Sevgi varsa kural işlemezmiş

Sual: (Günah denilen şeyler, bizi Tanrı’dan uzaklaştıran hareketlerdir. Sevgi ve aşkın olduğu yerde kurallar biter; çünkü gerçek sevgi, Tanrı demektir. Cennet ve Cehennem bu dünyadadır. Yunus Emre, “Yaratılanı hoş gördük Yaratandan ötürü. Ben dost cemalin görmüşem, huri cinanı neylerim” diyor. Cennet olsaydı, böyle der miydi? Mevlana da, “Helal haram ölene kadardır. İlahi aşkın sonu yoktur” diyor. Önemli olan, haram helal değil, ilahi aşktır. Sevgi olunca namaza, oruca ve diğer ibadetlere gerek yoktur) diyenler oluyor. Bu sözler küfür değil mi?
CEVAP
Evet, açıkça küfürdür. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kâfirler, “Peygamber size, ölüp kemikleriniz çürüyüp toz toprak olduktan sonra, tekrar dirilerek kabirden kalkacaksınız diyor. Hiç böyle şey olur mu? Ne varsa, ancak bu dünyadadır. Cennet, Cehennem, hep buradadır. Bu dünya böyle gelmiş böyle gider. Öldükten sonra, bir daha dirilmek yoktur” dediler.) [Müminun 35–37]

(O azgınlar ve İblisin adamları, tepetaklak Cehenneme atılırlar.) [Şuara 94, 95]

Sevginin olduğu yerde, kurallar bitmez, aksine kurallara tam uyulur; çünkü sevmenin şartı, sevdiğine itaat etmek, Onun emir ve yasaklarına riayet etmektir. İtaat olmayınca, sevgiden söz edilemez. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Resulüm de ki: Allah’ı seviyorsanız, bana uyun.) [Âl-i İmran 31]

(Allah’a ve Resulüne itaat edin. İtaat etmezseniz [kâfir olursunuz], kâfirleri de elbette Allah sevmez.) [Âl-i İmran 32]

Yunus Emre, o sözüyle Cenneti inkâr etmiyor. Cenneti inkâr eden veya Cennetin lüzumsuzluğunu söyleyen kâfir olur. Yunus Emre, (Cennet sevgisi, huri sevgisi veya Cehennem korkusuyla değil, yalnız Allah rızası için ibadet etmeli, böyle olan, o nimetlere zaten kavuşur) demek istiyor.

Hazret-i Mevlana da, ölene kadar helal ve harama riayet etmek gerekir, dünya imtihanından başarıyla çıkmak yani imanla yaşayıp, imanla ölmek gerekir diyor. İlahi aşkın ise, sonsuz olduğunu söylüyor. Harama helale riayet etmeyin mi diyor? İlahi aşkın sonsuzluğunu bildiren zat, bu aşkın sahibinin, üç günlük dünyadaki emir ve yasaklarına uymayın der mi?

Peygamber efendimiz, Allahü teâlâyı sevmiyor muydu? O namaz kılmıyor muydu, oruç tutmuyor muydu? Helale, harama riayet etmiyor muydu?

Bir başkası da, (Yunus Emre, bir taraftan “Yaratılmışı hoş gördük yaratandan ötürü” diyerek hoşgörülüğünü sergilerken, bir taraftan da, “Beş vakit namaz kılmayan, bilin Müslüman olmadı, ol Cehenneme girse gerek” diyerek müsamahasızlık çukuruna düşmüştür. Sevgi ve hoşgörünün zirvesine çıkmak, kâfir Müslüman diye ayırmadan herkesi sevmek gerekir) diyor.

TDK’nin sözlüğünde hoşgörü kelimesi için, (Her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar hoş görme durumu) deniyor. Dikkat edin, her şey deniyor. Her şeyi anlayışla karşılamak deniyor. Yine TDK sözlüğü, mezhebi geniş ifadesini tarif ederken, (Namus konusunda aşırı hoşgörülü davranan) diyor. Yani mezhebi genişlik, hoşgörülü olarak tasvip ediliyor.

