Gül kokulu çamur
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Ehl-i sünnet itikadında olmak, evliyaları, büyük zatları tanımak nimeti bir cevherdir. Allahü teâlâ bunu, ancak bu cevheri taşıyacak kalblere nasip eder. Dolayısıyla, Allahü teâlâ bu cevheri çöplüğe atmaz. Onun için, bu iki nimete kavuşanlar, yalnız bu nimetinden dolayı Allahü teâlâya ne kadar hamd etseler, yine az gelir. İmam-ı Rabbani hazretleri, kendisine sıkıntılarını, üzüntülerini yazan bir talebesine cevaben yazdığı mektupta buyuruyor ki:
(Allah’tan ümit kesmek küfürdür. Önce imanını tazele! İkinci olarak, eğer Allahü teâlâ sana iki nimet vermişse her şeyi vermiştir, başka bir şeyi talep etmene ihtiyaç yok. O iki nimetten biri, Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadı. İkincisi de, bu yolun büyüklerini tanımak.)
Görmekle tanımak çok farklı şeylerdir. Ebu Leheb, Ebu Cehil ve o zamanki diğer müşrikler Resulullah efendimizi gördüler; ama tanımadılar; çünkü Allahü teâlâ, o cevheri onların habis kalblerine uygun görmedi ve o kalblere nasip etmedi. Onun için görmek yeterli değil, tanımak gerekir. Tanımak da, bir nasip meselesidir.
Bir mübarek zat, abdest almaya bir çeşmeye gitmiş, tam abdest alırken, avucunun içine çamur düşmüş. (Bu, temiz bir çeşme, burada çamur ne gezer?) demiş. Çamuru kokluyor, mis gibi. Çamura (Ey çamur bu ne hâl?) diyor. Çamur diyor ki:
(Ben vallahi çamurum, billahi çamurum. Yani çamurluğumda hiç şüphe yok; ama ben öyle bir çamurum ki, benim bulunduğum yere gül ağacı diktiler. O gülün yaprakları üzerime düştü. Yağmur yağdı. O yapraklar benimle karıştı. Dolayısıyla ben şimdi, mis gibi gül kokarım; ama gül ağacından dolayı, çamurluktan dolayı değil. Ben yine çamurum; ama gül kokulu, mis kokulu çamurum.)
Biz de çamuruz. Zaten çamurdan dünyaya geldik. Aslımız çamur; ama öyle bir çamur ki, Allahü teâlâ bu çamurun olduğu yere bir gül ağacı dikti, o gülün yaprakları üzerimize döküldü. O gül ağacı, İmam-ı Rabbani hazretleri ve diğer büyük zatlardır. Her şeyimizi bu büyüklere borçluyuz. Bize gelen nimete vesile olan kimseye teşekkür etmedikçe, o nimet için yapacağımız şükrü Allahü teâlâ kabul etmez.
Peygamber aleyhisselam buyuruyor ki:
(İnsanlara teşekkür etmeyen, Allahü teâlâya şükretmiş olamaz.)
Biz her zaman, İslam âlimlerinin, evliyaların üzerimizdeki hakkından bahsediyoruz; çünkü bu nimete teşekkür etmezsek, bu nimetin büyüklüğünü idrak etmezsek, bu kavuştuğumuz saadeti her zaman, her fırsatta dile getirmezsek, Allah korusun, bir gün bakarız ki, dün âşık olduğumuz zata, bugün düşman olmuşuz. Kalb birden dönebilir. Nitekim Peygamber efendimiz, biz ümmetine öğretmek için bir duasında buyuruyor ki:
(Allahım, kalbleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren, ancak sensin. Kalbimi, dininde [ve senin sevginde] sabit kıl, dininden [ve sevginden] ayırma!)