Müslümanlar niçin geri kalmıştır

Sual: İslamiyet ilerlemeye engel midir? Müslümanlar niçin geri kalmıştır?
CEVAP
İslamiyet, faydalı her yeniliği emreden bir dindir. Bundan dolayı, ilim adamlarına çok önem verilmiş, ilmi, fenni ve teknik tecrübeler yapılmış, müslümanlar, tıpta, kimyada, astronomide, coğrafyada, tarihte, edebiyatta, matematikte, mühendislikte, mimarlıkta ve bunların hepsinin temeli olan, güzel ahlak ve sosyal bilgilerde, en mükemmel dereceye vasıl olmuşlar, bugün de tazim ile yâd edilen kıymetli âlimler, hakimler, mütehassıslar, üstadlar yetiştirmişler, dünyanın hocası, medeniyetin rehberleri olmuşlardır.

O zaman, yarı vahşi olan Avrupalı, fen bilgilerini İslam üniversitelerinde öğrenmiş, hatta Papa Sylvester gibi, Hristiyan din adamları da Endülüs üniversitelerinde okumuştur. Bugün, hâlâ Avrupa’da kimyaya, Chemie ve cebire, [Arabi El-cebir kelimesinden] Al-gebra ismi verilmektedir. Çünkü bu ilimler, önce müslümanlar tarafından dünyaya öğretilmiştir.

Avrupalılar, dünyayı tepsi gibi dümdüz ve etrafı duvarla çevrili zannederken, müslümanlar, ilk olarak, dünyanın yuvarlak olduğunu ve döndüğünü buldular. Musul civarında, Sincar sahrasında, meridyenin uzunluğunu ölçtüler ve bugünkü rakamları elde ettiler.

Bugün insaflı Hristiyanların kabul ettiği gibi, hakiki Rönesans, İtalya’da değil, Abbasiler zamanında, Arabistan’da başlamıştır ki, Avrupa’daki Rönesans’tan çok çok öncedir.

Müslümanların son zamanlarda, ilim sahasında en büyük rehberi, Osmanlılar idi. Bütün Hristiyan âlemi bu İslam devletinin, dünyadaki terakkilere ve keşiflere kayıtsız kalması için siyasi ve askeri hücuma geçtiler. Bir taraftan, haçlı saldırıları, bir taraftan da, bunların ihdas ettikleri, bid'at sahibi müslümanların yıkıcı ve bölücü çabaları, Osmanlıların fen ve teknikte rehberlik yapmalarına mani oldu. Türkler, dışardan ve içerden yapılan saldırılardan dolayı, çok zarara uğradılar. Tesirleri fazla olan yeni silahlar yapamadılar. Ülkelerinin büyük kaynaklarından layığı ile faydalanamadılar. Kendi vatanlarında sanayii ve ticareti yabancılara kaptırdılar. Fakir düştüler.

Dinimiz, İslam ahlakında ve ibadetlerde en ufak bir değişiklik yapmayı şiddetle men etmiştir. Dünya işlerinde, fen bilgilerinde ise, her değişikliği yapmayı, bütün yeni keşifleri öğrenmemizi ve yapmamızı emretmiştir. Osmanlı Devletini ele geçiren sözde aydınlar, dinimizin bu emrinin tam tersini yaptılar. Masonlara aldanarak din bilgilerini değiştirmeye, dinin esaslarını yıkmaya çalıştılar. Avrupa’nın fende ilerlemesine, yeni keşiflere gözlerini kapadılar. Hatta fen bilgilerine, modern tekniğe uymak isteyen büyük Türk sultanlarını şehit ettiler. Masonların elinde maşa olarak, ilerlemeyi, teknikte değil de, dinde reform yapmakta, bölücülükte aradılar.

İngilizler, asırlardır İslam ülkelerini kana boyamakla kalmamış, İskoç masonları, binlerce müslümanı ve din adamlarını aldatarak, mason yapmış, (insanlığa yardım, kardeşlik) gibi laflarla, dinden çıkmalarına, dinsiz olmalarına sebep olmuştur. İslamiyet’i büsbütün yok etmek için, bu masonları maşa olarak kullanmışlardır. Böylece, Reşit Paşa, Ali Paşa, Fuat Paşa ve Mithat Paşa, Talat Paşa gibi masonlar, İslam devletlerini yıkmakta kullanılan paşa unvanlı maşalardır. Efgani ve Abduh gibi masonlar ve yetiştirdikleri çömezler de, İslam bilgilerini bozmaya, içten yıkmaya alet olmuşlardır.

