Huzurlu bir yuva için

Saatlerdir, ıslak tenha sokaklarda elleri cebinde yürüyordu. Hava soğuk değildi; ama üşüyordu. Yağmurluğunun önünü sıkıca kapattı. Biraz daha büzüldü, yoksa üşüyen kendi değil de yüreği miydi? Gözyaşları yağan yağmura karışıyor, sanki sokaklarda akan küçücük dereler gözyaşlarıyla birleşince daha bir ıslatıyor, daha bir üşütüyordu insanı. (Neden) dedi kendi kendine, (Oysa birbirimizi çok sevmiştik, söz vermiştik, hani hiç üzmeyecektik birbirimizi. Evliliğimize karşı çıkanlar olmuştu. Ne kadar bekledik, gönülleri olsun, bu evliliğe rıza göstersinler diye. Şimdi ne oldu da, her şey tersine gidiyor, herkes kendi ailesini kabul ettirmeye çalışıyor. Azıcık anlayış gösterse anneme, her dediğine olur deyiverse ne olur. Benim annemi istemiyor; ama ben ona ve kardeşime bakmak zorundayım, anlatamıyorum bunu. Neden anlaşamıyorlar, anlamıyorum.)
***
Hiç bu kadar şiddetli olmamıştı tartışmaları. Bir iki bağrışırlar, geçer giderdi; ancak bu sefer artık dayanamadı Ayşe. O da, sesini yükseltip beyine söylemeye başladı. Zaten problemlerini hiçbir zaman, sakin sakin konuşarak halledemediler; çünkü Ayşe konuşamıyordu, anlatamıyordu. Ne zaman anlatacak olsa, boğazına bir şeyler tıkanıyor, gözlerinden yaşlar boşanıyor, lafa nereden başlayacağını bilemiyor, konuşma daha başlamadan bitiyordu. Bu durumu bildiği için hiç konuşmuyor, sadece tepkilerini susarak, suratını asarak, hızlı hızlı iş yaparak belli ediyordu. 2 yaşında olan oğulları Mehmet ise, durumdan habersiz, bağrışmalara sıçrayarak veya ağlayarak katılıyor, çocuğun bu tepkisi, birinin çocuğu alarak başka bir odaya gitmesiyle bitiyordu. Ama bu sefer, kimse öfkesinden Mehmet’in ağlamalarını duymamıştı. Hanımına sert bir hareket yapmaktan korkan Sedat, kapıyı hızla çarparak dışarı gitti.
Sedat, bu halde ne kadar yürüdüğünü bilmeden, yağmurdan sırılsıklam olmuş bir halde otobüs durağında beklerken, önünde gri bir araba durmuş, şoför mahallindeki kişi, Sedat diye seslendi. Sedat, sesin geldiği pencereye doğru eğilerek baktı. Sesin sahibi gelmesini istiyordu, hiç düşünmeden arabaya bindi. Arabadaki kişi, en çok sevdiği arkadaşı Abdullah abi idi.
— Selamünaleyküm Abdullah abi.
— Ve aleykümselâm Sedat kardeşim. Ne bu hal, ne bu dalgınlık? Birkaç kere seslendim de ancak duyurabildim sesimi yahu! Hayırdır, bu yağmurda ne işin var dışarıda? Sırılsıklam olmuşsun. Çıkar montunu, bende kaloriferi çalıştırayım da, biraz ısın!
Zaten dokunsan ağlayacak olan Sedat, hiçbir şey söylemeden denileni yaptı.
— Sen hiç iyi görünmüyorsun. Ne oldu, anlatsan belki bir yardımım dokunur.
Sedat daha fazla dayanamadı, bıraktı kendini, ağlıyordu. Biraz sakinleşince Abdullah abiye baktı:
— Abi öyle bunalmıştım ki. Allahü teâlâ seni karşıma çıkardı.
— Ne demek Sedatcığım, arasaydın yine gelirdim. Nedir seni bu kadar üzen, anlat bakalım! Ama dur, önce abdest alıp akşam namazlarını bir camide kılalım, bu konuşma uzayabilir.
Sedat, tabii, iyi olur anlamında başını salladı.
