Sual: (Ben dindar laik, dindar sosyalist, dindar demokrat ve dindar cumhuriyetçi biriyim) diyenler oluyor. Böyle bir şey mümkün mü?
CEVAP
Beşeri sistemlerin, ideolojilerin başına dindar kelimesini koymakla o sistemler dine uygun hâle gelmez. Dindar liberalist, dindar kapitalist, dindar sosyalist, dindar ateist, dindar komünist, dindar evrimci, dindar faşist, dindar diktacı demek çok yanlıştır. Bu, temiz necaset, temiz idrar, temiz kan, temiz alkol demeye benzer. Başına temiz kelimesi konmakla, pislik temiz olmaz.
Bir şeyin başka bir şeye benzer yönlerinin bulunması onun aynısı olması demek değildir. Altın bakıra benzer, fakat tamamen farklıdır. Ali ikiz kardeşi Veli’ye çok benzese de, ikisi ayrıdır.
Hristiyanlar, ateistler ve Müslümanlar, insan olarak birbirlerine çok benzeseler de, ayırt edilmesi zor olsa da, inanç yönüyle çok farklıdır. Elma, söğüt ve ceviz ağaçları, ağaç olarak birbirine benzerler. Biri meyvesizdir, ötekilerin de meyveleri farklıdır. Turunç, portakal, limon da birbirine benzer. Bunların biri ekşi, biri tatlıdır. Yani aynı değildir.
Rejimler, sistemler de birbirine benzer, ama birebir aynısı olmaz. Hattâ cumhuriyet rejimleri bile birbirinden farklıdır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, diğer cumhuriyetlerden farklıdır. Başına İslam konsa da, Pakistan İslam Cumhuriyeti ile İran İslam Cumhuriyeti aynı değildir. Hiçbiri hilafet rejimi değildir. İslam cumhuriyeti demekle, İslamiyet’e uygun hâle gelmez.
Cumhuriyet rejiminin bile farklı uygulamaları, farklı çeşitleri var. O hâlde, (Ben demokratım), (Ben cumhuriyetçiyim) diyenin, hangisinden olduğunu açıklaması gerekir. Sosyal demokrat mı, laik demokrat mı? Sosyalist cumhuriyet mi, laik cumhuriyet mi? Hangi cumhuriyet olursa olsun, adına İslam cumhuriyeti dense de, hilafetten farklı olur. Yani ben dindar demokratım, dindar cumhuriyetçiyim diyenin hilafet nizamından farklı bir sistemin adamı olduğu anlaşılır.
Bu hususta İskilipli Atıf Hoca diyor ki: İdareler dörttür: dikta, meşrutiyet, cumhuriyet ve hilafet. Hilafette, halkın oylarıyla [yahut Hazret-i Ebu Bekir’in yaptığı gibi tayinle veya Hazret-i Ömer'in yaptığı gibi şura ile] muayyen vasıfları bulunan kişi, devlet başkanı olarak seçilir. Kendisi vazgeçmedikçe veya ölmedikçe veya azlini gerektirecek bir sebep bulunmadıkça halifenin başkanlığı devam eder. [Oğlunu halife bırakmasını istediklerinde Hazret-i Ömer, (Halifelik ağır bir yüktür. Bir aileden bir kurban yeter. Oğlumun da kurban gitmesine razı olamam) buyurmuştur.] Hilafette, bi’atın olması yani oyla seçilmesi cumhuriyete benzer. Tayin ve azil yönünden meşrutiyete; yetki yönünden diktaya benzer. Başkan, belli bir müddet için seçilmediğinden, Cumhuriyetten bu bakımdan da farklıdır. Kısacası İslâmiyet, her üç sistemden de farklıdır. (Medeniyet-i şeriyye)
Atıf Hoca’nın dediği gibi hilafet, beşeri sistemlerin hepsinden farklıdır. Dindar laik ve dindar cumhuriyetçi olan bir kimse, hilafetçi olamaz. Hilafetçi olana da, dindar diktacı veya dindar cumhuriyetçi denemez. Dindar diktacı demekle dikta rejimi dine uygundur anlamı çıkmaz. Müslümanım demeyip dindar demokratım demek de, çeşitli yönlerden yanlıştır.