1846’da sadrazam olan mason Reşit Paşa, iş başına gelir gelmez, hariciye nazırı iken, Lord Rading ile el ele verip, hazırlamış olduğu ve ilan ettiği Tanzimat kanununa istinat ederek, mason locaları açtı. Çeşitli hıyanet ocakları çalışmaya başladı. Gençler, din cahili olarak yetiştirildi. Londra’dan alınan planlarla, bir yandan idari, zirai, askeri değişiklikler yaptılar. Bunlarla gözleri boyadılar. Öte yandan da, İslam ahlakını, ecdat sevgisini, milli birliği parçalamaya başladılar. Yetiştirdikleri kimseleri işbaşına getirdiler. Bu yıllarda Avrupa’da, yeni buluşlar, ilerlemeler oluyor; büyük fabrikalar, teknik üniversiteler, modern harp vasıtaları kuruluyordu. Osmanlılarda bunların hiçbiri yapılmadı. Hatta, Fatih devrinden beri medreselerde okutulmakta olan fen, hesap, hendese, astronomi derslerini büsbütün kaldırdılar. Din adamlarına fen bilgisi gerekmez diyerek, bilgili âlimlerin yetişmelerine mani oldular. Sonradan gelen İslam düşmanları da, din adamları fen bilmez, din adamları cahildir, gericidir diyerek müslüman yavrularını İslamiyet’ten uzaklaştırmaya çalıştılar. İslamiyet’e ve müslümanlara zararlı olan, İslamiyet’in öğrenilmesine mani olan şeylere uygarlık, ilericilik dediler. Çıkardıkları her kanun müslümanların, devletin aleyhine idi. Vatanın asıl sahibi olan müslüman Türkler, ikinci sınıf vatandaş haline getirildi.

Din ve dil birliği
Hristiyanlık dininde, akla uygun bir esas kalmamış, hurafeler, karmakarışık bir merasim halini almıştır. Bundan başka, aynı dinde, hatta aynı mezhepte bulunan hristiyanlar, başka başka hükümetlerin idaresinde yaşamaktadır. Avrupa hükümetleri, bunun için, başka bir bağ aramışlardır.
Böylece, Avrupa’da, din birliği ölmüş, milliyet hissi doğmuştur.

İslamiyet, ticaret, sanayi ve sosyal nizamı da kurduğundan, milliyet düşüncesini de içine almaktadır. Müslümanlar arasında ayrı milliyetler kurmaya ihtiyaç kalmamıştır. Bunun içindir ki, ilmihal kitaplarında, Din ve millet, ikisi birdir denilmektedir.

Eğer müslümanlar, bölünmeseler, İslamiyet’in, milliyeti temsil etmesinden istifade ederek, yeryüzündeki sağlamlaşmamış birçok milliyetlere galebe çalmanın yolunu bulurlar.

Din cahilleri
Din cahilleri, tâ ilk asırdan beri, İslamiyet’i yok etmek için çalışıyorlar. Şimdi de, çeşitli adlarla, çeşitli planlarla saldırıyorlar. Cehenneme gidecekleri bildirilmiş olan itikadı bozuk kimseler de müslümanları doğru yoldan ayırmak için, hile ve iftira yapıyorlar. Böylece, İslam düşmanları ile işbirliği yaparak, Ehl-i sünneti yıkmaya uğraşıyorlar. Bu saldırıların öncülüğünü İngilizler yaptı. Bütün kaynaklarını, hazinelerini, silahlı kuvvetlerini, donanmasını, tekniğini, politikacılarını ve yazarlarını bu işte kullandı. Böylece, dünyanın en büyük iki İslam devleti olan Hindistan’daki Gürganiyye ve üç kıta üzerine yayılmış bulunan Osmanlı İslam devletlerini yıktı.

Her yerde İslam’ın değerli kitaplarını yok etti. İslam bilgilerini birçok yerlerden sildi, süpürdü. İkinci Cihan Harbinde, komünistler yok olmak üzere iken, bunların kuvvetlenmelerine, yayılmalarına sebep oldu. İngiliz Başbakanı James Balfour, 1917’de, müslümanların mukaddes yerleri olan Filistin’de Yahudi devletinin kurulması için çalışan Siyonizm teşkilatını kurdu. İngiliz hükümeti, bu işi senelerce destekleyip, 1947’de İsrail devletinin kurulmasını sağladı. Yine İngiliz hükümeti, 1932’de, Arabistan Yarımadasını Osmanlılardan alıp, Süudlara teslim ederek, İslamiyet’e en büyük darbeyi vurdu.

İşte İngiliz siyaseti
1944’de Japonya’da vefat eden Abdürreşid İbrahim efendi, 1910’da İstanbul’da basılan Âlem-i İslam kitabının ikinci cildinde, (İngilizlerin İslam düşmanlığı) yazısında diyor ki:

(Hilafet-i islamiyyenin bir an önce kaldırılması, İngilizlerin birinci düşüncesidir. Kırım muharebesine sebep olmaları ve burada Türklere yardım etmeleri, hilafeti yıkmak için bir hile idi. Paris muahedesi, bu hileyi ortaya koymaktadır. Her zaman Türklerin başına gelen felaketlerde İngiliz parmağı vardır. İngiliz siyasetinin temeli, İslamiyet’i yok etmektir. Bu siyasetin sebebi, İslamiyet’ten korkup müslümanları aldatmak için, satılmış vicdansızları kullanırlar. Bunları İslam âlimi, kahraman olarak tanıtırlar. Sözün özü, İslamiyet’in en büyük düşmanı İngilizlerdir.) (Faideli Bilgiler)