— Ben de, namaz için eve yetişemeyeceğimi anlayınca, bir cami bulmak için bakınıyordum. Biliyorsun eskiden ben de, buralarda oturuyordum; ama buralar çok değişmiş. Camiyi bulmak için epey sokak dolaştım. Hadi in bakalım, geldik camiye. Bak şadırvanı alt katta. Şu benim montumu al, seninki epey ıslanmış. Hasta olup da, bir de bunun için üzme bizi!
Sedat, Abdullah abinin montunu almak istemediyse de, ısrara dayanamayıp giymek zorunda kaldı. İyi ki kabul etmişti; çünkü sinirleri bozulmuş olduğu için hem üşüyor, hem de titriyordu.
Abdestlerini alıp cemaatle namazlarını kıldılar. Uzun uzun dua etti Sedat. (Allah’ım, yuvama dirlik, huzur, hanımıma ve bana İslam ahlakıyla ahlaklanmayı nasip et, İslamiyet’e uygun yaşamayı nasip et! Dualarımı sevdiklerin hürmetine kabul et!) diye dua etti.
Namaz bitip arabaya bindiklerinde Sedat rahatlamış, kalbindeki öfke dağılmış, sakinlemişti.
Bir lokantanın önünde durdular.
* * *
— Haydi, ben acıktım Sedatçığım. Acıkınca şekerim düşüyor, aklım çalışmıyor sanki. Bir şeyler yiyelim, hem de sohbet edelim, özlemişim seni yahu…

— Abdullah abi, seni de üzdüm, evdekiler beklerler, ben mani olmayayım. Eve gidelim. Ben şuradan bir otobüse atlarım, sen de eve gidersin…
— Olmaz kardeşim. Acıkınca şekerim düşer benim, hem ben evdekilere telefon ettim, haber verdim. Haydi, şimdi bir şeyler yiyeceğiz, hiç itiraz istemiyorum.
— Ne diyeyim, peki o zaman…
— Hah şöyle, ne demişler, peki de kazan, aferin sana!
Garsona yemekleri söyleyip masaya oturdular.
— Anlat bakalım, seni bu havada sokak sokak dolaştıran ve sırılsıklam yapan sebep nedir?
Sedat önce kekeledi, sonra anlatmaya başladı.
— Abi, bizim hanımla atıştık biraz.
— Olabilir, her evde olağandır, bunun için sokaklarda ıslanmaya değer mi?
— Abi bu seferki az uz bir tartışma değildi, eğer kapıyı çarpıp çıkmasaydım yanlış bir hareket yapabilirdim.
Sedat evdeki sıkıntıları, sebeplerini bir bir anlattı. Onu dikkatlice dinleyen Abdullah abi:
— Sedat biliyorsun, biz yeni kayınpeder olduk. Bizim oğlanı evlendirmeden önce onunla yaptığım konuşmaları sana anlatayım, bir dinle. Oğlumu karşıma alıp sordum, dedim ki:
— Geçen annenle konuşuyorduk, ikimiz de senin artık evlenmen gerektiğini, zamanının geldiğini hatta geçmekte olduğunu düşünüyoruz, sen ne dersin bu işe?
— Siz nasıl uygun görürseniz babacığım.
— Sen nasıl bir hanım istersen, söyle de annen öyle bir hanım kıza baksın?
— Babacığım, siz daha iyi bilirsiniz; bildiğiniz gibi, ben dinini bilen, dini görevlerini yerine getiren, ahlaklı, harama helale dikkat eden, kendini haramdan muhafaza etmiş, temiz bir ev hanımı olmasını isterim.
— Peki, onun kendini haramdan muhafaza etmiş olmasını beklerken sen kendini haramdan muhafaza ettin mi? Biliyorsun ki kendisi iffetsiz olanın ailesi ve çocukları da iffetsiz olur. Seçeceğin hanımın dini vecibeleri yerine getirmekte hassas olmasını bekleyen, kendi de dini vazifeleri yerine getirmekte çok daha hassas davranmalı; çünkü aile reisi babadır. Sen ön tekersin, ön teker nereye, arka teker oraya gider.
