Göz insanı yanıltır
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Göz çok iyi olduğu gibi, çok da yanıltıcıdır. Birçok insanın Müslüman olamamasının sebebi gözdür. Gözüne inanan, mübarek bir zatın kıyafetine, mesleğine bakarak yanılır, onu dinlemez ve faydalanamaz. Baştaki göze değil, kalbdeki göze tâbi olmak lazımdır. Kalbdeki göz, doğruyu yanlışı ayırır, kimin sevilip kimin sevilmeyeceğini bilir. Hakkı hak, bâtılı bâtıl bilir.
Hiç kimsenin mesleğine veya kıyafetine bakarak karar verilmez. İşin kaynağına bakılır, naklettiği bilgiyi nerden aldığına bakılır. Büyük evliya zatların görünüşüne bakan kör olur. Eğer mübarek bir zat diye bakarsa kalb gözü açılır. Allahü teâlâ bir kuluna Ehl-i sünnet itikadını vermişse, ona sevgili bir kulunu tanıtmışsa bu, baştaki gözle olmaz, kalb gözüyle olur. Böyleyse, kalb gözü açılmıştır. Kalb gözü, hakkı bâtıldan ayırmak içindir. En zor iş hakkı bâtıldan ayırmaktır. Resulullah, ümmetine öğretmek için, (Ya Rabbi bana hakkı hak, bâtılı bâtıl göster) diye dua etmiştir.
Evliyanın zahiri yani görünüşü cahil için zehirdir. Cahil, bâtından haberi olmadığı için zahire bakar. Evliyaya, akılla, gözle, kulakla giden helak olur. Müşrikler de böyle yapmışlardı. Ebu Cehil, Muhammed aleyhisselama Ebu Talib’in yetimi gözüyle baktı, kâfirlikte kaldı. Ebu Bekr-i Sıddık, âlemlerin Rabbinin Habibi gözüyle baktı. Ona her şeyini feda etti, her sözüne, (O söylüyorsa doğrudur) diyerek tam inandı, sıddık oldu. Peygamberlerden sonra insanların en üstünü oldu.
İki talebe, medreseyi bitirdikten sonra, kalb ilimlerini de öğrenmek için bir mürşid-i kâmil bulmaya karar verirler. Yola çıkıp, diyar diyar dolaşırlar. Bir gün bir yere gelirler. Esmer bir zatın, çıplak ayakla, dikenler üzerinde yürüdüğünü görünce ona, (Biz bir mürşid-i kâmil arıyoruz, buralarda var mıdır?) diye sorarlar. O zat, (Hayırlı olsun. Etrafı koklayayım, nerde varsa söylerim) diye cevap verir. Doğuya döner koklar, batıya döner koklar, güneye döner koklar. Sonunda, (Evlatlarım maalesef yok. Sizi irşad edecek kendimden başkasını bulamadım) der.
İki arkadaş bu esmer adama şaşırır, sırtında çalı çırpı olan bu adama mı tâbi olacağız derler. Az duraklamadan sonra ikisi de, tamam kabul ettik derler; ama biri içinden yani samimi olarak peki der, diğeri usulen peki der. Dergâha gelirler, içinden peki diyen kısa zamanda inanılmaz derecede bir terakkiye varır. Öteki de yerinde sayar. Bir gün arkadaşına der ki, ya kardeşim ne oldu, sen çok ilerledin, ben olduğum yerde sayıyorum. Arkadaşı da, içini temizle, ben içimden teslim oldum, sen de öyle yap, her şey kalben peki demene bağlı der. O da tevbe istigfar eder. İlk sohbette, arkadaşından on kat daha fazla ilerler. Bu esmer zat, Zengî Atâ hazretleriydi.