Sömürgeler bakanlığı kurdular
Osmanlıların her sahada ilerlemelerine ve bu kadar başarılı olmalarına rağmen yıkılmalarının sebebini, yirminci asrın tanınmış psikologlarından Amerikalı Terman şöyle anlatıyor:
Osmanlı orduları Avrupa’da ilerliyor, Viyana elden gidiyordu. Viyana gidince, bütün Avrupa’nın Müslümanların eline geçmesi çok kolay olacaktı. Osmanlılar, Avrupa’ya İslam medeniyetini getiriyor; ilim, fen, ahlak nurları, Hristiyanlığın kararttığı, uyuşturduğu yerlere, zindelik, insanlık, huzur, saadet saçıyordu. Asırlarca, diktatörlerin, kapitalistlerin, papazların zulümleri altında inleyen kimseler, İslam ahlakı ile, insan haklarına kavuşuyordu. Avrupa diktatörleri ve öncelikle Hristiyan kiliseleri, Osmanlı ordularına karşı son gayretlerini harcıyorlardı. Bir gece, İstanbul’daki, İngiliz sefiri, Londra’ya tarihi mektubunu yolladı. Buldum... Buldum!.. Osmanlı ordularının ilerleme sebebini buldum. Onları durdurmanın yolunu buldum diyerek şöyle yazıyordu:

(Osmanlılar ele geçirdikleri her yerde din, ırk farkı gözetmeksizin, seçtikleri çocukların zekalarını ölçüyor, ileri zekalıları ayırarak, medreselerde okutup, İslam terbiyesi ile yetiştiriyorlar. Bunlar arasından da seçtiklerine, saraydaki Enderun denilen yüksek okulda, o zamanın en ileri bilgilerini veriyorlar. İşte, Osmanlı siyaset adamları, başkumandanları; böyle seçilen, yetiştirilen keskin zekalı şahsiyetlerdir. Sokullular, Köprülüler böyle yetişmiştir. Osmanlı akınlarını durdurmak, Hristiyanlığı kurtarmak için biricik çare, Enderun mekteplerini ve medreseleri dağıtmak, onları içerden yıkmaktır.)

Bu mektuptan sonra, İngiltere’de, Sömürgeler Bakanlığı kuruldu. Burada yetiştirilen casuslar ve Hristiyan misyonerleri ve masonlar, yalan propaganda ve yaldızlı vaatlerle avladıkları cahilleri, Osmanlı devletinin kilit noktalarına yerleştirmeye ve bu kuklaların eli ile; medreselerden fen, ahlak derslerini kaldırmaya, Müslümanları cahil bırakmaya uğraştılar. Nihayet tam başarı sağladılar. İslam devleti yıkıldı. İslamiyet’in dünyaya neşrettiği saadet, huzur nurları söndü.

Yabancı dil öğrenmek
Sual:
Yabancı dil öğrenmek iyi olur mu?
CEVAP
Elbette iyi olur. Öncelikli olarak Arapça ve İngilizce öğrenmelidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bir kavmin dilini öğrenen, onların zararlarından korunmuş olur.) [Faideli Bilgiler]

Eshab-ı kiramdan Zeyd bin Sabit hazretleri buyuruyor ki:
(Resulullah bana Yahudi dilini öğrenmeyi emretti, ben de öğrendim. Yahudilere gönderilen mektupların çoğunu bana yazdırırdı. Onlardan gelen mektupları bana okuturdu.) [Tirmizi]

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri de buyuruyor ki:
İslam dininin üstünlüklerini, rahat ve huzur kaynağı olduğunu ve medeniyete, fende ve ahlakta ilerlemeye ışık tuttuğunu dünyaya bildirmek için, kısacası, İslamiyet’e ve bütün insanlara hizmet etmek için, yabancı dil öğrenmek muhakkak lazımdır.

Başarının sebebi
Sual:
Japonya, Amerika ve Avrupa'nın dinleri bozuk olduğu halde, dünya işlerinde nasıl başarılı oluyorlar?
CEVAP
Kur'an-ı kerim insanlara iki yol gösterir:
1- Ahiret yolu: İnanarak, severek tatbik eder. Dünyayı da, ahireti de kazanır.
2- Dünya yolu: İnanmasa da, gösterdiği yolda giderse dünyada kazanır, başarılı olur. Aspirin gibidir. Müslümanlar da içse faydasını görür, kâfirler de içse faydasını görür. Kur'an-ı kerimin gösterdiği yolda giden, kâfir de olsa faydasını görür. Allahü teâlâ, (Sadece Müslümana veririm) demiyor, (Çalışana veririm) buyuruyor. Dünyayı kim isterse, ona veririm buyuruyor. Ahireti isteyene ise, hem dünyayı hem ahireti veririm buyuruyor.