Sosyal adalet
Sual: Sosyal adalet ne demektir?
CEVAP
Sosyal adalet; asırlardan beri bütün rejimler ve bütün sosyal doktrinler tarafından düşünülen ve gerçekleştirilmesi arzu edilen bir husustur. Bir topluluğun düzenli, ahenkli olması ve fertler, zümreler arasında nefret ve düşmanlık bulunmaması için sosyal adaletin bulunması gerekir.
Sosyal adalet, herkesin çalışması; bilgi ve kabiliyeti ve gördüğü iş nispetinde hakkını alması; hiç kimsenin ezilip sömürülmemesi; en küçük bir iş görene de hayat hakkı tanımak demektir. Çalışan herkesin asgari bir geçim şartına erişmesi, sosyal adaletin ilk şartıdır.
Sosyal adalet, sosyal eşitlik demek değildir. Herkesin aynı gelire sahip olması adalet değil, adaletsizlik olur. Bir sınıfta, çalışan çalışmayan, bilen bilmeyen bütün öğrencilerin sınıf geçmesi de böyledir. Mutlak eşitlik, ne tabiatta, ne toplulukta, hiçbir yerde yoktur. Olması da düşünülemez. Bir fabrikadan çıkan eşya gibi, bütün vasıfları aynı olan robot gibi insan olmaz. Herkes farklı yaratılışta olduğu için işleri de farklı olur.
Hukuktaki eşitlik, aynı durum ve şartlar içinde bulunan herkesin aynı muameleye tâbi tutulması demektir. Sosyal bakımdan, hele ekonomik yönden tam bir eşitlik aramak ve istemek, hem gereksiz, hem imkansızdır. Çünkü, adalet kavramı ile bağdaştırılamaz. Mesele, mevcudu kelle hesabı, eşit şekilde paylaştırmak değil; herkesin çalışmasının karşılığını görmesi, hakkını elde edebilmesidir.
Sosyal adalet, milli gelirin en uygun şekilde taksimini sağlar; istismarı, sömürücülüğü ortadan kaldırır. Sermayenin belirli bir zümre elinde toplanmasını önler. Herkese kendi ölçüsünde hayat hakkı verir. Sınıf ve zümreleri arasında düşmanlık bulunmayan bir topluluk meydana getirir. Böyle bir toplulukta vatandaşlar, kendilerini emniyette hissederler. Sosyal adaleti en iyi, en verimli olarak sağlayan kuvvet, elbette İslam ahlakıdır. Müslümanlar birbirlerinin kardeş olduklarına inanır ve kardeş gibi birbirini severler; Müslüman olmayanların mallarına, canlarına, ırzlarına saldırmazlar.
İslam dini, insanların yardımlaşmalarını sağlar; her çeşit bölücülüğü önler. Çalışmayı, helal para kazanmayı emreder. Çalışan her insana hakkını verir. Herkesin mülkünü korur. Kimse kimsenin malına, mülküne dokunmaz. Sosyal adaleti anlayanların, İslam ahlakına saygı göstermeleri gerekir. Bugün Avrupalı, İslam ahlakına uyduğu ölçüde temiz ve sağlam işler yapıyor. Doğruluk, temizlik ve çalışmak İslam ahlakının esaslarındandır. Dinsiz bir toplum bile, İslam ahlakına uygun yaşarsa, dünyada rahat eder.
Liberalizm
Sual: İslam liberalizmi olur mu?
CEVAP
Kâfire de, Müslümana da insan dendiği gibi, İslam’ın ekonomi sistemine de arz ve talep esasına göre yürüdüğü için, liberal ekonomi deniyor. Fakat devletin iktisadi hayata dokunmamasını isteyen Adam Smith’in liberalizminden ve diğer sistemlerden çok farklıdır.
