Evrensel hak din yalnız İslam’dır

Bir ateist, İslamiyet’in evrensel olmadığını, sadece Arapların dini olduğunu söyleyerek bazı sorular sordu. İlk sorusu şöyledir:

Sual: Kur’an evrensel midir?
CEVAP
Elbette evrenseldir. Başka bir din de gelmeyecektir. Muhammed aleyhisselam son Peygamberdir. Kur’an-ı kerimde mealen bildiriliyor ki:
(Muhammed, Allah’ın resulü ve Peygamberlerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]

Ateist diyor ki:
Sual: Oruç ve namaz olayını ele alırsak, tüm ibadet zamanlarını ay ve güneşin hareketlerine göre belirleyen İslamiyet, sadece Arabistan yarımadasına hitap eder. Bu da İslamiyet’in evrensel olmadığını göstermez mi?
CEVAP
Ay ve Güneş sadece Arabistan’da mı doğuyor? Avrupa, Asya, Amerika, Afrika’da ve Avustralya’ya güneş doğup batmıyor mu? Kur’an, yalnız Araplara mı hitap ediyor. Ey akıl sahipleri, Ey insanlar, Ey iman edenler, Ey kâfirler, Ey kitap ehli diye birçok âyet vardır. Akıl sahipleri sadece Arabistan’da mı? İnsanlar, iman edenler ve kâfirler yalnız Arabistan’da mı yaşıyor? Bu ne bozuk mantık!

Ateist diyor ki:
Sual: Aynı ibadetler, kutuplarda veya oraya yakın yerlerde yapılmaya kalkılsa bir oruç günü 6 ay sürebilecek ve insanlar 6 ay boyunca nasıl aç kalabileceklerdir?
CEVAP
Bu, dini bilmemekten ileri gelen bir düşüncedir. Kur’an-ı kerimde her şey açıkça yazılmamıştır. Bunun açıklamasını Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine havale etmiştir:
(Kur'anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]

Hadis-i şerifler de dinimizde delildir. Ayrıca iki delil daha vardır. Birinin adı icma öteki de kıyas-ı fukaha’dır. Siz bunları bilseydiniz ve inansaydınız o soruları gündeme getiremezdiniz. Namaz, oruç ve diğer ibadetler bu delillerle anlaşılır. Birkaç saat fark aynı ülkede de olabilir. Hatta aynı şehirde bile kışın geceler uzun yazın kısadır. Yazın gündüzler birkaç saat daha fazla uzun diye oruç tutulmaz mı? Allahü teâlâ şöyle ayarlamıştır ki, kameri aylar, her yıl on gün önce gelir ve yılın her mevsimine isabet eder. Mesela Ramazan ayı, kışın kısa günlere geldiği gibi, çok uzun olan yaz günlerine de gelmektedir. 36 senede bir aynı güne gelir.

Kur’anda, beş vakit namazın vakitleri, çeşitli âyetlerde bildirildiği halde, Beş vakit namaz tabiri geçmez. Sebeplerinden biri de, kutuplarda ve kutuplara yakın yerlerde, beş vakit namazın hepsinin vaktinin girmemesidir. Zengin, İslam’ın beş şartını da yapmakla yükümlü iken, fakire zekât vermek ve şartları yoksa, hacca gitmek de farz değildir. Şu halde, İslam’ın şartlarını eda etmek zengine göre beş iken, fakire göre üçtür. Fakire de, (Sen İslam’ın beş şartını yapmaya mecbursun) denilemediği gibi, kutuplardaki Müslümana da, beş vakit namaz kılma mecburiyeti olmaz. Kılınırsa iyi olur. (Nimet-i İslam)

Ramazan ayı gelince, oruç tutmak farz olur. Ancak seferi olanın oruç tutması farz değildir. Kutuplara ve aya giden Müslüman, seferi ise oruç tutmaz. Geriye dönünce kaza eder. Gündüzleri 24 saatten daha uzun yerlerde, mesela altı ay gündüz olan yerlerde, oruca saat ile başlanır ve saat ile bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan, vakitleri normal teşekkül eden, yani gündüzleri 24 saatten az olan bir şehirdeki Müslümanların zamanına uyularak oruç tutulur. (Dürer)

Ateistin deveye benzeyen mantığı
Ateist diyor ki:
Sual: Kuran’da adı geçen deve, hurma türü şeyler ancak Arabistan yarımadasında yetişen canlı türleridir. Sadece çöl bitkileri ve çöl hayvanlarını içeren Kur’an nasıl evrensel olabilir?
CEVAP
Ne kadar bozuk bir mantık bu! Hangi öğretmen öğrencisine, bilmediği görmediği şeylerden örnekler verir ki? Elbette herkesin bildiği bir örnek verilir. Kur’anın Arapça olarak gönderilmesi de böyledir. Yani Arap olan insana Türkçe veya İngilizce bir dil ile gönderilse idi ne anlayacaklardı? Bununla beraber, Kur’anda, incir, zeytin, nar, üzüm, kiraz, muz gibi meyvelerden, hıyar, sarmısak, soğan, mercimek gibi sebzelerden ve buğday arpa gibi ekinlerden de bahsedilir. Birkaç âyet meali özetle şöyledir:
(Ekinleri, zeytin ve narları yaratan Allah’tır.)
[Enam 141]

