Örnek Kaynana-6

Ömer, Salih’le konuşmasından sonra, içinde eski samimi olduğu arkadaşlarına karşı bir soğukluk hissediyordu. Arkadaşlarının hepsi aynı fikirde değildi. Kimi Libya’yı tutuyor, kimi Suudi Arabistan’ı örnek alıyordu. Aralarına devrimciler de girip, devamlı hür ülkeleri kötülüyorlardı. Ayrıca, şahsi çıkarları için dini istismar edenler de vardı. Hiçbir şeyden haberi olmayan, sırf Allah dedikleri için bunların peşlerinden giden zavallı kimseler de vardı. Böyle saf kimseler buradan nasıl kurtulabilirlerdi? Ömer, bunları düşünürken arkadaşı Haydar’la karşılaştı. Haydar:
— Salih, dedi. Çoktandır görüşemiyoruz. Nerelerdesin?

— Ders çalışıyorum. Evde de bazı işlerimiz var.

— Gel derneğe gidelim!

Salih, hayır diyemedi. Beraberce gittiler.

Dernekte birkaç kişi oturmuş çay içiyorlardı. Faysal yüksek sesle:
— Arkadaşlar, dedi, bu gece benimle slogan yazmaya kim gelecek?

Haydar cevap verdi:
— Ben varım.

— Başka yok mu, dedi. Faysal.

Ömer söze karıştı:
— Gündem tespit edilsin, hangi sloganlar düşünülüyor, nerelere yazılacak? Emir kim olacak? Bunlar karara bağlansın, gidecek insan bulunur.

Haydar, Ömer’in teklifine itiraz etti:
— Emire memire ne gerek var?

Ömer izah etmek gereğini hissetti:
— Kardeşim, üç kişi bir araya geldi mi, içlerinden birini emir seçmek sünnettir, emire uymak ise vacibdir. Birimiz şu sokağa yazılsın deriz, birimiz öbür sokağa deriz. Kimi, boya yeşil olsun der, kimi kırmızı olmasını ister. Böylece bir başıboşluk olur. Disiplinli bir bölük, disiplinsiz bir alaydan üstündür. Keza sloganların yazılmasında da anlaşmazlık çıkabilir; hatta slogan yazılmasını gereksiz görenler de olabilir. Şu oturuma bir başkan seçsek, bu hususta görüşme açsak... Ne dersiniz?

Hüsnü ayağa kalktı:
— Ömer’in teklifini şahsen olumlu karşıladım. Görüşme açılmasını kabul edenler, etmeyenler?

Hepsi, kabul diye el kaldırdılar.
— Oy birliğiyle kabul edilmiştir. Şimdi de oturum için bir başkan seçelim. Kimleri gösteriyorsunuz?

Herkes bir ağızdan konuştu:
— Seni seçtik.

Hüsnü kendisine gösterilen teveccühe memnun oldu:
— Arkadaşlar, başkan mutlaka en iyi kimse olmayabilir. Hadis-i şerifte, başımızdaki kimsenin Habeşli bir köle bile olsa itaat edilmesi emredilmektedir. Gündemi tespit edelim. Slogan yazmakta bir sakınca var mı?

Ömer söz aldı:
— Düşmana kendi silâhıyla karşılık vermek gerekir. Ancak başkalarına zarar vermemek şartıyla... Meselâ kâfirin duvarına yazsak, hakkını ödemek kolay mı? Müslümanın duvarına yazsak, mümine eziyet haramdır. Yazılacak uygun yerler bulmak da, pek kolay değil.

Faysal bu fikre itiraz etti:
— Yazıları yeni yazmıyoruz. Kaç yıldır yazılarımıza itiraz olmadığına göre, demek ki gerekli fetva verilmiştir. Yazalım mı, yazmayalım mı tartışmasını bırakıp yazılacak sloganların tespitini görüşelim!

Başkan teklifi oylamaya sundu:
— Kabul edilmiştir. Şimdi sloganlar için tekliflerinizi bekliyorum.

Faysal söz aldı:
— Bizler için en uygun olanı “Tek önder Peygamber”, “İslâmcılar, Kur’anda birleşelim” ve “Kurtuluş İslâm’da” sloganlarıdır.
* * *
Mustafa, Salih’le konuştuktan sonra içine bir şüphe düştü. Konuşmaları göz önüne getirdi. Müslümanlığın hak olduğuna inanmaya başladı; ama bu düşüncesini kimseye açamıyordu. Devrimci arkadaşlarına söylese öldürebilirlerdi. Mitinglere duvarlara yazı yazmaya Mustafa’yı da çağırıyorlardı. Gitmese olmazdı. Gitse, inancına ters düşüyordu. Salih’i bulup durumunu anlattı. Salih dedi ki:
— Buradan başka bir şehre gitme imkânın olmadığına göre, ayağına alçı sardır. Arkadaşların görünce, ayağının kırıldığını, altı ay alçıyla durmak ve hareket etmemek gerektiğini anlatırsan senden vazgeçebilirler.