Uşur, harac, cizye, narh koymak, beytülmalin diğer gelirlerini toplamak ve sarf etmek, devletin elinde olduğu için, İslam iktisadı, başıboş bir liberalizm değildir. İstihsalde özel teşebbüse imkan verir, milli gelirin fertlere taksiminde sosyal adaleti gözetir. İslamiyet, kapital hakimiyetini önlemiş, işçi ile patron arasındaki uçurumu kaldırmak için, işçinin sermayeye ve kâra ortak olmasını sağlamıştır. Herkes parasını, bir işletmeye yatırabilir. Fazla kâr alır. Bundan başka, zenginlerin, fakirlere zekât vermesini emir buyurmuştur. İşte sosyal adaletin temelini bu teşkil eder.
Zekât ile toplanan servet, Beytülmal müessesesini kurmuş, fakirliğin, açlığın önü alınmıştır. Ayrıca patron ile işçi yerine, ortaklık, şirket üyeliği meydana gelmiştir. Herkes seve seve çalışmakta, her emek sahibi, emeğinin karşılığını bulmaktadır. Hadis-i şerifte, (İşçiye, alnının teri kurumadan hakkını veriniz!) buyurulmaktadır. (İbni Mace)
Zekât, malının kırkta birini, müstahak olana vermek demektir. İslam dininde, eli, ayağı tutup da çalışabilenlerin dilenmesi haramdır. Zekât, çalışamayacak derecede hasta ve sakat olanlara ve çalışıp da, güç geçinenlere verilir. Allahü teâlâ, böyle fakirleri, milletin içinden kırkta bir olarak yaratmıştır. Bunlara zekât veren zengin bir Müslüman, hem dini ibadetini yaparak, Allahü teâlânın rızasını kazanır, hem de sosyal yardım yaparak, malını, servetini fakirlerin hak ve tecavüzlerinden korumuş olur. İslam dini, ticaret ahlakını da koyarak, sınıf mücadelesini kaldırmıştır.
Dinimizde zaruretsiz narh konmaz. İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki: Medine’de pahalılık olunca, (Ya Resulallah, fiyatlar yükseliyor. Bize kâr haddi koyunuz!) denildi. Peygamber efendimiz, (Kâr haddi koymayın, fiyat koyan Allahü teâlâdır!) buyurdu.
Aynı kitapta, fiyatlar fahiş olarak arttığı, millete zulüm hâline geldiği zaman narh [kâr haddi] koymanın caiz olduğu bildirilmektedir.
Liberal ekonomi sistemi
Sual: Tam İlmihalde, (İslamiyet'te, ilim, ahlak, doğruluk, adalet üzerine dayanan ve tam liberal olan demokratik devletler kurulmuştur) deniyor. Liberal ekonomi, beşeri bir sistem değil midir?
CEVAP
Batılılar, çeşitli ekonomik sistemleri incelemişler, özel ve hür teşebbüs bulunduğu, serbest rekabete imkan verdiği için İslam'ın serbest ekonomi sistemini beğenmişler ve bunu kendilerine mal etmişlerdir. Bir de buna isim bulmuşlar, adına Liberal ekonomi demişlerdir. [Liberal, eli açık, kerim, cömert, hürriyet taraftarı, hürriyete uygun gibi manalara gelir.]
Liberal kelimesinin ifade ettiği manalar, dinimize aykırı değildir. Ama batının elinde, Adam Smithe ve faizci zihniyete göre değişik şekiller almıştır. Dinimizde ihtikâr, karaborsa, faiz gibi şeyler yoktur. Şu halde, İslam ekonomisi, ilme, ahlaka, doğruluğa, adalete, hürriyete dayanan bir sistemdir. Bunu günümüzde en iyi şekilde Liberal kelimesi anlatmaktadır. Bu güzel sistemi başka bir kelime ile anlatmak yerleşmediği için bu kelime kullanılmaktadır. Sırf kelimeden dolayı yanlış aramak çok yanlış olur.
