Salih, elinde bir levha ile benzi soluk bir halde eve geldi. Rahatsız olduğu anlaşılıyordu.
— Anne, dedi.
Şöyle divanın üzerine biraz yatayım. Belki başımın ağrısı geçer.
Sağ yanı üzerine divana yattı.
Saliha Hanım ile Ayşe, gelen levhaya merakla baktılar. Çok hoşlarına gittiğini söylediler. Salih uyuduktan sonra levhayı duvara asmak istediler. Ayşe, bir çivi ile bir çekiç aldı. Saliha Hanıma, (Levhayı şöyle asayım mı?) diye sordu. Saliha Hanım, başı ile tasdik etti. Ayşe, çiviyi çakarken, elinden çekiç düştü. Salih’in kaşının üstünden kanlar akmaya başladı. Ayşe, (Ayy) diye bağırdı. Salih ne olduğunu anlayamadı. Saliha Hanım:
— Oğlum, elimden çekiç düştü dedi.
Ayşe’ye hemen tentürdiyot getirmesini söyledi. Ayşe, ecza dolabından mersol ve oksijenli suyla biraz da pamuk getirdi. Saliha Hanım, yarayı oksijenli su ile yıkayıp biraz da üstüne mersol sürdü. Pamukla yarayı kapattı. Pamuk düşmesin diye yarayı sardı.
Saliha Hanım, Ayşe’ye işaret ederek konuşmamasını söyledi. Oğluna, duvara çivi çakarken kazaen elinden çekiç düştüğünü söyledi. Salih:
— Anne, dedi.
Çiviyi Ayşe çaksaydı belki düşürmezdi.
— Ben çakayım demiştim.
Salih, çok geçmeden derin yarasına rağmen yavaşça kalkıp abdest almaya gitti. Yarasının üzerini mesh ederek abdestini aldı. Misafir odasına girip ikindi namazını kılmaya başladı; ama Ayşe’yi bir üzüntü kaplamıştı. Saliha Hanıma yavaşça dedi ki:
— Anne, niye çekici ben düşürdüm dedin?
— Kızım sen daha yeni sayılırsın. Aranızda bir soğukluğa sebep olmaması için öyle söyledim. Beni nasıl olsa tanıyor. Bana bir şey demez. Hem ben gördüm. Bunda senin suçun yok. Kazaen oldu. Ha sen düşürdün, ha ben. Çekiç benim elimden de düşebilirdi.
***
Devrimci Kaya, Salih’in zeki bir genç olduğunu biliyor, onunla birkaç defa görüşerek, devrimci olması için ikna etmeye çalışıyordu. Kaya, Salih’e dedi ki:
— Gel bizimle derneğe uğrayalım, sana bir kitap vereyim.
— Ben öyle yerlere gitmek istemem. Sen bir ara uğrar bana getirirsin.
— Dernekte kimse yoktur. Bir girip çıkarız.
Salih istemeyerek Kaya ile Tüm-Sol-Der lokaline gittiler. Kitabı alıp çıkarlarken, birkaç devrimci militan daha geldi. Salih’le şakalaştılar. İçlerinden biri Salih’e bir tabanca uzattı.
— Al eline şunu da, cesaretin artsın.
Salih itiraz etti:
— Bırakın, benim tabancayla silahla işim yoktur.
— Al al korkma! Patlamaz. Şeytan doldurmaz.
Gülüşerek tabancayı Salih’in eline verdiler. Az sonra flaş patladı. Salih’in resmini çektiler. Salih:
— Ne oluyor dedi.
— Ne olacak bir hatıra resmi çektik. Sen hocasın, ayağında bereket vardır. Resmini lokalimize asarsak işlerimiz rast gider.
Salih geldiğine pişman olmuştu. Tabancayı masanın üstüne koyarak çıktı.
Kaya, Salih’in konuşmalarının etkisi altında kalıyor, acaba demekten kendini alamıyordu. Salih’in varlıkların yaratılışını anlatması, insandaki organların tesadüfen olmadığını, kâinattaki hareketlerin muazzam şekilde olduğunu, bu nizamın bir yaratıcısının olabileceğini düşünüyordu.
(Ya Cennet ve Cehennem varsa benim halim ne olacak?) diyerek Salih’in okula gelmesini bekliyordu. Salih okula gelince, bir kenara çekilip dedi ki:
— Okumam için bana bir kitap verir misin?