(Allah, ekin, zeytin, hurma, üzüm ve diğer meyveleri bitirir.) [Nahl 11]

(Bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik.)
[Abese 25]

(İncir ve zeytine and olsun.) [Tin 1]

(Musa’nın kavmi, çeşitli sebze, hıyar, sarmısak, mercimek ve soğan istedi.)
[Bekara 61]

(Allah gökten su indirip çeşit çeşit meyveler yarattı.) [Saffat 41]

(Hurma, üzüm bağları, zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik.)
[Enam 99]

(Amel defterleri sağdan verilen mutlu kimseler için Cennette sedir ağaçları kiraz, muz ve bol meyveler vardır.)
[Vakıa 27- 44]

Kur’anda Cennet şöyle tasvir edilir:
(Cennetin içinde su, süt, şarap ve bal ırmakları ile meyvelerin her çeşidi vardır.) [Muhammed sûresi 15]

Bir hadis-i şerif de şöyledir:
(Cennette, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hayal bile edilemeyen nimetler vardır.)
[Buhari]

Kur’an-ı kerimde, at, eşek, katır, koyun, keçi, inek, köpek, domuz, kurt, maymun, zebra, aslan, balık birçok hayvan ismi geçer. Bunların arasında deveyi görmek art niyetin işaretidir. Bekara sûresi bir hayvan adıdır. Sığır demektir. Enam sûresi var, [kurbanlık] hayvanlar demektir. Fil sûresi var. Daha başka hayvan ismi olan sûreler de vardır. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Rabbin bal arısına, her çeşit üründen, çiçekten yemesini öğretti. Karınlarından şifalı bal çıkardı. Düşünen bir millet için bunda ibret vardır.) [Nahl 68,69]

(Yunus’u bir balık yuttu.)
[Kalem 142]

(Allah, erkekli dişili sığır da yarattı.) [Enam 144]

(Yahudilere tırnaklı hayvanlar ile sığır ve koyunun iç yağını haram kıldık.)
[Enam 146]

(Kâfirler hayvan [davar] gibidir, hatta daha aşağıdır.) [Furkan 44]

(Allah sekiz çift hayvan yaratmıştır: Koyundan iki ve keçiden iki...)
[Enam 143]

(Sizin için at, katır ve eşekler yaratılmıştır.) [Nahl 8]

(Mağara ehlinin köpekleri de vardı.)
[Kehf 18]

(Onlar, aslandan ürküp kaçan yaban eşeği [zebra] gibidir.) [Müddessir 50.51]

(Onlara, aşağılık maymun olun dedik.)
[Araf 166]

(Rabbin fil sahiplerinin üstüne ebabil kuşlarını gönderdi.) [Fil 1- 4]

(Evlerin en dayanıksızı örümcek yuvasıdır.)
[Ankebut 41]

(Musa’nın asası bir yılan olmuştu.) [Araf 107]

(Onlara; tufan, çekirge, haşarat, kurbağa ve kan gönderdik.)
[Araf 133]

(Domuz eti ve canavarların öldürdüğü hayvan haramdır.) [Maide 3]

(Yusuf’u kurt yedi dediler.)
[Yusuf 17]

(Süleyman'ın, cin, insan ve kuşlardan müteşekkil orduları vardı.) [Neml 17]

(En çirkin ses eşek sesidir.) [Lokman 19]

Genç ateistin hezeyanları
Genç ateist, bir kelimenin iki veya daha fazla anlamı olacağını bilmediği için veli kelimesine takılmış. Soruyor:
Sual: Hiç Allah’ın velisi olur mu?
CEVAP
Bilindiği gibi yüz kelimesinin birkaç anlamı vardır. Baba kelimesi de öyle. Mafya babası, Bektaşi babası, Fakir babası, Para babası, Baba adam gibi farklı anlamlarda kullanılır. Harç kelimesinin de kullanıldığı yerlere göre çeşitli anlamları vardır. Mesela Maliye’de harç demek, vergi demektir. İnşaatta yenice su, kum karıştırılmış çimento demektir. Ziraatta gübre karıştırılmış toprak demektir. Mutfakta da harç vardır, köfte harcı, dolma harcı gibi.