Batı, İslami sistemlerin hepsini kullansa, hepsine de kendine göre birer isim bulsa, biz de o isimleri alsak ne çıkar? Dinimizde bu manada kelime değil, mahiyet mühimdir. Mesela efendi kelimesi Yunancadır. Bugün Türkçe’ye o kadar yerleşmiş ki, en çok saygı duyduğumuz zatlar için kullanıyoruz. Mesela Peygamber efendimiz diyoruz. Batıdan gelmiş diye efendi kelimesini kullanmamak yanlış olur. Batılı, Müslümanların bulduğu bir çok keşifleri, matematikteki, cebirdeki, tıptaki ve daha başka ilimlerdeki buluşları kendilerine mal etmiştir. Bunları batı bile bulsaydı, Müslümanların onlardan almalarında bir mahzur yoktu.
(Fen ve sanat müminin kaybettiği malıdır, nerede bulursa alsın!) ve (İlim Çin'de de olsa alın) hadis-i şerifleri, dünyanın en uzak yerinde, hatta kâfirlerde bile olsa ilim öğrenmeyi emretmekte, batıdan gelme diyerek fenni reddetmemek gerektiğini bildirmektedir.
Liberal ekonomi gibi, Cumhuriyet sistemleri de farklı uygulanmaktadır. Mesela Rusya'da komünizm, İngiltere'de krallık, Libya'da sosyalizm, Mısır ve Suriye gibi yerlerde ise gayrı İslami bir idare şekli olarak uygulanmaktadır. Nasıl ki, beşeri sistemlerin başına İslam kelimesini koymakla mesela "İslam Cumhuriyeti" demekle, o sistemin İslami olması mümkün değilse, liberal kelimesini de, Müslümanlar kullanmakla, dine aykırı bir şey yapmış olmazlar.
Şahsi mülkiyet hakkı
Sual: Tam İlmihal’de (Hükümet, millete hizmet için yapacağı bütün masrafları, beyt-ül-mâldan karşılar. Beyt-ül-mâlın gelirleri yok ise veya az olup ihtiyacı karşılayamıyor ise, hükümet yapacağı hizmetlerin karşılığını milletten vergi olarak ister. Milletin bu vergi borçlarını devlete tam vaktinde ödemesi gerekir) deniyor. Mısırlı zat da, (Devlet şahsi mülkiyete el koyabilir. Fazlasını alıp fakirlere taksim edebilir) diyor. İkisi aynı şey değil midir?
CEVAP
İkisi farklı şeylerdir. Devletin, yapacağı hizmetler için, milletten vergi alması ayrı, zenginlerin malına el koyup fakirlere dağıtması ayrı şeylerdir. Mısırlı sosyalist, şahsi mülkiyet hakkını kabul etmiyor, herkes eşit olsun, hiç zengin kalmasın diyor, yani sosyalizmi savunuyor.
Sınıf ve zümre
Sual: Hak Sözün Vesikaları kitabında, (Sosyal adalet, sınıf ve zümreleri arasında düşmanlık bulunmayan bir topluluk meydana getirir) deniyor. İslamiyet’te sınıf ve zümre mi var?
CEVAP
Sınıfsız, zümresiz toplum olmaz. Her toplumda fakirler ve zenginler, işçiler ve patronlar, memurlar ve âmirler olur. İslamiyet’e uyulunca, bunlar arasında düşmanlık olmaz.
İslam dini, ticaret ahlakını getirerek, sınıf mücadelesini ortadan kaldırmıştır. Adalet karşısında, devlet başkanı da, çoban da, eşit haklara sahiptir ve eşit mesuliyetleri taşır. Haksızlık yok, kardeşlik vardır. (Seadet-i Ebediyye)
İmparatorluk kötü mü?
Sual: Bir yazar, (Osmanlı, hiçbir zaman kendisine imparator veya imparatorluk şeklinde hitap edilmesine müsaade etmezdi. Çünkü imparatorluk bir soygun düzenidir) diyor. İyi imparator olmaz mı yani? Kelimenin ne suçu var ki?
