Dini emirlerde mantık aramak

Sual: Dinin emirlerinde mantık aranır mı?
CEVAP?
Bu konuda, Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabında buyuruluyor ki:

(Elmünkızü-aniddalâl) kitâbında diyor ki: Akıl ile anlaşılan şeyler, his uzuvları ile anlaşılanların üstünde olduğu ve bunların yanlışını çıkardığı gibi, yanî his uzuvlarımız, akıl ile anlaşılan şeyleri anlayamayacağı gibi, akıl da, Peygamberlik makâmında anlaşılan şeyleri kavramaktan âcizdir. İnanmaktan başka çâresi yoktur. Akıl, anlayamadığı şeyleri nasıl ölçebilir. Bunların doğru ve yanlış olduğuna nasıl karâr verebilir? (Gadâ-ül-mülâhazât) kitâbında akla uygun bir yazı bulunmadığı (Cevâb Veremedi) kitâbımızda uzun yazılıdır.

Nakil yolu ile anlaşılan, yanî Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” söyledikleri şeyleri, akıl ile araştırmaya uğraşmak, düz yolda güç giden, yüklü bir arabayı, yokuşa çıkarmak için zorlamaya benzer. Yokuşa doğru at, kamçılanırsa, çabalaya çabalaya, yâ yıkılıp canı çıkar. Yâhut, alışmış olduğu düz yola kavuşmak için sağa, sola ve geriye kıvrılarak arabayı yıkar ve eşyâlar harâp olur. Akıl da, yürüyemediği, anlayamadığı âhiret bilgilerini çözmeye zorlanırsa, yâ yıkılıp, insan aklını kaçırır veyâ bunları alışmış olduğu, dünyâ işlerine benzetmeye kalkışarak, yanılır, aldanır ve herkesi aldatır. Akıl, his kuvveti ile anlaşılabilen veyâ hissedilenlere benzeyen ve onlara bağlılıkları bulunan şeyleri birbirleri ile ölçerek, iyilerini kötülerinden ayırmaya yarayan, bir mi’yârdır, bir âlettir. Böyle şeylere bağlılıkları olmayan varlıklara eremeyeceğinden, şaşırıp kalır. O hâlde, Peygamberlerin bildirdikleri şeylere, akla danışmaksızın inanmaktan başka çâre yoktur. Görülüyor ki, Peygamberlere “aleyhimüssalâtü vesselâm” tâbi’ olmak, aklın gösterdiği bir lüzûmdur ve aklın istediği ve beğendiği bir yoldur. Peygamberlerin, aklın dışında ve üstünde bulunan sözlerini, akla danışmaya kalkışmak, akla aykırı bir iş olur. Gecenin koyu karanlığında bilinmeyen yerlerde, pervâsızca yürümeye ve engin denizde, acemi kaptanın, pusulasız yol almasına benzer ki, her ân uçuruma, girdâba düşebilirler. Nitekim, felsefeciler ve tecrübeleri hayâlleri ile îzâha kalkışan maddeciler, akılları dışında bulunan sözlerinin çoğunda yanılmış, bir yandan birçok hakîkatleri meydâna çıkarırken, bir taraftan da, insanların se’âdet-i ebediyyeye kavuşmalarına mâni’ olmuşlardır. Tecrübelerin dışına taşmayan akıl sâhipleri, bu acıklı hâli, her zamân görmüş ve bildirmiştir. Misâlleri çoktur. Felsefecilerin üstâdlarından olan Aristo için meşhûr Alman kimyâgeri profesör (F.Arnd)ın da, İstanbul’da çıkan, türkçe (Tecribî kimyâ) kitâbındaki (Fen ve ilim terakkîsinin, hemen hemen bin beş yüz sene içinde durmuş olması, kısmen Aristo felsefesinin kabâhatidir) yazısı, bu doğru sözlerden biridir.

Dîn-i islâmda aklın ermediği şeyler çoktur. Fakat, akla uymayan bir şey yoktur. Âhiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona ibâdet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile doğru olarak, bilinebilselerdi, binlerce Peygamberin gönderilmesine lüzûm kalmazdı. İnsanlar, dünyâ ve âhiret se’âdetini kendileri görebilir, bulabilirdi ve Allahü teâlâ, hâşâ Peygamberleri boş yere ve lüzûmsuz göndermiş olurdu. Hiçbir akıl, âhiret bilgilerini bulamayacağı, çözemeyeceği içindir ki, Allahü teâlâ, her asırda, dünyânın her tarafına, Peygamber göndermiş ve en son ve kıyâmete kadar değiştirmemek üzere ve bütün dünyâya, Peygamber olarak, Muhammed aleyhisselâmı göndermiştir. Bütün Peygamberler, akıl ile bulunacak dünyâ işlerine dokunmayıp, yalnız bunları araştırmak, bulup fâidelenmek için çalışmayı emir ve teşvîk buyurmuş, kendileri dünyâ işlerinden her birinin, insanları ebedî se’âdete ve felâkete nasıl sürükleyebileceklerini anlatmış ve Allahü teâlânın beğendiği ve beğenmediği şeyleri açık olarak bildirmişlerdir.