Genç bunları bilmediği için, diyor ki:
Sual: Veli ne demek, koruyan, gözeten demek. Okula başlayan her öğrencinin velisi olur. Öğrenci velisinden sorulur. Allah'ın velisi deyince de Allah'ı koruyan biri anlaşılır. Demek ki sizin Allah’ınızı koruyup gözeten veliler var öyle mi?
CEVAP
Ne kadar cahillik bu. Bir kelimenin birkaç anlamı olur diye yukarıda açıkladık. Veli, ermiş kimse demektir. Veli kelimesinin çoğulu evliyadır. Öğrenci velileri toplandı denilince bu, evliyalar anlaşılmaz. Senin bu yanlışlığın, 1970 lerdeki bir olayı hatırlattı. Belki o zamanlar sen doğmamıştın. Fikir babanız Prof. İlhan Arsel, (Biz üniversitede kapıcılık bile yapamayız) diyerek istifa ettiği zaman, Meydan dergisinde bir yazar, sizin yanlışlığınıza benzer bir yanlışlığını hatırlatmıştı. İlhan Arsel, Ebussuud efendinin bir fetvasını okumuş, sizin gibi yanlış anlamış. Genç bir kızın pire verilip verilmemesi ile ilgili fetvasındaki pire vermek sözünü anlayamamış. (Görüyorsunuz, Müslümanların şeyh-ül-islamı, bir kızı pire ile evlendiriyor) demişti. Halbuki, o kelime pire değil pir idi. Pir ise ihtiyar demektir. Bu ateistler hep böyle mi diye hatırıma geldi.

Genç ateist soruyor:
Sual: Hepimiz Âdem’den geldi isek niçin dil, din, renk ve kültürümüz bir değil?
CEVAP
Taberani’deki bir hadis-i şerifte: (Allahü teâlâ, Hazret-i Âdem’e her şeyin sanatını, ilmini öğretti) buyuruluyor. Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselama, dünyada mevcut bütün dilleri öğretti. Hazret-i Âdem de, Arapça, Süryanice, İbranice ve diğer bütün dillerde kitaplar yazıp her dil ile konuşmuştur. Bu husustaki delillerden biri Bekara sûresinin, (Allahü teâlâ, Âdem'e bütün isimleri [bunların sanatını ilmini, ne işe yaradığını, nasıl kullanılacağını] öğretti) mealindeki 31. âyet-i kerimesidir. Hazret-i Âdem, bunları öğrendiği için, varlıkların adlarını, bütün dil ve lügatleri biliyordu. Çocukları bütün dilleri konuşuyordu. Hazret-i Âdem vefat edince, çocukları kafileler halinde çeşitli ülkelere göç ettiler. Her kafile, ayrı bir dil ile konuşuyordu. Böylece torunlar, dedelerinin konuştuğu diğer dilleri unutmuşlardı. O anda konuştukları dil ile kaldılar. (Mirat-ı Kâinat)

Biyolojide modifikasyon denilen dış değişikliği yanında, mutasyon denilen genlerde değişiklik olayı vardır. Beyaz insandan siyah, esmer veya sarı insanlar türeyebilir. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamı dünyanın her tarafından alınan topraktan yarattı. Bu sebeple neslinden, siyah, beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar olduğu gibi, bu renkler arasında bulunanlar da oldu. Bazısı yumuşak, bazısı sert, bazısı da halis ve temiz oldu.) [Ebu Davud]

Dil ve rengin farklı oluşunu açıkladık. Dinlerde inanç farklı değildi. Her semavi dinde, Allah’a, meleklere, peygamberlere, kitaplara, Cennete, Cehenneme iman esastı. İnsanlar tarafından bozulunca farklı gibi zannediliyor. Diğer dinleri insanların bozduğu, Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. Kültür ise, her toplumun yaşadığı iklime, coğrafi bölgeye göre farklı olur.

İslamiyet kolaylık dinidir
Ateist genç diyor ki:
Sual: İslam kolaylık dini imiş, kime yutturuyorsunuz bunu? Nasıl kolaylık dini bu? Oruç tut, namaz kıl, hacca git ve zekât ver. Bunları yapmanın neresi kolay? Bir kısmında beden yoruluyor, bir ay aç duruluyor, bir kısmında ise para gidiyor.
CEVAP
Müslümana bunların hiç biri güç gelmez. Mesela sen sabahları uykuda iken biz sabah namazına kalkıyoruz. Elbette bunlar, sana ve senin gibilere zor gelir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, kullarına yapabilecekleri şeyleri emretmiştir. Güç yetirilemeyen işleri emretmemiştir. İnsanları zayıf yarattığı için, kolaylık göstermiştir. Bir âyet meali şöyledir:
(Allah, size hafif, kolay emretmek istedi, çünkü insan, zayıf yaratılmıştır.) [Nisa 28]

Namaz, oruç kolaydır. Zekât için de malın tamamının değil, kırkta birinin verilmesini emretmiştir. Dinin diğer emirlerine dikkatle ve insafla bakılırsa, bu kolaylıklar görülür. Bununla beraber ibadet etmenin güç geldiği kimseler yok değildir. İbadetlerin zor gelmesi, Allah’ın düşmanı olan nefstendir. Namaz kılmak ve diğer ibadetleri yapmak, ancak müminlere kolay gelir. Kalbi kararmışlara, kâfirlere zor gelir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Bu din [inanıp ibadet etmek] müşriklere [imansızlara] güç gelir.) [Şura 13]