Yunus Emre’yi kötüleyen kimseye göre, hoşgörü denilen şeyin bir sınırı yoktur. Ne kadar hoş görülürse, o kadar iyidir. Hâlbuki, sınırsız hürriyet gibi, sınırsız hoşgörü de, çok yanlıştır. Kötüler, katiller hoş görülür mü? Caniler ve suçlular hoş görülürse, toplumun nizamı nasıl sağlanır?

Müslüman, dinimizin izin verdiği ölçüde hoşgörülü olur. Bunun azı da, çoğu da zararlıdır. Yunus Emre’nin, (Yaratılmışı hoş gördük yaratandan ötürü) diyerek yetmiş iki millete, bir insan olarak aynı gözle bakması, dinimize aykırı değildir; çünkü dinimizde ırk üstünlüğü yoktur. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsanlar [insan olarak] bir tarağın dişleri gibi eşittir.) [İbni Lal]

Bunun için kâfir de olsa, bir kimseden kendini üstün görmek caiz değildir; çünkü kâfir, Müslüman olup ebedi saadete kavuşabilir, Müslüman da, maazallah küfre düşüp Cehennemlik olabilir. Dinimizde, hubb-i fillah, buğd-ı fillah var. Bir Müslümana kâfir diyenin kendisi kâfir olduğu gibi, kâfire de Müslüman diyerek onu seven kâfir olur.

Hazret-i Mevlana, (Gel, gel, her kim olursan ol gel, müşrik, Mecusi olsan veya puta tapsan da gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Tevbeni yüz defa bozmuş olsan da gel) diyor. Bu söz, (Gel sana Müslümanlığı öğreteyim de, gerçeği gör. Kâfirsen iman et, günahkârsan tevbe et!) demektir. Yoksa, Allah için olmayan sevgi ve düşmanlığın hiç önemi yoktur.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İmanın en sağlam temeli ve en kuvvetli alâmeti, hubb-i fillah, buğd-ı fillahtır.) [Ebu Davud] (Hubb-i fillah Allah için sevmek, Buğd-ı fillah Allah için düşmanlık etmek demektir.)

Hubb-i fillah, Allah için sevmek, Allah için dostluktur. Müslümanları sevip, onlara yardım ve hayır dua etmektir. Buğd-ı fillah, Allah için sevmemek, Allah için düşmanlık etmek demektir. Dinimizi beğenmeyenleri, İslamiyet’e ve Müslümanlara düşmanlık edenleri sevmemek ve imana, hidayete kavuşmaları için dua etmektir. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(Cebrail aleyhisselam gibi ibadet etseniz, müminleri, Allah için sevmedikçe ve kâfirleri Allah için kötü bilmedikçe, hiç bir ibadetiniz, hayrat ve hasenatınız kabul olmaz!) [Ey Oğul İlmihali]

Allahü teâlâ, Musa aleyhisselama sordu:
Ya Musa, benim için ne işledin?
— Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, zikrettim.
Ya Musa, kıldığın namazlar, seni Cennete kavuşturacak yoldur, kulluk vazifendir. Oruçların, seni Cehennemden korur. Verdiğin zekâtlar, kıyamette, sana gölgelik olur. Zikirlerin de, o günün karanlığında, sana ışıktır. Bunların faydası sanadır. Benim için ne yaptın?
— Ya Rabbi, senin için ne yapmak gerekirdi?
Sırf benim için dostlarımı sevip, düşmanlarıma düşmanlık ettin mi?

Musa aleyhisselam, Allahü teâlâ için yapılması gereken en kıymetli amelin, Hubb-i fillah ve Buğd-ı fillah olduğunu anladı. (Mektubat-ı Masumiyye)

Cenab-ı Hak, İsa aleyhisselama da vahyetti ki:
(Eğer yerlerde ve göklerde bulunan bütün mahlûkların ibadetlerini yapsan, dostlarımı sevmedikçe ve düşmanlarıma düşmanlık etmedikçe, hiç faydası olmaz.) [K.Saadet]