CEVAP
İdarî şekil ve sistemlerle, idarecileri karıştırmamalı. Her sistemde, idarecinin adaletlisi, merhametlisi, şefkatlisi, akıllısı veya zalimi, ahmağı olabilir. Bunlar da bu meziyetlerine göre, sistem ne olursa olsun, milletlerine ve komşularına faydalı veya zararlı olabilir.
Monarşi idarelerin hükümdarlarına, padişah, sultan, halife, han, kağan, hakan, şah, hünkâr dendiği gibi, kral da deniyor. İmparatorluk, kendi topraklarında oturan çeşitli milletleri, egemenliği altında toplayan bir devlet biçimidir. Latince imperare [emretmek, komuta etmek] kökünden gelir.
Padişah, halife, sultan iyi kimse ise, onun idaresi de iyidir, kötü ise onun idaresi de kötüdür. Osmanlıda olduğu gibi, Osmanlıdan önce de halifelik vardı. İyi halifeler olduğu gibi zâlim halifeler de oldu. Kötü halifeler geldi diye halifelik sistemini suçlamak yanlış olur.
Seçimle iş başına gelen sistemlerde de, iyi insanlar seçilirse, o kimselerin idaresinden halk memnun kalır, kötü insanlar seçilirse, halka zulmeder.
Sultanlık, halifelik, şahlık kötülenmez. Başlarındaki sultan, halife veya şah iyi ise idaresi de iyi olur, kötü ise idaresi de kötü olur. İmparator da böyledir. İmparator iyi ise, imparatorluğu da iyidir, imparator kötü ise imparatorluğu da kötüdür. Bizzat imparatorluk sistemine soygun düzeni demek isabetli olmaz.
Sosyalist ve kapitalist
Sual: Komünist ve sosyalist oldukları hâlde, (Biz İslamcıyız) diyenler var. Bir insan hem sosyalist, hem Müslüman veya hem kapitalist, hem Müslüman olabilir mi?
CEVAP
Önce bunların kısaca bir tariflerini yapalım:
Komünizm: Dinleri inkâr esasına dayanan, bütün malların ortaklaşa kullanıldığı ve özel mülkiyetin olmadığı toplum düzenini savunan felsefî görüş.
Sosyalizm: Komünizmin birinci aşaması olup, onun sulandırılmış şekli.
Kapitalizm: Dinlere karışmayan veya dinleri sömürebilen, üretim araçlarının sahipliğinin ve denetiminin kârını artırmak amacındaki özel kesimin elinde olduğu, özel mülkiyet, seçim hürriyetine, sınırlı devlet ve serbest rekabete dayalı iktisadi ve sosyal sistem.
Bir Müslüman, kapitalist olursa kâfir olmuş olmaz. Günahkâr olur. Ama komünist olursa, dinsiz olacağı için kâfir olur. Genelde S. Kutup gibi sosyalist zihniyetli kimseler, Müslüman ismini beğenmeyip kendilerine İslamcı diyorlar.
Hiçbir İslam âlimi, (İslamcıyım) dememiştir. Türkçede genelde -ci, -cü, -cı, -cu ekleri isim ve sıfat üreten bir ektir. İsim olarak, sütçü, balıkçı, şarkıcı gibi o işin ticaretini yapan kimseye denir. Sıfat olarak pilavcı, esrarcı, yakıcı, yıkıcı, bölücü gibi kelimeler, o şeyi yiyene ve o işten zevk alana denir. İslamcı, dinci de bunları andırıyor. İslam’ı ve dini yiyip bitirmekle zevk alan veya onun ticaretini yapan kimse gibidir. Bunun için de hiç kimse dinci veya İslamcı olmamalı, sadece Müslüman olmalı. Müslümanlığı, sosyalizme ve kapitalizme yakın görmemelidir.
Devlet mi, millet mi?
Sual: Devletten mi, yoksa milletten mi yana olmalı?