(
[Her çeşit günahtan çekinmek, oruç tutmak ve diğer ibadetleri yapmak için] Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım isteyiniz. Sabır ve namaz, yalnız Allah’tan korkan müminlerden başkalarına zor gelir.) [Bekara 45]

Bedeni hasta olana bazı işleri yapmak güç geldiği gibi, kalbi ve ruhu hasta olana, kâfir olana da ibadetler güç gelir. (1/191,289)

Ateist genç diyor ki:
Sual: Siz dinin yolundan değil de aklın yolundan gitmelisiniz. Biz akılcıyız, siz dincisiniz. Dinci olan akılcı olabilir mi? Tanrı simgesel bir anlatımdır. Tanrı diye bir şey yoktur. Varsa göstermeniz gerekir.
CEVAP
Bir bilgisayar, bir uçak kendiliğinden meydana geldi diyene inanan mı akıllıdır, yoksa bunların elbette bir yapanı var diyen mi? Bu kâinattaki canlı ve cansız yaratıklar kendiliğinden meydana geldi diyen mi akıllı, yoksa elbette bunun bir yaratıcısı vardır diyen mi? O halde tesadüfen oldu diyen nasıl akıllı olabilir ki? Başına gelecek işlerden dolayı bir tedbir almayan, istikbalini düşünmeyen kimseye akıllı denir mi? Hazret-i Ali, dirilmeye inanmayan bir ateiste, “Biz inanıyoruz. Diyelim ki senin dediğin gibi tekrar dirilmek olmasaydı, inanıp ibadet etmekle bizim hiç zararımız olmazdı. Bizim inancımız doğru ise, sen sonsuz olarak ateşte yanacaksın” diyor. Ateist ölünce, kendi inancına göre, yok olacak. İslamiyet’e göre ise, o Cehennemde sonsuz azap görecektir. İnanan da, sonsuz nimetler içinde yaşayacaktır. Aklı, bilgisi olan bir insan, bu ikisinden elbette, ikincisini seçer. Sonsuz azapta kalmak, bir ihtimal bile olsa, bunu hangi akıl kabul eder? Halbuki, ahiret hayatı, bir ihtimal değil, apaçık bir gerçektir. O halde aklı, ilmi olanın, Allah’a ve ahirete inanması gerekir. İnanmamak, ahmaklık olur.

Hazret-i Ali’nin buyurduğu gibi, ihtiyatlı, tedbirli olmak mı akıl kârıdır, yoksa sonsuz tehlikeyi göze almak mı? İslamiyet akla çok önem veren bir dindir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Aklı olmayanın dini yoktur.) [Ebuşşeyh]

(Akıllı kimse kurtuluşa ermiştir.) [Buhari]

(Aklı olan kimse iman eder.) [Beyheki]

Tevekkül, kader ve kısmet
Ateist genç diyor ki:
Sual: Din sağlıklı düşünmeye engeldir. İnsanı tevekkülcü, kaderci, kısmetçi yapar.
CEVAP
İslamiyet’i bilmediğiniz için böyle rastgele konuşuyorsunuz. Tevekkül, kader, kısmet gibi şeyleri de bilmiyorsunuz. İslam âlimleri buyuruyor ki:
Sebeplerin tesir etmesinin Allahü teâlâdan olduğunu bilen, tesiri Allahü teâlâdan bekleyen ve tecrübe edilmiş sebepleri kullanan kimse, Allahü teâlâya tevekkül etmiş, yalnız Ona güvenmiş olur. Tesir etmeyen, hayali sebepleri kullanmak, tevekkül olmaz. Tesiri çok görülmüş olan sebepleri kullanmak gerekir. Ateş yakar, fakat, ateşe yakma kuvvetini veren, Allahü teâlâdır. Aç olan, bir şey yer; bu şeye doyurma kuvveti veren Odur. Gerektiği zaman, böyle sebepleri kullanmadığı için zarar gören kimse, Allah’a asi olur. Tecrübe edilmiş sebepleri kullanmak gerekir. Allahü teâlâ, istişareyi, yani bilenlere danışmayı emretti. Danışmak, sebebe yapışmaktır. Tevekkül sebeplere yapıştıktan sonra sonucu sabırla beklemektir. Tevekkül, iş yapmayıp tembel oturmak değildir. Bir işe başlamak ve başlanan işi başarmak için tevekkül gerekir. Güç bir işi başaramamak korkusunu gidermek için de tevekkül gerekir.