Mustafa eve dönünce gelip ayağını alçıya aldırdı. Devrimci arkadaşlarına mektup yazarak ayağının kırıldığını bildirdi. Onlar da ziyaretine gelince durumu gördüler. Bir daha da arayıp sormadılar.

Salih’i ayarlamak için çeşitli gruplar rahat bırakmadığı gibi, kızlar da arkasını bırakmıyordu. Çeşitli bahanelerle yanına gelip bir şeyler soruyorlar, güya bir şeyler öğreniyorlardı; ama Salih çok ciddi olduğu için kısa cevaplar veriyor, hiç birine iltifat etmiyor, yüz vermiyordu. Salih eve gelip annesine kızların rahatsız ettiğini söyleyince, onların şerrinden kurtulmak için uygun bir kız aramaya başladı.

Namazını kılan ve okul dışında başını örten Sevim, Salih’i tenhada görse hemen ilân-ı aşk edecekti. Sevim, konuşma fırsatını bulamayınca mektup yazmayı düşündü. Evlerine gidip pembe bir kâğıda mektubu yazdı. Fatih postanesinden attı.

Salih evde ders çalışırken kapının zili çalındı. Arkasından, “Posta” diye bir ses işitildi. Salih kapıya çıktı. Postacı bir mektup uzattı. Pembe bir zarf… Yanlışlık var mı, diye adresi okudu. Evet, zarfın üstünde Salih Öksüz diye yazıyordu. Mektubu alıp içeri gelince merakla açıp okumaya başladı.

“Kıymetli Salih Bey,
İlk defa bir erkeğe mektup yazdığım için nasıl yazılacağını, nereden başlanacağını bilemiyorum. Hatalarımı samimiyetime bağışlayacağından eminim. Kendimden bahsetmeden önce, sizden bahsetmek istiyorum.


İki senedir beraber okuyoruz. Ben hiçbir kızla şakalaştığını bile görmedim. Ciddiyetine hayran oldum. Namaz da kılman, beni çok sevindirdi. Okulda konuşmaya hiç fırsat bulamadım. Mektup yazarak rahatsız ediyorum. Umarım bağışlarsın. Benim durumumu da biliyorsun. Alışılagelenin tersine bir kızın, bir erkeğe mektup yazması belki uygun karşılanmaz. Hazret-i Ömer’in kızını evlendirmek için damat aradığı da malum. Sırf evlenmek niyetiyle, bir kızın mektup yazması yadırganmamalı. Nedense çok kıskancım. Bir erkeğin bir kızla konuşmasına tahammül edemiyorum. Bildiğiniz gibi bizim sınıfta kızlarla konuşmayan erkek yok gibidir. Eğer sen de erkeklerle konuşmayan bir kız arıyorsan emrine amadeyim. Mektup yazmak istersen, evimizi biliyorsun. Annemden başka kimse yoktur. Yani mektup yazmanın mahzuru yoktur. Mektup yazmazsan okula gelince evet dediğini bildirirsin. Müjdeli haberini sabırsızlıkla bekliyorum.”


Salih, mektubu okuduktan sonra, böyle bir şeylerin olacağını tahmin ediyordu. Korktuğu başına gelmişti. Ne yapacaktı? Bu düşünceler içindeyken annesinin sesi duyuldu:
— Oğlum, mektup kimden geliyor?

— Sevdiğim kızdan anne.

— Gelininden desene oğlum!

— Gelin olacak biri değil anne.

— Nasıl biri? Niye sana mektup yazıyor? Seni tanımıyor mu?

— Biraz tanıyor. Onunki de bir ümit. Şimdiye kadar kaç kişinin kapısını çalmıştır. Bizim sınıfta uygun bir kız yok. Zaten okuyan kızların içinde öyle uygununu bulmak da imkânsız gibi... Mektubu yazan kızın okulda konuştuklarını duyunca yerin dibine geçeceğim geliyor. Hiç hayâ nedir bilmiyorlar. Bunlardan ev hanımı olmaz. Namaz kılıyor, dışarıda kapanıyor ama hayâ perdesi yırtılmış.

— Oğlum, evlenince belki ıslah olur. Hristiyan kızını alıp da yola getiriyorlar. Bu da yola gelebilir.

— Anne ihtimal üzerine bina kurmak uygun olur mu? Terbiyeli birini aramak varken, elin vahşisini evcilleştirmeye uğraşmak doğru olur mu?

— Oğlum kendin bilirsin.

— Anne sadece bu kız değil, çeşitli kızlar rahatsız ediyor. Parmağıma nişan yüzüğü mü taksam, faydası olur mu ki?

— Yüzük takmak nereye kadar faydalı olur ki? En uygunu her zaman söylüyorum. Beğendiğin birini bulup nişan yapmak...

— Anne sen ara! Kendine göre uygun birini bulursan bir de ben görürüm. O zaman kararımızı veririz. (Devamı bir sonraki sayfada)