O hâlde, insâf etmeli ki, Allahü teâlânın sonsuz kudretinin inceliklerini meydâna çıkaran, bugünkü teknik bilgilerden ve tecrübelerden haberi olmayan ve islâm büyüklerinin kitâplarını okuyup anlamak şöyle dursun, bunların isimlerini bile işitmemiş olduğu, sözlerinden anlaşılan, bir câhilin, feylesof maskesi, profesör etiketi, gazete yazarı perdesi altında çalışan bir kâfirin, tâm olmayan aklı ile, ortaya attığı bir düşünce, nasıl olur da, Allahın Peygamberinin “sallallahü aleyhi ve sellem” sözlerinden üstün tutulur? Peygamberimizin kitâplarımızda yazılı ilim, sıhhat, fen, ahlâk, hak, adâlet ve bütün se’âdet kollarını kavrayan ve bin dört yüz seneden beri dünyânın her tarafında gelmiş, ilim, tecrübe ve akıl sâhiplerini hürmet ve hayrânlıkta bırakan ve hiçbirisinde kimse tarafından bir kusûr ve hatâ bulunmamış olan, emirleri ve sözleri, bir câhil sözü ile nasıl lekelenebilir? Bundan dahâ büyük bedbahtlık ve zavallılık olabilir mi? Tâm akıl, şaşmayan, yanılmayan akıldır. Etrâfa düşünceler savuran bu câhil, değil aklın erişemeyeceği şeylerde, belki kendi günlük işlerinde, hiç yanılmadığını iddiâ edebilir mi? Böyle bir iddiâya, kimse inanır mı? Değil bir insan, bugün en akıllı tanınan hıristiyanların, kendi aralarında, en akıllıları olarak, seçtikleri meb’ûsları, bütün akılları ile, bütün ilimleri ile, baş başa vererek, yaptıkları kanûnları, az zamân sonra, yine kendileri beğenmeyip değiştiriyor. Yeryüzünde hiç bozulmayan ve değiştirilemeyecek bir şey vardır ki, o da Allahü teâlânın Kur’ân-ı kerîmi ve Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” hadîs-i şerîfleri, yanî mübârek sözleridir.

Ahkâm-ı islâmiyyeyi iyice kavramış ve bugünkü medeniyetin temelini teşkîl eden, fen kollarının târîhçesini incelemiş bir fen adamı, pek açık olarak görür ki, târîh boyunca hiçbir zamânda, hiçbir teknik başarı, hiçbir fennî hakîkat, islâmiyete karşı durmamış, dâimâ ona uygun bulunmuştur. Nasıl uygun olmasın ki, tabîatı incelemek ve madde ile kuvvet üzerinde çalışmak ve fen bilgilerinde akla güvenmek, islâmiyetin emir ettiği şeydir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmin birçok yerlerinde, (Sizden evvel gelip geçenlerin hayâtlarını, gittikleri yolları ve başlarına gelenleri, gözden geçirip, onlardan ders alınız. Yerleri, gökleri, canlıları, cansızları ve kendinizi inceleyiniz! Gördüklerinizin içini, özünü araştırınız. Bütün bunlarda yerleştirmiş olduğum kuvvetimi, kudretimi, büyüklüğümü ve hâkimiyetimi bulunuz, görünüz, anlayınız!) meâlinde emirler buyurmaktadır.

Îmânın altı şartından birincisi, Allahü teâlânın var olduğuna inanmaktır. Fen bilgisi olan akıllı bir kimse, bunu düşünerek kolayca anlayabilir. Îmânın diğer şartları ve bütün ibâdetler, bundan sonra öğrenilir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmin birçok yerinde, kâfirleri, neden akıllarını kullanmadıkları için ve neden yerleri, gökleri ve kendilerini inceleyerek düşünmedikleri ve böylece îmâna kavuşmadıkları için, azarlamakta ve aşağılamaktadır. (Ma’rifetnâme)de diyor ki, (Büyük islâm âlimi Seyyid Şerîf Cürcânî, aklı olan, iyi düşünen bir kimse için, astronomi ilmi, Allahü teâlânın varlığını anlamaya, çok yardım eder diyor. İmâm-ı Gazâlî “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki, astronomi ve anatomi bilmeyen, Allahü teâlânın varlığını ve kudretini anlayamaz).