Kur'an-ı kerimin bildirdiği güzel ahlaka, çalışma prensiplerine uymayan bir millet başarılı olamaz. Başarılı olan gayrimüslimlerde, dürüstlük, çalışkanlık, temizlik var, yalan yok. İnsanların haklarını veriyorlar. Bunlar, Kur'an-ı kerimin emrettiği şeylerdir. Kim uyarsa, o kazanır. Eczaneden bir kutu ilaç alsak, tarifesini okuruz. Tarifeye uygun kullanılırsa faydalı olur, tarifeye uyulmazsa ölüme kadar götürür. Bunun gibi, dünya işlerinin de tarifesi vardır. Dünyadaki bütün işlerin tarifesi Kur'an-ı kerimde bildirilmiştir. Herkes, ona uyduğu kadar başarılı olur. Gayrimüslimlerin başarıları bu yüzdendir. Onların dünya için yaptığı faydalı işlerin hiçbirinin Kur'an-ı kerime aykırı olduğu gösterilemez.

Bazı gayrimüslim fen adamları, dinlerinden uzaklaşınca, başarılı oluyor. Müslüman ismini taşıyan bazı cahiller de, İslamiyet'ten uzaklaşınca başarısız oluyorlar. Buradaki inceliği iyi anlamak gerekir.

Batı niye kalkındı?
Sual:
Misyoner papazlar, (Avrupa Hristiyan olduğu için kalkınmış ve zengin olmuştur. Bu da Hristiyanlığın hak din olduğunu gösterir) diyorlar. Hristiyanlar içinde fakirler, Müslümanlar arasında zenginler de var. Japonların da, çoğu teknikte ileridir, zenginleri çoktur. Misyonerlerin sözüne göre, Japonların dininin hak olduğu söylenebilir mi?
CEVAP
Papazların sözü, hem yanlış, hem de maksatlıdır. Çünkü ne Avrupa Hristiyanlıkla idare ediliyor, ne de halkı Müslüman olan ülkeler İslamiyet’le, halifelikle idare ediliyor. Müslüman ülkeler, idareleri gibi kendileri de dinden uzak kaldıkları için papazların iddiası tamamen kasıtlıdır. Papazların, idarede hâkim olduğu çağlar, Hristiyanlar için yüz karasıydı. Bu tarihi gerçekleri gizleseler de, mızrak çuvala sığmaz.

Doğrusu şöyledir: Avrupa, Hristiyanlıktan uzak kaldığı için kalkınmıştır. Hristiyanlık dininin, devletlerin idaresine hiçbir etkisi yoktur. Hristiyanlık kalkınmaya zarar verdiği için laik olmaya çalışmışlardır. Yani Avrupalı, Hristiyanlığı devlet idaresine karıştırmamıştır. Zaten Hristiyanlıkta devleti yönetecek kanunlar, kurallar yoktur. Bir muhtarlığı bile idare edecek maddelerden yoksundur.

Müslümanların geri kalış sebebi de, dinlerinden yani İslamiyet’ten uzaklaşıp Batı’yı körü körüne taklit etmelerindendir. Osmanlı İslâmiyet'e sarıldığı zamanlar, büyük bir dünya devletiydi. İslamiyet’ten uzaklaşınca yıkıldı.

İslamiyet’in emrine uygun çalışan, kâfir de olsa kalkınır. Müslüman da, İslâmiyet'in emrine uymazsa elbette geri kalır. İslamiyet’te ilerlemeye mani olan bir hüküm olmadığı gibi, Hristiyanlıkta da ilerlemeyi emreden bir hüküm yoktur. Bozuk İnciller hikâyelerle doludur, içinde ne medeni hukuka, ne de ceza hukukuna dair maddeler vardır.

Müslümanların yanlış hareketleri İslâmiyet'e yüklenemeyeceği gibi, Hristiyanların İslam dininin emrettiği şekilde çalışarak teknikte ileri olmaları da, Hristiyanlığa mal edilemez.

Müslümanların geri kalmasının sebebi
Sual: Müslümanların ve Müslüman ülkelerin geri kalmasının ve bugünkü perişan hâle gelmesinin sebebi ne olabilir?

Cevap: Tarihin her devrinde, türlü kanı taşıyan, çeşitli dil konuşan, başka başka âdet ve ananelere bağlı olan milyonlarca insanın, aralarındaki farkları bırakarak, bir inanç veya fikir etrafında toplanıp, birer imparatorluk kurduklarını görüyoruz. Böyle kurulan imparatorluk veya devletlerin en büyüğüne, en güzeline Orta Çağ'da rastlıyoruz. Hiç bozulmamış, değiştirilmemiş biricik din olan İslâm dininin güzel ahlakı ile bezenmiş, birbirlerini seven, yardımlaşan, çeşitli ırklardan, büyük insan topluluklarının, birleştiklerini biliyoruz. Bu topluluğu ayakta tutan temel, Hak teâlânın emrettiği çalışkanlık, adalet, iyilik, saygı gibi esaslardı. Osmanlıyı, Sakarya kenarından, kısa bir zamanda, Viyana kapılarına götüren kuvvet, Sultan Osman’ın ve çocuklarının sımsıkı sarıldıkları İslâm dininin, ruhu ve bedeni geliştiren ışıklı yolu idi.