CEVAP
Devletle millet, birbirinden ayrı olamaz. Millet olmadan devlet olmaz. Devlet yoksa millet de yok demektir. Onun için devlete sahip çıkmak, her Müslümanın görevidir. Merhum Enver Abimiz, devleti bir otobüse, hükümetleri de şoföre benzetirdi. (Şoföre kızıp, otobüsün camı kırılmaz, lastiği patlatılmaz, kaportası delinmez. Gücü yeten, otobüsü durdurup, usulüne göre şoförü değiştirir) derdi.
Güçlü devlet huzur getirir. Devlet zaafa uğradığı zaman, sokağa anarşi hâkim olmaya başlar. Atalarımız boşuna, (Ya devlet başa, ya kuzgun leşe) dememişler. Uzaydaki gezegenlerden biri yörüngesinden çıksa paramparça olacağı gibi, devlet zaafa uğrar ve yörüngeden çıkarsa, Allah muhafaza etsin, kimin kimi, niçin öldürdüğünün farkına varamayız. Onun için daima devletten, müesses nizamdan ve istikrardan yana olmalı. Devlete, topluma zarar veren çapulculara fırsat vermemelidir.
İslâmiyet; dini, vatanı, mezhebi ve inanışı farklı olanların, canlarını, mallarını ve namuslarını korumayı emreder, bunlara saldırmayı, herhangi bir örgüt kurarak, devlet işlerine karışmayı kesinlikle yasaklar. Allahü teâlâ, devlete yardım etmeyi, fitne çıkarmamayı emreder. (Seadet-i Ebediyye)
Türkiye’de her çeşit din kitabı yazmak serbesttir. Müslümanlara bu hürriyeti veren devlete yardım etmek, her Müslümana lazımdır. (İslam Ahlâkı)
İyi insan, herkese iyilik eder. Kimsenin malına, canına, ırzına, namusuna saldırmaz. Devlete, kanunlara karşı gelmez. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (İslamiyet, kılıçların gölgeleri altındadır) buyurdu. Bunun mânâsı, (İnsanlar, devletin, kanunların idaresi, himayesi altında, rahat yaşarlar. İbadetlerini rahat yaparlar) demektir. Devlet ne kadar kuvvetli olursa, rahat ve huzur da o kadar artar. (Kıyamet ve Âhiret)
Oy kullanmamak veballi iştir
Sual: (Dünyadaki seçimlerde oy kullanmak, partilerin Müslümanlığa aykırı icraatlarını onaylamak olacağı için, küfürdür, şirktir) diyorlar. Bu doğru olabilir mi?
CEVAP
Hayır, bu sözleri çok yanlıştır. Oy kullanmak küfür değildir. Mecelle’nin 29. maddesinde (Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur) buyuruluyor. İki şerden en az zararlısı tercih edilir. Yani iki zararlı şeyden birini tercih etmek mecburiyeti hasıl olursa, daha az zararlı olanı tercih edilir. Daha kötüsünü önlemek için, ondan daha az zararlıyı tercih etmek günah olmaz. En kötünün başa geçmemesi için, elbette zararı az olana oy vermek gerekir. Hattâ kazanamayacağı bilinen faydalı olan partiye oy vermek, oyların bölünmesine ve kötülerin iş başına geçmesine sebep olacaksa, daha az zararlı olanın başa geçmesi için, faydalı olana oy vermemek gerekir. Bir iş, neticesiyle ölçülür. Yani netice önemlidir. Bu inceliği iyi düşünmeli. Ülkeye, dünyaya zarar verecek kötü kimselerin söz sahibi olmasına sebep olmak, veballi bir iştir. Bu vebale girmemek için oy kullanmalı, zarar, gücümüzün yettiği nispette önlenmelidir.