— Nasıl bir kitap istiyorsun?
— Bana anlattığın şeyleri yazan bir kitap...
— Ciddi mi konuşuyorsun?
— Elbette ciddi konuşuyorum.
— Sen din kitabını ne yapacaksın? Din kitapları gerilla savaşından bahsetmez. Sadece dünya ve ahiret saadetinden bahseder.
— Ben de dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşmak istiyorum.
Kaya ile Salih, Veznecilerden konuşarak Fatih’e kadar yürüdüler. Salih, eve gelince bahsettiği
Herkese Lazım Olan İman kitabını Kaya’ya verdi.
Kaya, teşekkür ederek, kitabı aldığı gibi hemen evlerine hareket etti. Geceli gündüzlü durmadan okumaya başladı. Bir süre sonra bir deftere tuttuğu bazı notlarla Salih’in yanına geldi. Salih, notlar hakkında bazı izahlarda bulundu. Kaya dedi ki:
— İçimde bir şüphe vardı. Kitabı okuduktan sonra şüphe kalmadı. Allahın var olduğuna inandım. Benim annem, babam namaz kılar. Cahildir diye onlara inanmıyordum. Gerçekten onların da bazı noksanlıkları varmış. Bu noksanlıkları sebebiyle onlara itimadım yoktu. Şimdi İslâmiyet’in sadece bir inanç sistemi olmadığına inandım. İyi bir insan olmak için çalışıyorum.
— Açıktan namaz kılmaya başlayacağım. Hepsini Müslümanlığa davet edeceğim.
— Ama bu zamanda böyle hareket etmek doğru olur mu?
— Doğru olmasa da haydi gelin diye herkese bağıracağım.
— Bana sorarsan böyle hareket etmen sana zarar verir. Kitapta da okumuşsundur. Emr-i maruf yaparken yani iyiliği tavsiye ederken dikkatli olmak gerekir.
— Nasıl dikkat etmelidir?
— Bugüne kadar sana Allah’a inan, namaz kıl dedim mi?
— Demedin.
— Deseydim kabul eder miydin?
— Peşinen, bütün fikirlerini kabul etmiyordum. Gerçekten ters tepki yapardı.
— Şimdi de yapılacak iş, namaz kıldığını bilseler bile onların gözü önünde namaz kılmamalıdır. Bir bahane bulup onlardan irtibatı kesmek gerekir.
— Onlarla irtibatı kesmem zordur. Beni öldürürler.
— Başka şehre git!
— Nereye gitsem beni bulurlar.
— Bir kaza geçirme süsü ver. Hasta olduğunu onlara bildir. Belki böylece irtibatın kalmaz.
Kaya, yeni adıyla Faruk, Salih’ten ayrılıp düşünceler içinde Beyazıt camisine gitti. Abdest aldı. İkindiyi kılıp çıktı. Camiden çıkarken devrimci arkadaşlarından ikisi gördü. Alaylı bir şekilde sordular:
— Kaya, hoca mı oldun?
— Anamın, babamın ve ecdadımın yoluna gitmek istiyorum.
— Geçmişe değil, geleceğe bak! Gerici değil, ilerici ol!
— Bir karıncayı, hatta bir buğday tanesini bile yaratamayan insanların değil, her şeyi yoktan yaratan Allah’ın yoluna gidiyorum.
— Bu sözleri nereden öğrendin?
Faruk münakaşanın fayda vermeyeceğini bildiği için konuşmayı uzatmak istemedi. Susmayı tercih etti; ama arkadaşları konuştu:
— Bu yoldan dönenin sonunu bilirsin.
— Biliyorum, sonu ölümdür; ama imansız yaşamaktansa imanlı ölmeyi tercih ederim.
— Peki, seni arzuna kavuşturmak kolaydır.
Ayrıldılar. Faruk, düşünceler içinde memlekette bulunan anne ve babasına bir mektup yazdı. Onlara namaz kıldığını müjdeledi. Salih’in iyi bir insan olduğunu, onun vasıtasıyla hidayete kavuştuğunu bildirdi; ama devrimci arkadaşlarının kendisini öldürebileceğini de yazdı.
(Devamı bir sonraki sayfada)