Al-i İmran sûresinin (Azmedip de bir işe başlayınca, Allah’a tevekkül et, Ona güven! Allah size yardım ederse, kimse size galip gelemez. Size yardım etmezse, kimse yardım edemez. O halde, müminler Allah’a tevekkül etsinler) mealindeki 159. ve160. âyetleri, tevekkül ile beraber çalışmayı ve çalışmada azmin de gerektiğini bildiriyor. Demek ki her Müslüman çalışacak, azmedecek ve sonra da güvenecektir. Tevekkül bir zaaf, bir acizlik değil, tam aksine bir kuvvettir. Tevekkül edenin kaybedecek bir şeyi de yoktur. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Deveni sıkı bağla ve sonra Allah’a tevekkül et!) [İbni Asakir]

Dinimiz, insanlara daima çalışmak, aklını doğru kullanmak, her türlü yeniliği öğrenmek, başarmak için her türlü meşru çareye başvurmayı emretmektedir. Bir Müslüman ancak herhangi bir işte aklını kullandığı, her çareye başvurduğu ve son derece de çalıştığı halde, bir başarıya ulaşamazsa, üzülmemeli ve bu sonucun, Allahü teâlânın kendisi için uygun gördüğü bir husus olduğunu kabul ederek kaderine razı olmalıdır. Yoksa hiçbir şey yapmadan, çalışmadan, öğrenmeden ve bilmeden yan gelip yatarak beklemek, İslamiyet’te yoktur. Böyle yapmak büyük günahtır. Ateistler tevekkülü böyle bir şey zannediyorlar. Bir âyet meali şöyledir:
(İnsana, ancak dünyada çalışarak yaptığı işler fayda verir.) [Necm 39]

İnsanlar, bazen her şeye başvurdukları ve çok çalıştıkları halde, istediklerine kavuşamazlar. İşte o zaman, bu işte kendi ellerinde olmayan bir kudret bulunduğunu ve bu kudretin insanların yaşamaları ve başarıları üzerinde etkili olduğunu ve onlara yön verdiğini kabul ederler. İşte kader kısmet budur. Bu aynı zamanda büyük bir teselli kaynağıdır. (Ben görevimi yaptım, ama ne yapayım ki kısmetim bu imiş) diyen bir Müslüman, bir işte başarısız olsa bile, ümitsizliğe kapılmaz ve büyük bir iç huzuru ile çalışmaya devam eder. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Güçlükle beraber elbette bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine teşebbüs et ve hacetini yalnız Rabbinden iste!) [İnşirah 5-8]

Yani başarısızlıktan ümitsizliğe düşmeyip çalışmaya devam etmelidir. Dinimiz çalışmayı emrederken, Müslümanlara tevekkülcü ve kaderci diye saldırmak, İslamiyet’i bilmemekten ileri gelen fanatik bir durumdur.

Tesettürü Kur’an emrediyor
Ateist genç diyor ki:
Sual: Başını ve vücudunu, hele kol ve bacakları örtmek asla Kur’anda yoktur. Buna rağmen kapanmak nasıl Allah’ın emri olur?
CEVAP
Resulullah efendimiz, kapanma hükmü Kur’an-ı kerimde olmadığı halde mi emretti? Asırlardır Müslümanlar Kur’ana, sünnete uymuyorlar mı? Ne kadar basit bir görüş bu. Tesettürle ilgili âyet-i kerimeleri Peygamber efendimiz açıklamış, âlimler de bizlere bildirmiştir. Bu husustaki tartışmalar kasıtlıdır. Kur'an-ı kerimde genel olarak hükümler, kısa olarak bildirilmiştir. Bunları Peygamber efendimiz açıklamıştır. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen, (İndirdiğim Kur’anı insanlara açıkla) buyuruluyor. (Nahl 44)

Bir kimse, İsra sûresinin (Ana babana öf deme) mealindeki 23. âyete bakarak, ana babasına öf demeden, sopa ile dövse, sonra da (Ben öf demediğim için, Kur'anın emrine uydum) dese, doğru olur mu? Bunun anlamı, (Ana babanızı üzmeyin, hatta onlara öf bile demeyin) demektir. (Beydavi)

Bunun için tesettür âyetlerinden göğüs kısmını kapatıp başka yerleri açmak anlamı çıkmaz. Bu bakımdan Kur'an tercümesine bakmak çok yanlış olur. Herkes Kur'andan hüküm çıkarabilseydi, Peygamber gönderilmesi lüzumsuz olurdu. Dinimizin bir hükmünü öğrenmek için herkes Kur'an-ı kerime bakıp anlayamaz. Kur'an-ı kerim, hadis-i şeriflerle açıklanmıştır. Hadis-i şerifleri de anlamak büyük ilim işidir. Bunları da İslam âlimleri açıklamıştır. Onun için hiç kimseye Kur'an tercümesi okumasını tavsiye etmiyoruz. Tıp kitabı okuyarak, ilaç yapmak ve hastaya teşhis koymak yanlıştır. Kur'an tercümesinden hüküm çıkarmak bundan daha büyük yanlıştır. Çünkü yanlış ilaç öldürebilir; ama yanlış hüküm, imanı kaybettirip, sonsuz azaba düşürebilir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kur'anı kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa bile, muhakkak hata etmiştir.) [Nesai]

Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
[Yabancı erkeklere bakmaktan] sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, [el, yüz gibi] görünen kısmı hariç, ziynetlerini [ziynet takılan yerlerini] göstermesinler, başörtülerini yakalarına kadar [saç, kulak ve gerdanlarını] örtsünler!) [Nur 31]

Bu âyet-i kerimeden kadınların başörtüsü ile sadece yakasını örteceği, baş ve vücudunun diğer yerlerini örtmenin gerekmediği anlaşılabilir. Gözünü neden sakınacak, ırzını nasıl koruyacak, ziynetten maksat nedir? Kına, sürme, boya mıdır, altın, gümüş gibi ziynetler midir? Bu hususlar açık değildir, hadis-i şerifle bildirilmiştir. Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Ey Nebi, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına [dışarı çıkarken] cilbablarını [dış elbiselerini] giymelerini söyle! Bu, onların tanınıp, eza edilmemelerine daha uygundur.) [Ahzab 59]

Bu tercümeye bakıp "Kadın, tanınıp eza edilmemesi için elbise giyer. Tanınıp eza edilmezse, çıplak gezebilir" diyenler çıkmıştır. Önemli olan Resulullahın açıklamasıdır. O buyuruyor ki:
(Kadının [yüz ve iki elinden başka] bütün bedeni avrettir) [Mecmaul-enhür, El-mugni]

Bu hadis-i şerifte kadının tesettürü açıkça bildiriliyor. Kur'an-ı kerimin 17 yerinde Resulullaha (De ki, bana tâbi olun) buyuruluyor. Resulullaha tâbi olup Onun bildirdiği şekilde tesettüre riayet etmelidir!
Resulullah efendimiz, baldızını, ince elbise ile görünce, (Ya Esma, bir kız, namaz kılacak yaşa gelince, yüz ve elleri hariç, vücudunu erkeklere gösteremez) buyurdu. (Ebu Davud)

Hazret-i Âişe buyurdu ki:
(İlk muhacir kadınlara Allah rahmet etsin! Tesettür âyeti inince, hemen peştamallarını yırtıp başlarını örttüler) buyurdu. (Buhari, Nesai)

Hak din hangisi?
Sual:
Almanya’da oturuyoruz. Küçük kızım, okuldan gelince, “Anne, ya Hristiyan dini hak ise, onun hak din olmadığını nereden biliyoruz?” dedi. Küçük çocuğuma nasıl bir cevap vermeliyim?
CEVAP
Çocuk her şeyi sorabilir. Ona şimdilik şu kadarını söyleseniz yeter:
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamdan beri, insanları doğru yola iletmek üzere bir çok peygamber göndermiştir. Bazılarına da kitap vermiştir. Kitap verdiği peygamberler, bir din ile gelmiştir. O din bozulunca Allah başka bir din göndermiştir. Mesela İbrahim aleyhisselamın dini bozulup insanlar, doğru yoldan ayrılınca, Allah onlara Musa aleyhisselamı göndermiştir. Onun dinine Musevilik deniyordu. Şimdi Yahudilik deniyor. Yahudilik dini bozulunca da, Allah İsa aleyhisselamı gönderdi. Dinine İsevilik deniyordu. Şimdi Hristiyanlık deniyor. Hristiyanlık da bozulunca, Allah, bizim Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamı gönderdi. Onun dininin adı İslamiyet’tir. Allah, artık bu din bozulmayacak, kıyamete kadar kalacak dedi. Ben İslamiyet’ten razıyım dedi. Şimdi Hak din ancak İslamiyet’tir dedi. İslamiyet’ten başka din arayanları, başka dini hak bilenleri Cehenneme atarım dedi. Bütün Peygamberler de müslüman idi. Onları ve getirdikleri kitapları inkâr etmeyiz. Onlar da hak idi, ancak İslamiyet ile Allahü teâlâ onları yürürlükten kaldırdı, böyle olduğuna inanmayanların kâfir olduğunu bildirdi.

Din ne demektir?
Sual:
Din ne demektir? İslamiyet’e sırat-ı müstakim yani doğru yol denir mi?
CEVAP
Elbette İslamiyet sırat-ı müstakimdir.
Din, insanları sonsuz saadete götürmek için Allahü teâlâ tarafından gösterilen yol demektir. Din ismi altında insanların uydurduğu yollara din denmez. Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamdan beri, her bin senede, bir Peygamber vasıtası ile, insanlara bir din göndermiştir. Bütün Peygamberler, hep aynı imanı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere iman etmeyi istemişlerdir. Yani bütün Peygamberler Müslüman idi. Fakat, kalb ile, beden ile yapılması ve sakınılması lazım olan şeyleri başka başka olduğundan, Müslümanlıkları da ayrıdır. Mesela namaz vakitleri kiminde az kiminde çok idi. Bazı şeyler kiminde haram, kiminde helal idi.