Kanuna uymakla karşı gelmemek ayrıdır. Bir kimse, kanunu beğenmiyor, ama karşı da gelmiyorsa, kanuna aykırı hareket etmiş sayılmaz. Bir de kanunun zorladığı işleri yapmak günah olmaz. İkrah, bir insanı, istemediği bir şeyi yapması için, haksız olarak zorlamak demektir. Bu durumda, zorlanan işi yapmak zaruret olur. Hapis, dayak, nafakayı kazanmaya ve çalışmaya mâni olmak gibi hususlar birer ikrahtır. Sultanın [kanunların] emirleri de ikrah demektir. (Redd-ül-muhtar, Dürer-ül-hükkam)
(Müminin başına iki bela gelirse, hafifini seçsin!) hadis-i şerifine benzeyen mecelle maddeleri de şöyledir:
(Şiddetli zarar, en az, en hafif zarar ile önlenir.) [m. 27]
(Birbirine zıt iki zarardan büyük olanınkinden kurtulmak için az zararlı olanını tercih etmek gerekir.) [m. 28]
Önümüze çıkan şer iki de, beş de olabilir. Bizi ölüme mahkum edebilirler. (Ölümlerden ölüm beğen) diyebilirler. Yahut işkenceye tâbi tutabilirler. Elbette bunlardan bize tercih imkânı verilirse, en hafifini kabul etmek gerekir.
Şer grubunun içinden iyi niyetli biri de çıkabilir. Fakat kuvvetliler mevcut iken, iyi niyetlinin yanına gitmek, hem bizim, hem de iyi niyetlinin felaketine sebep olur. Hayrı yapmadan önce şerrin yok edilmesi gerekir. Mecelle’de buyuruluyor ki:
(Def-i mefâsid, celb-i menafiden evladır.) [m. 30]
Yani mevcut zarardan korunmak, bozgunculuğu yok etmek, menfaat sağlamaktan önce gelir. Yani önce zarar yok edilir. Zarar yok edilmeden fayda temin edilemez. Farzla haram, sünnetle mekruh çakışınca, haram işlememek için farz tehir edilir. Mekruha düşmemek için sünnet de tehir veya terk edilir.
Dünya sevgisini kalbden çıkarmadan Allah sevgisini koymak mümkün olmaz. Kalbine Allah sevgisini koymak isteyenin, haramlardan kaçarak dünya sevgisini kalbinden çıkarması gerekir. Kalbden dünya sevgisi çıkınca, Allah sevgisi kendiliğinden girer.
İman ile küfür birbirinin zıddıdır. İki zıt bir arada bulunamaz. Yani hem Allah sevgisi, hem de Ebu Cehil’in sevgisi bir kalbde bulunamaz. (Ben hayrın tâ kendisiyim) dediği hâlde, şerle ittifak kurup harâmîlerin bağlanmış ellerini açan, hayrı da, şerri de bilmeyen gâfil kimsedir. Küfre hizmet etmek, gafletin ötesinde hainliktir.
Mühim bir husus da şudur: Sevdiğimiz birkaç kişinin hatırı, menfaati için birçok kimseye zarar vermek veya zarara razı olmak asla doğru olmaz. Aksine bu birkaç sevdiğimizi feda etmek yerinde olur. Çünkü Mecelle’de buyuruluyor ki:
(Çok kimseyi zarardan kurtarmak için bir veya birkaç kimseye zarar yapılabilir.) [m.26]
Birkaç kişi zarar görecek diye, bütün milletin zararına razı olmak akıl kârı değildir. Geçmiş tecrübelerden ibret almak lazımdır.
Sual: Komünizmin yirminci asırda, kapitalist sisteme karşı çıktığı yazılıp söyleniyor, gerçekten böyle midir?
CEVAP
Komünistlik yeni bir şey değildir. Burhân-ı kâtı lügat kitabının sahibi, Zerdüşt'ün milattan yedi asır evvel kurduğu ve Sâsânîler devrinde Mejdek adındaki birinin neşrettiği Mecûsî yani ateşe tapma dinini anlatırken diyor ki:
“Mejdek, Acem Şâhı Kubad zamanında idi. Buna göre:
Ateşe tapılacaktır. Her şey, herkesin malıdır. Hanımları değiştirmek helaldir. Herkesin malları ve yaşayışları eşittir. Herkes birliktedir. Şahsi tasarruf yoktur. Bütün insanlar müsâvi, eşit ve her şeyde ortaktırlar. Biri, birinin hanımını isterse ona vermesi lazımdır. Zenginler, malları fakirlere vermeli, onların ihtiyaçlarını gidermelidir...