Emeviler, İslâm dinini, İspanya'dan, Avrupa’ya soktu. Fas, Kurtuba ve Gırnata üniversitelerini kurup, Batı'ya ilim ve fen ışıklarını saldı. Hıristiyanlık âlemini uyandırıp, bugünkü müspet ilerlemenin temelini koydu. Dünya yüzündeki ilk üniversitenin, Fas’ın Fez şehrinde bulunan Kureviyyin Üniversitesi olduğu bütün ansiklopedilerde yazılıdır. Fakat sonra, İslâm ahlakını, Allahü teâlânın emirlerini bıraktıklarından, hatta Ehl-i sünnet itikadını bozarak, İslâmiyeti içeriden yıkmak alçaklığı başladığından, Pirene Dağları'nı aşamadılar. Sözde Müslüman olup da, Allahü teâlânın emirlerine uymamanın cezasını buldular. İspanya faciası olmasaydı, felsefeci İbnürrüşd'ün ve İbni Hazm'ın bozuk fikirleri, belki din ve iman hâlini alıp dünyaya yayılacak, bugünkü hazin levha, yüzlerce sene önce meydana çıkacaktı.

İşte bu devletlerde din mütehassıslarının bildirdiği belli sebeplerden dolayı, itikat bozulup, İslâmiyete bağlılık gevşedikçe, duraklama, gerileme başladı. Nihayet yıkıldılar ve İslâm güneşi batarak yeryüzü bugünkü hâlini aldı.

İlerlemeyi, dini yok etmekte aradılar
Sual: İslâmiyete gericilik diye saldıranlar, ilerlemeyi, kalkınmayı, dini ortadan kaldırmakta mı aradılar?
Cevap:
Dinimiz, din bilgileri ile fen bilgilerini birbirinden ayırmıştır. Din bilgilerinde, İslâm ahlakında ve ibadetlerde en ufak bir değişiklik yapmayı şiddetle menetmiştir. Dünya işlerinde, fen bilgilerinde ise, her değişikliği yapmayı, bütün yeni keşifleri öğrenmemizi ve yapmamızı emretmiştir. Son senelerde Osmanlı devletini ele geçiren sözde aydınlar, dinimizin bu emrinin tam tersini yaptılar. Masonlara aldanarak, din bilgilerini değiştirmeye, dinin esaslarını yıkmaya çalıştılar. Avrupa’nın fende ilerlemesine, yeni keşiflere gözlerini kapadılar. Hatta fen bilgilerine, modern tekniğe uymak isteyen sultanları şehit ettiler. Masonların elinde maşa olarak, ilerlemeyi, teknikte değil de, dinde reform yapmakta, bölücülükte aradılar. Çok şaşılır ki, din bilgilerinin nezahetine dokunmak, son senelere kadar, siyasi partiler arasında da devam etti. Kendi partilerini desteklemedikleri için, siyasete karışmayan halis Müslümanlara kâfir diyecek kadar gafiller türedi. Allahü teâlâ, bu temiz, asil milleti böyle felakete sürükleyenlerden korudu. Yoksa, dinimizden ve güzel vatanımızdan mahrum olacak, dinsizlerin pençelerine düşecektik.

İslâmiyet, ilerlemeye mani değildir
Sual: Bazı kimseler, Müslümanların fende geri kalmışlığının, İslâmiyetten kaynakladığını söylüyorlar. Bunda gerçeklik payı var mıdır?
Cevap:
Fen adamı şekline giren bazı din cahilleri, fende geri kalmayı bahane ederek, İslâm düşmanlığı yapmakta ve temiz gençleri aldatmak için; “İslâmiyet ilerlemeye mani olmaktadır. Hıristiyanlar ilerliyor, her çeşit fen vasıtası yapıyorlar. Tıpta, harplerde, haberleşmelerde kullandıkları fen aletleri, gözlerimizi kamaştırıyor. Biz, Hristiyanlara uymalıyız” gibi yalan söyleyerek, İslâmiyetteki güzel ahlakı, kardeşliği bırakmaya ve Avrupalılara, Amerikalılara benzemeye ilericilik diyorlar. Gençleri de, İslâm düşmanı yapmaya, felakete sürüklemeye çalışıyorlar. Halbuki İslâmiyet, fende, sanatta ilerlemeyi emrediyor.

Hıristiyanlar ve bütün gayr-i müslimler, babalarından, ustalarından öğrendiklerini yapıyorlar. Evvelki neslin yaptıklarını, ufak tefek ilaveler ile, tekrar yapıyorlar. Evvelkiler yapmasalardı, bunlar hiçbirini yapamazdı. “Tekmîl-i sinâ'ât telâhuk-ı efkâr iledir” sözü asırlarca evvel söylenmiştir. Tarih gösteriyor ki, fendeki yenilikleri, hep Müslümanlar yapmıştır. Fen bilgilerini, fen aletlerini yüz sene evvelki hâle kadar yükselttiler. Bu ilerlemelere, hep İslâm dini ve bu dini tatbik eden, İslâm devletleri sebep oldu.