— Doğru söylüyorsunuz babacığım, bizleri iyi yetiştirmek için bu zamana kadar çalışıp uğraştınız; ama sizi temin ederim ki, haramdan ben de kendimi korumak için çok çaba sarf ettim. Ancak zamanımızın durumu malumunuz, bilmeyerek olanlar için tövbe ediyorum. Bunları siz öğretmiştiniz.
— Peki, evladım sen kendini bir başkasının sorumluluğunu alabilecek, bir aileyi sevk ve idare edebilecek durumda görüyor musun?
— Allahü teâlânın bize vereceği rızkı kazanmak için çalışıyoruz; ancak takdir neyse, o kadar elimize geçer.
— Amenna, ben rızık kaygısıyla sormadım. Aile reisi olarak dinimizin erkeğe yüklediği vazifeleri biliyor musun onu öğrenmek istedim. Yani evin nafaka temininin helal olarak kazanılması, alışveriş işlerinin erkek tarafından yapılması, hanımın hakkına riayet edilmesi ve doğacak evlatlarının terbiyesi, onların korunup gözetilmesindeki sorumluluklar... Bunlar zor şeyler. Dinimiz bütün bunları erkeğin omuzlarına yüklemiştir. Bu sorumluluklarının bilincinde olarak hareket edersen iki cihan saadetine erer ve erdirirsin.
— Dinimizin erkeğe ne tür vazifeler verdiğini öğrenmiştik babacığım. Ancak şimdi bir kere daha dikkatli olarak tekrar etmek lazım geldiğini anlıyorum.
* * *

Neyse bizim hanım aradı sorup soruşturduk. Gitti, gördü, sonunda oğlanın da kabul ettiği bir kız bulundu. Oğlanı düğünden birkaç gün önce karşıma alarak bazı tembihlerde bulunmak ihtiyacı hissettim, ne de olsa gençtir, cahildir dedim:
— Oğlum, bir iki gün sonra düğünün olacak ve sen artık kendi ailenin reisi olarak hayatına devam edeceksin. Unutma ki, bu ev her zaman sana ve senin ailene açıktır. Sen bizim her zaman evladımızsın, her iki görev birden seni beklemekte. Evlatlık ve aile reisliği... İki görev, iki aile, hatta üç aile…
— İkisini anladım da üçüncüsü nedir onu anlayamadım babacığım.
— Bir kendi ailen, iki bizimle olan aile, üç hanımının ailesi… Üç aileyi de çok güzel idare etmelisin, üç aileyi karşı karşıya getirecek durumlardan çok sakın! Hanımının hakkını gözet, onu sakın incitme, onu incitirsen bizi ve onun ailesini de incitmiş olursun. Hanımınla iyi geçinmek istersen, hep kendini kusurlu görmeli, (Ben iyi olsaydım, o böyle olmazdı) diye düşünmeli. Hanımının iyiliğini, iffetini Allahü teâlânın büyük nimeti bilmeli. Onun huysuzluklarına iyilikle muamele etmeli, iyiliği çoğalıp, her işi seve seve yapınca, ona dua etmeli ve Allahü teâlâya şükretmeli; çünkü uygun bir kadın büyük bir nimettir. İyi davranmak, sadece hanımı üzmemek değil, onun verdiği sıkıntılara da katlanmaktır. İyi müslüman olmak için hanımla iyi geçinmek şarttır. Kur'an-ı kerimde (Onlarla iyi, güzel geçinin) buyuruldu. Hanımı üzmek doğru değildir; fakat burada dengeyi iyi kurmalı, idareyi hanıma vermemeli. Yani üzülecek diye her istediğine veya yerli yersiz isteklerine de boyun eğmemeli. Bak oğlum, ola ki annen veya kız kardeşin, hanımın hakkında sana bir şeyler söylerlerse onların sözlerine bakıp hanımına kötü davranmayasın. Onları dinler, (Ben hanımla konuşurum, siz bir şey söylemeyin şimdilik) gibi sözlerle idare edersin.