Her din, kendisinden önce gelen dini nesh etmiş, yani değiştirmiştir. En son gelen ve her dini değiştiren ve dinlerin hepsini kendinde toplamış olup, kıyamete kadar hiç değişmeyecek olan din, Muhammed aleyhisselamın dinidir. Bugün, Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği din de, bu ahkam ile kurulmuş olan İslam dinidir. Sırat-ı müstakim, sadece İslamiyet’tir. Üç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]

(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.)
[Maide 3]

(İslam’dan başka din arayanın bulacağı din asla kabul edilmez.)
[Al-i İmran 85]

İslamiyet sırat-ı müstakimdir. Kur’an-ı kerimde otuzdan fazla yerde, İslamiyet için sırat-ı müstakim ifadesi geçer. Bunlardan bazılarının mealleri şöyledir:
(Doğu da Allah’ın, batı da. O, dilediğini doğru yola [İslamiyet’e] iletir.) [Bekara 142]

(Allah'ın Kitabına sarılan elbette doğru yola [İslamiyet’e] kavuşur.) [Al-i İmran 101]

(Allah, kendisine inanan ve Kitabına sarılanları rahmetine ve bol nimetine kavuşturur, onları kendisine götüren doğru yola
[İslamiyet’e] ulaştırır.) [Nisa 175]

(Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, doğru yola
[İslamiyet’e] iletir.) [Maide 16]

(İşte Rabbinin doğru yolu
[İslamiyet] budur. Biz, âyetlerimizi, düşünen bir topluluk için beyan ettik.) [Enam 126]

(İşte benim doğru yolum
[İslamiyet] budur; ona uyun. Sizi bu yoldan ayıracak başka yollara uymayın. Kötülüklerden sakınmanız için Allah size bunları emretti.) [Enam 153]

(İblis dedi ki: Sen beni azgınlığa mahkûm ettin, ben de yemin ederim ki, insanları saptırmak için, senin doğru yoluna
[İslamiyet’e] pusu kuracağım [onlara vesvese verip saptırmaya çalışacağım.]) [Araf 16]

(Allah, iman edenleri, doğru bir yola
[İslamiyet’e] iletir.) [Hac 54]

(Resulüm, elbette sen, onları doğru yola, [İslamiyet’e] çağırıyorsun.) [Müminun 73]

(Kur’an-ı Hakim'e and olsun ki, sen doğru yol
[İslamiyet] üzere gönderilmiş Peygamberlerdensin.) [Yasin 2-4]

(Ey Resulüm, elbette sen, doğru bir yola
[İslamiyet’e] çağırıyorsun.) [Şura 52]

İslamiyet evrenseldir
Sual:
Bir ateist, (Kur’anda Peygambere Mekke halkını Müslümanlığa davet et deniyor. Ben Mekkeli olmadığıma göre, Müslümanlık beni bağlamaz) diyor. İslamiyet evrensel bir din değil mi? Sadece Mekke halkına mı geldi?
CEVAP
Mealden İslamiyet öğrenilmez. Görüyorsunuz kâfir bile anlamayıp veya yanlış anlayıp kâfirliğini katmerleştiriyor, ben böyle dine inanmam diyor.

İslamiyet evrensel olup kıyamete kadar geçerli tek dindir. Bu konuda bir çok âyet-i kerime ve hadis-i şerif vardır. Bu konudaki iki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Her Peygamber yalnız kendi kavmine geldi, ben ise bütün insanlara gönderildim.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai]

(Benden önce hiçbir Peygambere verilmeyen beş şey bana verildi. Bunlardan biri, her Peygamber sadece kendi kavmine gönderilirken ben bütün dünyadaki insanlara gönderildim.)
[Buhari, Müslim, Nesai, Tirmizi]

Birkaç âyet-i kerime meali:
(De ki, ey insanlar, ben, Allah’ın hepiniz için gönderdiği Resulüyüm.) [Araf 158] (Yukarıdaki hadis-i şerifler gibi, bu âyet-i kerime de, Peygamber efendimizin bütün insanlara geldiğini açıkça göstermiyor mu?)

(Biz seni ancak bütün insanlara
[Müminlere Cenneti] müjdeleyici ve [kâfirlere azabı haber verici] uyarıcı [bir resul] olarak gönderdik; ama insanların çoğu [bu gerçeği] bilmez.) [Sebe 28]

(Âlemlere
[Bütün insanlara ve cinlere ilahi azap ile] korkutucu [uyarıcı] olarak Furkanı [Kur’anı] kuluna [Resulüne] indiren [Allah’ın şânı] ne yücedir.) [Furkan 1]

(Biz seni âlemlere
[insan, cin ve diğer bütün mahlukata] rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]

Ateistin konu edindiği iki âyet-i kerime şu mealdedir:
(Bu Kur'an, kendinden önce [gönderilen ilahi] kitapları tasdik eden, şehirlerin anası (merkezi olan Mekke) halkını ve çevresindeki [dünyadaki] bütün insanlığı uyarman için indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Ahiret gününe iman edenler bu Kitaba da inanıp namazlarını devamlı kılarlar.) [Enam 92] (Mekke şehri, İslam dünyasının merkezidir. Onun çevresi bütün dünyadır. Dünyadaki Müslümanlar her yıl bir sefer Mekke’de bulunan Kâbe’de toplanırlar.)