Hıristiyanlar, haçlı seferleri ile, İslâm devletlerini yıkamadıkları için, yalanlarla, hilelerle, içeriden yıktılar ve çeşitli dinsiz kimselerle hükûmetler kurdular. Fakat, İslâmiyeti yok edemediler. Müslümanlardan kalan, fendeki keşiflere, ilaveler yaparak, bugünkü ilerlemeyi kendilerine mal ediyorlar. Yalnız kendi keyiflerini, zevklerini, menfaatlerini düşünenler, kötülüklerini ortaya koyduğu için, fen ve sanatı emreden İslâmiyete gericilik diyorlar. Bütün dünya, Cennete, Cehenneme inanıyor, kiliseler, havralar dolup taşıyor. Bu inananlara gerici demediklerine göre, fenne, sanata değil, zevk ve safaya, ahlaksızlıklara ilericilik dedikleri anlaşılıyor. Böyle asılsız ve haksız yalanlarla, İslâmiyete ilk saldıran İngilizlerdir. Müslümanların birleşerek, dedeleri gibi İslâmiyetin emrettiği, din ve fen bilgilerine sarılmaları, gayrimüslimlerden üstün olarak, bütün insanlığı saadete kavuşturmaları lazımdır.

İslâmiyet ilerlemeye mâni midir?
Sual: Bazı kimseler, "cemiyet, toplum hayatına karışmış dinî düşünce ve metotlar, toplumun gelişmesini önleyen zincir gibidir" diyorlar. Gerçekten İslâmiyet ilerlemeye mâni midir?
Cevap:
Resulullah efendimiz; (Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya işlerinize çalışınız!) buyuruyor. İmâm-ı Münâvî'nin bildirdiği hadis-i şerifte; (Elhikmetü dâlletül-mü'min) buyuruluyor. Yani, (Hikmet, fen bilgileri, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın!) buyuruluyor. İslam dininin, cemiyetlerin kalkınmasını desteklediğini, medeniyete ışık tuttuğunu, dost düşman bütün ilim adamları, söz birliği ile söylemektedir. İngiliz lordlarından Lord Davenport, Londra’da basılan, İngilizce Hazret-i Muhammed ve Kur’ân-ı kerim ismindeki kitabında; “İlme ve irfana, Müslümanlardan daha derin saygı gösteren bir millet gelmemiştir” sözü ile başlayarak, İslâmiyetin cemiyetlerin ilerlemesine, yükselmesine önderlik ettiğini, vesikalarla uzun anlatmaktadır.

Amerika'da, Teksas Teknik Üniversitesi profesörlerinden, Amerikan târihçisi Dr. Kiris Traglor, 1972 senesinde büyük bir topluluğa yaptığı konuşmasında, Avrupa rönesansının ilham ve gelişme kaynağının İslâmiyet olduğunu, Müslümanların, İspanyaya ve Sicilya’ya gelerek, bugünkü modern teknik ve gelişmenin temellerini attıklarını söylemiş ve fende ilerlemenin, kimyada, tıpta, astronomide, denizcilikte, coğrafyada, kartografya ve matematikte terakki etmekle, ilerlemekle mümkün olduğunu ve bu bilgileri, Avrupa’ya, Kuzey Afrika ve İspanya yolu ile, Müslümanların getirdiklerini bildirmiştir. Eğer Müslümanlar, bilgilerini kıymetli tirşe kâğıtlara ve papirüslere yazmasalardı, bugünkü modern basın nasıl meydana gelirdi ve faydalı olabilirdi, demiştir. Bu konuşmanın metni, Pakistan’da çıkan, haftalık İslâm Dünyası gazetesinin, 26 Ağustos 1972 tarihli sayısında yayınlanmıştır. İlimde, kuru bir etiketten başka nasibi olmayan cahil bir İslâm düşmanının yalanları, bu hakikati elbette örtemez. Güneş balçıkla sıvanamaz.