Annen ve kız kardeşin için hanımının söylediklerine karşı da uyanık olmalı, anaya yapılan eziyete hiçbir suretle göz yummamalısın! Sen ana babaya hürmet et ki, hanımın ve çocukların da, senden gördüğü gibi saygı göstersin. Ana-babaya, kayınvalide ve kayınpedere hürmet, hizmet edilmesi birinci vazife olmalı! Büyüklerin rızasını, duasını almaya çalışmalı, hayır dualarını, büyük kazanç bilmeli. Bunlara riayet eden, dünyada da, ahirette de mutlu olur. Hanımına annen ve ablan için, anne ve ablana da hanımın için güzel sözler söyleyerek birbirlerine yaklaştırıp muhabbetlerini sağlayabilirsin.
Hanımının salih olan akrabasını misafir et, onları iyi karşıla! Hanımının ana babasına yapacağın ikramda cömert ol! Onlarla güzel güzel sohbet et, uygun bir dille emr-i maruf ve nehy-i münkerde bulun; uzak yerden gelmişlerse, istediğiniz kadar kalın de! Onların kalplerini kazanmaya, hayırlı dualarını almaya çalış! Senin ve hanımının akrabalarından fâsık olanlar, hanımının dinini, ahlakını bozmak isteyenler varsa, onları evine alma ve onların evlerine gitme! Onlarla görüşme ve hanımını da görüştürme; fakat onlara da ve hiç kimseye sert davranma, münakaşa etme, fitne çıkmasına sebep olma! Din ve dünyalarına zarar gelecek şeylerden sakın! Herkese karşı, güler yüzlü, tatlı dilli ol!
Kadınların kalpleri ince ve nazik olduğundan, birbirine haset edenleri çoktur. Bu bakımdan, özellikle yeni evlilik zamanlarında, uyanık ol, kadınların, hanımını çekiştirmesine aldanma, böyle şeyler söylenmesine fırsat verme, böyle sözlere kanıp hanımını incitme!
Aklı olan karı koca, birbirini üzmez. Hayat arkadaşını üzmek, incitmek, ahmaklık alametidir. Zalim, huysuz kimsenin hayat arkadaşı devamlı üzülerek sinirleri bozulur. Sinir hastası olur. Sinirler bozulunca, çeşitli hastalıklar hâsıl olur. Hayat arkadaşı hasta olan bir eş, mahvolmuş, saadeti sona ermiş demektir. Eşinin hizmetinden, yardımlarından mahrum kalmıştır. Ömrü, onun dertlerini dinlemekle, ona doktor aramakla, ona alışmamış olduğu hizmetleri yapmakla geçer. Bütün bu felaketlere, bitmeyen sıkıntılara kendi huysuzluğu sebep olmuştur. Dizlerini dövse de, ne yazık ki, bu pişmanlığının faydası olmaz. O halde, hayat arkadaşına yapılacak huysuzluğun, işkencenin zararı kendine olur. Ona karşı, hep güler yüzlü, tatlı dilli olmaya çalışmalı! Bunu yapabilen, rahat ve huzur içinde yaşar, Rabbinin rızasını da kazanır, dünyada da, ahirette de mutlu olur. İşte oğlum sana bu nasihatlerim aslında, İslam âlimlerinin sözleri, dinimizin emirleridir. Kim ki, dinin emirlerini yapar, hem vallahi, hem billahi, iki cihanda da rahat eder.
* * *
— İşte oğluma böyle nasihat etmiştim. Sözün özü, büyüklerin sözüdür Sedat, bilmem anlatabildim mi? Senin yapacağın da, aynı büyükler gibi yapmak kusurları örtmek ve affetmek bundan sonra da büyüklerin söylediği gibi davranmaktır. Şimdi gidiyoruz, giderken hanımına bir şey al, çiçek, tatlı, ne olursa... Onun gönlünü al, göreceksin, dönüp senden özür dileyecektir. Sana anlattıklarım kitaplarda yazıyor, birlikte okuyun ve niyetlerinizi düzelterek yolunuza, büyüklerin yoluyla devam edin inşallah. Evin reisi olarak huzurlu yuvaların devamı ve dinimizin yaşanması için çalışmalıyız.
* * *
Sedat rahatlamış, aklından, yaptığı yanlışları düzeltmeye başlamıştı bile. Karar verdi, ailesini aynı Abdullah abisinin dediği gibi güzellikle sevk ve idare edecek, mutlu, huzurlu bir yuva için gereken fedakârlığı gösterecekti.

Z. Alkan