(Şehirlerin anası
[olan Mekke] halkını ve çevresindeki [bütün dünyadaki] insanları uyarman ve varlığında hiç şüphe olmayan kıyamet gününün dehşetinden onları korkutman için sana Arapça bir Kur'an indirdik. İnsanların bir kısmı [müminler] Cennete, bir kısmı da [kâfirler] Cehenneme gidecektir.) [Şura 7]

Demek sadece Mekkelilerin değil, insanların bir kısmı, inanmadıkları için Cehenneme, bir kısmı da inandıkları için Cennete gidecektir. Cenneti değil de, Cehennemi tercih etmek, ne kadar ahmakça bir iş olur! Mekke, Âdem aleyhisselamdan beri bütün müminlerin yani bütün semavi dinlerin merkezidir. Bütün Peygamberler müslüman idi. Kâbe-i muazzamayı ilk defa Âdem aleyhisselam, sonra da İbrahim aleyhisselam yaptı. Resulullah efendimiz zamanında da tamir edildi.

Hak din İslam’dır
Sual:
Musa peygambere inanana Musevi, İsa peygambere inanana İsevi deniyor da, Muhammed peygambere inanana Muhammedi denmiyor da, niçin Müslüman deniyor?
CEVAP
Diğer dinler, belli bir kavme, belli bir bölgeye gönderilmiştir ve belli bir zaman yürürlükte kalmıştır. İslamiyet ise, cihanşümul [evrensel, üniversal] bir din olup, bütün insanlığa gönderildiği ve hükümleri de, kıyamete kadar geçerli olduğu için, gönderilen peygamberin ismi ile bildirilmemiştir. Muhammed aleyhisselamın getirdiği dine, İslamiyet dendi. Önceki dinlerin hiç biri bozulmamış olsaydı bile, nesh edildiği, yani yürürlükten kaldırdığı için, artık o dinlerin hiç biri ile amel etmek caiz olmaz. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah indinde hak din, yalnız İslam’dır.) [Al-i İmran 19]

İslam dini evrenseldir
Sual:
(Kur’anda “Anlayabilmeniz için, Kur’anı Arapça olarak indirdik” denmesi, Kur’anın aslını ve tercümesini herkesin anlayabileceğini ve İslam dininin evrensel olmadığını, yalnız Arapların dini olduğunu gösterir) diyenlerin sözü yanlış değil midir?
CEVAP
Elbette yanlıştır. Bunları, dinsizler söylüyorlar. Hangi dille gelseydi, aksini söylerlerdi. Yusuf sûresinin, (Anlayabilmeniz için, Kur’anı Arapça olarak indirdik) mealindeki ikinci âyet-i kerimesi, tefsirlerde şöyle açıklanıyor:
(Kur’anı herhangi bir dille değil, en geniş, en açık dil olan Arapça olarak indirdik. Eğer iyi düşünürseniz, bu kitabın yüceliğini, kendisinin bir şaheser, sözlerinin bütün insanlığa hitap ettiğini görür, Müslüman olmayı en büyük vazife, en yüksek saadet telakki edersiniz. Ey Araplar, Kur’anın, edebiyatçıların, şairlerin sözlerine benzemediğini gördünüz. Bunun insan sözü değil, ilâhî bir kelam olduğunu düşünürseniz, anlarsınız.)

Demek ki âyette geçen anlamak ifadesi, bunun ilâhî kelam olduğunu anlamaktır. Yoksa ahkâmını anlamak değildir. Eğer öyle olsaydı, Allahü teâlâ, (Resulüm, Kur’anı insanlara açıkla!) buyurmazdı. (Nahl 44)

Fussilet sûresinin, (Eğer biz Kur’anı yabancı bir dille gönderseydik, “Âyetler tafsilatlı şekilde açıklanmalıydı. Arapça olmayan bir kitabı biz nasıl anlarız” derlerdi. De ki: O Kur’an, bütün inananlar için, doğru yolu gösteren bir rehber ve şifadır. İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalıdır. Sanki onlara uzaktan bağrılıyor da, Kur’anın ne söylediğini anlamıyorlar) mealindeki 44. âyetin açıklaması şöyledir:
Kur’an, [Çince, Yunanca, Rusça veya başka bir dilde değil de] kendi diliniz olan Arapçadır. Siz, ifadelerinin vecizliğinden, şaheserliğinden bu Kur’anın ilâhî bir kelam olduğunu anlarsınız. Yoksa (Arap olduğunuza göre, Kur’anın hükümlerini de anlarsınız) denmiyor. Âyetin devamında, [Arap oldukları hâlde] inanmayanların Kur’anı sağırlar gibi duymadıkları bildiriliyor. Bilinmesi farz olan iman bilgileri, farzlar ve haramlar, ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkhı, müctehid âlimler, âyet ve hadislerden çıkarmıştır. (Hadika)