Müslümanların perişanlığının sebebi
Sual: Zamanımızda Müslümanların hâli ortadadır. İslâmiyet yüce bir din olduğu hâlde, Müslümanlar niçin bu perişan hâle geldiler?
Cevap:
İslâmiyet’e karşı olanlar, asırlar boyunca yaptıkları kanlı ve acı tecrübelerle anladılar ki, imanını yıkmadıkça, Müslüman milleti yıkmaya, imkân yoktur. Her ilerlemenin ve yükselmenin hamisi ve teşvikçisi olan İslâmiyet’i, ilmin, fennin, yiğitliğin düşmanı gibi göstermeye yeltendiler. Genç nesillerin, bilgisiz, dinsiz kalmasını, onları manevi cepheden vurmayı hedef edindiler. İlim ve iman silahları çürümüş, hırs ve şehvetlerine kapılmış olan bazı cahiller, kafirlerin bu hücumları ile hemen bozuldu. Bunlardan bir kısmı, isimlerini siper edinip, Müslüman görünerek, fen adamı, kalem sahibi ve din âlimi, hatta Müslümanların hamisi şekline girip, temiz gençlerin imanlarını çalmaya koyuldular. Kötülükleri hüner, imansızlığı moda şeklinde gösterdiler. Dini, imanı olanlara gerici denildi. Din bilgilerine, İslâm’ın kıymetli kitaplarına, irtica, gericilik diyenler oldu. Kendilerinde bulunan ahlaksızlıkları, Müslümanlara, İslâm büyüklerine isnat ederek, o temiz insanları kötülemeye, evlatları babalarından soğutmaya uğraştılar. Tarihimize dil uzatıp, parlak ve şerefli sayfalarını karartmaya, hadiseleri değiştirmeye kalkıştılar. Böylece, gençleri dinden, imandan ayırmaya, İslâmiyet’i ve Müslümanları yok etmeye çalıştılar. İlmi, fenni, güzel ahlakı, fazileti ve yiğitliği ile dünyaya şan ve şeref saçan, ecdadımızın sevgisini genç kalplere yerleştiren mukaddes bağları çözmek, gençliği dedelerinin büyüklüğünden mahrum ve habersiz bırakmak için, kalplere, ruhlara ve vicdanlara hücum ettiler. Hâlbuki İslâmiyet’ten uzaklaştıkça, ahlak bozulduğu gibi, her asrın icab ettirdiği yeni bilgilerde, üstünlüğü kaybediyor, hatta geri kalmaya başlıyorduk. Bu maskeli dinsizler, bir taraftan ilimde, fende geri kalmamıza, diğer taraftan, İslâmiyet’ten uzaklaşmamıza sebep oluyordu. Garb, batı sanayiine yetişebilmemiz için, bu kara perdeyi kaldırmamız, çöl kanunlarından kurtulmamız lazımdır, diyorlardı. Bu suretle maddi ve manevi kıymetlerimizi yıkarak, vatanımıza, milletimize, dışardaki düşmanların, asırlarca yapmak istedikleri, fakat yapamadıkları kötülüğü yaptılar.

Din kitaplarının Arabi olması
Sual: Bazı kimseler, önceki asırlarda din kitaplarının Arapça yazılmasını, Araplaştırma programı olarak değerlendirmekte ve eleştirmektedirler. Bu söylenenlerde gerçeklik payı var mıdır?
Cevap:
İslâmiyetin milliyeti temsil etmesinde, lisan birliği de akla gelir ise de, beş vakit namazda okunan ezanların ve okunan Kur'ân-ı kerimlerin bütün İslâm memleketlerinde Arapça olması, bu beraberliği de temin etmektedir. Bunun içindir ki, İslâm düşmanları, bir milleti İslâmiyetten ayırmak, din birliğini yok etmek için, o milletin dilini, gramerini, alfabesini değiştirmeye saldırmaktadırlar. Bir milletin dinine, imanına vurulacak en büyük darbe de, bu yoldan gelmektedir. Nitekim, Sicilya ve İspanya Müslümanları böylece Hristiyan yapılmıştır. Ruslar da, Türkistan’daki Müslümanların dinlerini ve imanlarını yok etmek için bu keskin silahla saldırmaktadırlar. Zindanları, elektrik fırınları, Sibirya sürgünleri ve toptan imha faciaları, bu keskin silah kadar tesir edememiştir.

Celal Nuri bey İttihâd-ı İslâm adındaki kitabında Müslümanlar için Arapçayı, müşterek lisan olarak tavsiye etmektedir. Yavuz Sultan Selim Han da, bunun için çalışmıştı. Bunu temin etmek içindir ki, tarih boyunca bütün İslâm memleketlerinde din kitapları Arapça olarak yazılmıştı. Arapça, bütün İslâm memleketlerinde bir din lisanı olmuştur. Cennette de, herkesin Arabi konuşacağını, hadîs-i şerifler haber vermektedir. Böyle düşünmek, her Müslüman milleti Araplaştırmayı istemek zannedilmemelidir. Dünya devletleri arasında İngilizce ortak bir dil hâlini almaktadır. Buna hiçbir devlet, karşı koymuyor. Bugün ilim ve fen sahibi bir adamın, bir, hatta birkaç yabancı dil öğrenmesi zaruret hâlini almıştır. Bir hadîs-i şerifte;
(Bir kavmin dilini öğrenen, onların zararlarından korunmuş olur) buyurulmaktadır. Bunun içindir ki, gençlerimizin Arabi öğrendikleri gibi, Avrupa dillerinden de öğrenmeleri lazımdır, faydalıdır ve sevap kazandıran çok işlere sebep olabilir. Avrupalıların asırlardan beri bize yabancı gözü ile bakmalarını, milliyet hissinden ziyade, İslâm dinini bilmemelerinde aramak doğrudur. Hıristiyanlıkta akla uygun bir esas kalmadığı için, Avrupa’da, din birliği ölmüş, bunun yerine milliyet hissi doğmuştur.

Test usulü ile ilk zekâ testi
Sual: İnsanların zekâlarını ölçme işini, Müslümanlar da yapmışlar mıdır?
Cevap:
İnsanların zekâları eşit değildir. Zekânın en üstün derecesine Deha denir. Zekâ, test usulü ile ölçülür. Yirminci asrın tanınmış psikologlarından Amerikalı Terman; “Test usulü ile zekâ ölçmesi, ilk olarak Osmanlılarda yapıldı” diyor.

