Yâ Rabbi fakir olan kullarını affet) der ve fakirler dâhil hepsi affolur.
Rabia-i Adviyye hazretleri, çok çile çekti. Ama o çileden sonra da evliya oldu. İnsanlar çileyi, üzüntüyü sevmiyor. Hâlbuki ilaç orada! İlacı kimse sevmez. Ama ilaç acı da gelse, kurtulmak için şarttır.
Allahü teâlânın en razı olduğu kul, kullarını üzmeyendir. Onlara yük olmayandır. İnsan faziletler sahibi olup, faziletler dilinden dökülüyorsa, hâli bu söylediklerine uymuyorsa, o tehlikelidir. Hem kendi için, hem başkası için. İnsanlar örnek insan ararlar. Ona kendini benzetmek, onun gibi olmak, onu örnek kabul etmek, ona saygı duymak, bu, insanın tabiatında vardır. Örnek insan, fedaidir. Feda etmiştir kendisini, insanlar için, dinimiz için... Her bakımdan kendisini feda etmiştir. Artık o kendisi için yoktur. İnsanlara hizmet için vardır. İşte böyle mübarek insanlar, cünun [delilik] derecesinde kendilerini vakfettiler, hiç bir şey düşünmediler. Yalnız Allahü teâlâyı ve Onun dinini düşündüler. Onun kullarına bu nimeti ulaştırmayı düşündüler. Ancak bu şekilde, İslamiyet bize kadar sağlam olarak geldi. İslamiyet fedakârlık ister, vefakârlık ister, çile ister.
İman nimetinin bizden gitmemesi için Rabbimize gece gündüz şükredelim. Bize kadar gelen emaneti bizden sonra gelenlere Allah rızası için aktarmaya çalışalım. Çünkü yarın ahirette Cenab-ı Hak, “Ey kulum, senin kurtulman için binlerce kulum, yüz binlerce kulum feda etti kendini. Kale kapılarında, surların önlerinde, meydanlarda, savaşlarda her yerde can, kan, mal, hepsini feda ettiler. Peki sen ne yaptın?” derse insan cevap veremez. Nimet ne kadar büyükse, onun getirdiği mesuliyet de o kadar büyüktür. Rabbimizin huzuruna kul hakkıyla gitmeyelim. İşte kul haklarından biri de bu.
Kelime-i tevhid bütündür. Herkes Allah diyor. Kâfirler de zorda kalınca Allah diyor. Ama Muhammed (aleyhisselam) demiyor. O zaman da iman olmuyor!