Bu din, tembellerin, serserilerin ve hele kadına düşkün olan aşağı kimselerin işine geldiğinden çabuk yayıldı. Kubad Şâh da, böyle zevkine düşkün biri idi. Bu da komünizmi kabul etti. Oğlu Nûşirvân, hükûmeti ele alınca, Mejdek ve adamlarını kılıçtan geçirerek komünizm belasını ortadan kaldırdı. Nûşirvân Şah'ın adaleti hadis-i şerifte övülmekdedir.
1917'de Rusyada komünist ihtilalini hazırlayarak binlerle vatandaşın birbirini öldürmesine ve koca bir milletin küçük bir azılı azınlık elinde köle olmasına sebep olanların, Nûşirvân Şah'ın yok ettiği ahmakların yolunda oldukları anlaşılmaktadır.”
Sual: Sosyal adalet ile sosyalizm farklı mıdır, aralarında ne fark vardır?
CEVAP
Sosyal adâlet, herkes çalıştığının karşılığına kavuşur, alın terinin, bileğinin emeğini alır, başkaları tarafından sömürülemez demektir. Nimet, külfet mukabilidir. Memleketin bütün gelir kaynakları işletilir, çok çalışan, çok kazanır ve kazanmak için, çok çalışılır demektir. İslâm ekonomisi, sosyal adâlet üzerine kurulmuştur. Özel teşebbüse, herkesin dilediği işi yapmasına geniş yer verilmiştir. Alın teri ile kazanılan bir kazanca kimsenin müdahale hakkı yoktur.
Bu adâletin zedelenmesi, çalışanların haklarının, kazançlarının açıkgöz bir zümre tarafından sömürülmesi, iki türlüdür:
1- Sömürücülüğün birinci kısmı, sosyalizmdir. Sosyalizm, devlet kapitalizmi demektir. Sosyalistlerde bütün gelir kaynakları devletleştirilmiştir. Şahsi teşebbüs yasaktır. Herkes, devletin vereceği işi yapmaya mecburdur. Kazançları, emeklerin karşılığı, devlete verilir. Devleti, hükûmeti ele geçiren mutlu bir azınlık, milletin, alın teri ile kazandığını elinden alır. Belirli bir zümre, milleti sömürür. Bu azınlığın işi, millete baskı, işkence, yalan, iftira ve propagandadır. Bütün kazançlar, bu zümrenin zevk ve sefa sürmesine, sarf edilir.
2- Sosyal adâleti kaldıran ikinci ekonomik sistem, kapitalizmdir. Burada, her ne kadar şahsi teşebbüs varsa da, bu sınırlı sayıdaki yüksek sermaye sahipleri
içindir. Bu kapitalistler, üretim kaynaklarını ellerine almış, fakir halkı istedikleri gibi çalıştırmakta ve sömürmektedirler. Kapital sahibi olan mutlu azınlık ile fakir işçi arasındaki geçim farkı, korkunç bir uçurum hâlindedir. Fakir işçi, kapitalistlerin emri, keyfi altında ezilmektedir.
İslâmiyet, kapital hâkimiyetini önlemiş, işçi ile patron arasındaki uçurumu kaldırmak için, işçinin, sermayeye ve kâra ortak olmasını sağlamıştır. Herkes parasını, bir işletmeye yatırabilir. Ayrıca, zenginlerin, fakirlere zekât vermesini emir buyurmuştur. İşte sosyal adâletin temelini bu teşkil eder. İslâm dininde, eli, ayağı tutup da çalışabilenlerin dilenmesi haramdır. Zekât, çalışamayacak derecede rahatsız olanlara ve çalışıp da, güç geçinenlere verilir. Allahü teâlâ, böyle fakirleri, milletin içinde kırkta bir olarak yaratmıştır.