Osmanlı orduları Avrupa’da ilerliyor, Viyana elden gidiyordu. Viyana gidince, bütün Avrupa’nın Müslümanların eline geçmesi çok kolay olacaktı. Osmanlılar, Avrupa’ya İslâm medeniyetini getiriyor, ilim, fen, ahlak nurları, Hristiyanlığın kararttığı, uyuşturduğu yerlere, zindelik, insanlık, huzur, saadet saçıyordu. Asırlarca, diktatörlerin, kapitalistlerin, papazların zulümleri altında inleyen, barbarlaşan Avrupa, İslâm adaleti, İslâm ilimleri, İslâm ahlakı ile, insan haklarına kavuşuyordu. Avrupa diktatörleri ve öncelikle Hristiyan kiliseleri, Osmanlı ordularına karşı son gayretlerini harcıyorlardı. Bir gece, İstanbul’daki, İngiliz sefiri, Londra’ya tarihî mektubunu yolladı.

“Buldum, buldum! Osmanlı ordularının ilerleme sebebini buldum. Onları durdurmanın yolunu buldum” diyor ve şöyle yazıyordu:
“Osmanlılar ele geçirdikleri her yerde din, ırk farkı gözetmeksizin, seçtikleri çocukların zekâlarını ölçüyor, ileri zekâlıları ayırarak, medreselerde okutup, İslâm terbiyesi ile yetiştiriyorlar. Bunlar arasından da seçtiklerine, saraydaki Enderun denilen yüksek okulda, o zamanın en ileri bilgilerini veriyorlar. İşte, Osmanlı siyaset adamları, başkumandanları, böyle seçilen, yetiştirilen keskin zekâlı şahsiyetlerdir. Sokullular, Köprülüler, böyle yetişmiştir. Osmanlı akınlarını durdurmak, Hristiyanlığı kurtarmak için biricik çare, Enderun mekteplerini ve medreseleri dağıtmak, onları içeriden yıkmaktır...”

Bu mektuptan sonra, İngiltere’de Müstemlekeler Nezareti kuruldu. Burada yetiştirilen casuslar ve Hristiyan misyonerleri, yalan propaganda ve yaldızlı vaatlerle avladıkları cahilleri Osmanlı devletinin kilit noktalarına yerleştirmeye, bu kuklaların eli ile; medreselerden fen, ahlak derslerini, hatta, yüksek din bilgilerini kaldırmaya, Müslümanları cahil bırakmaya uğraştılar. Bu sinsi kampanyalarında, Tanzimat'tan sonra tam başarı sağladılar ve böylece Osmanlı devleti yıkıldı.

Müslüman, her zaman uyanık olmalıdır
Sual: Müslümanların zayıf ve güçsüz kalmasına, İslâmiyetten uzaklaşıp, birbirlerine düşmeleri mi sebep olmuştur?
Cevap:
İngilizler, İslâmiyeti yok etmek ve Müslümanları içeriden yıkmak için yetiştirdikleri casuslarını, Müslüman kılığında Müslüman ve bilhassa Osmanlı devletinin içine gönderiyorlardı. Bunlardan birisi de Hempher’dir. Hempher, hatıratında, kendisi gibi Müslüman devletlere gönderilen casuslardan ancak dördünün Londra’ya dönebildiğini anlattıktan sonra diyor ki:
“Sekreter, ilk birkaç raporumdan sonra, dördümüzün raporlarının tetkik edilmesi için, bir toplantı yaptı. Arkadaşlarım, vazifeleriyle alakalı raporlarını teslim ettikten sonra, ben de raporumu verdim. Benimkinden bazı kısımlarını not ettiler. Nazır, sekreter ve toplantıya katılanların bir kısmı, çalışmalarımı takdir ettiler. Fakat, yine de üçüncü sıradaydım. Birinciliği arkadaşım George Belcoude, ikinciliği ise Henry Franse kazanmıştı.

Türkçe ve Arabi lisanları ile Kur'ân-ı kerim ve ahkam-ı islâmiyyeyi çok iyi öğrenmiştim. Fakat, nazırlığa Osmanlı Devletinin zayıf noktalarını gösterecek bir rapor hazırlamayı başaramamıştım. İki saat süren toplantıdan sonra, sekreter bu başarısızlığımın sebebini sordu. Ben de;
-Asıl vazifem lisan ile Kur'ân ve İslâmiyeti öğrenmekti. Bunun haricindeki işlere fazla vakit ayıramadım. Fakat, bu sefer sizi memnun edeceğim dedim. Sekreter;
-Şüphesiz sen muvaffak oluyorsun. Fakat, birinci olmanı isterdim dedi ve şöyle devam etti:
-Ey Hempher, gelecek seferki vazifen ikidir:
1- Müslümanların zayıf noktaları ile, onların vücutlarına girip, mafsallarını ayırmamızı sağlayacak noktaları tespit etmektir. Zaten, düşmanı yenmenin yolu da budur.
2- Bu noktaları tespit edip, dediğimi yaptığın zaman yani Müslümanların arasını açıp, onları birbirine düşürebildiğin zaman en başarılı ajan olacak ve nazırlık madalyasını kazanmış olacaksın.”