Allah’tan başkasından yardım istemek

Sual: Biz bir insan olarak herkesten yardım istiyoruz. (Allah’tan başkasından, ne türlü olursa olsun, yardım istemek şirktir) diyorlar. Bunun caiz olan ve olmayan kısımları nedir? İstigâse, isti’ane, tevessül, teveccüh, vesile ne demektir? Caiz olanı ne, caiz olmayanı nedir?
CEVAP
Hepsi caizdir. Caiz olmayan tek şey, Allah’tan başkasını yaratıcı bilmek, Allahü teala dilemeden onun kendiliğinden fayda ve zarar verebileceğine inanmaktır. Normal bir Müslüman da zaten Allah’tan başkasını yaratıcı bilmez. Şimdi bu hususların hepsini örneklerle açıklayalım:

İstigâse

Şefaat dileme, yardım isteme, Allahü teâlâdan bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için Peygamberleri ve Evliya zatları, sevdiği kullarını vesile ederek yani araya koyarak isteme, yalvarma, dua etme demektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kıyamette insanlar, önce Âdem, sonra Musa ve sonra Muhammed [aleyhimüsselâm] ile istigase ederler.) [Buhari]

İstigase olunan, yardım istenilen ve yardımı yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Ancak peygamberler, Evliya zatlar, salih kullar ve benzerleri birer vasıtadır, vesiledir yani sebeptir. İstenilen şeyi yaratan ise yalnız Allahü teâlâdır. (Şevahid-ül-hak)

İmam-ı Sübki buyuruyor ki:
Resulullah ile tevessül etmek, yani istigâse etmek, ondan şefaat istemektir. Bu ise güzel bir şeydir. Önceki ve sonraki İslam âlimlerinden hiçbiri buna karşı bir şey dememiştir. Yalnız İbni Teymiyye bunu inkâr etti. Böylece doğru yoldan ayrıldı. Kendinden önce gelen âlimlerden hiçbirinin söylemediği bir bid’at çıkardı. Bu bid’ati ile Müslümanların diline düştü. (Camius-sagir şerhi)

Vehhabiler, (Allah’tan başkasından yardım istemek, ona sığınmak şirktir) diyorlar. Allah’tan başkasını yaratıcı bilmek şirktir. Bunu bilmeyen hiçbir Müslüman yoktur; fakat başkasından da istigase olunacağını, mecaz olarak söylemek caizdir; çünkü bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Onun kavminden olan, düşmanına [Kıpti’ye] karşı, ondan [Musa aleyhisselamdan] istigase [yardım] istedi.) [Kasas 15]

Hadis-i şeriflerde de buyruldu ki:
(Ya Rabbi, senden isteyip de verdiğin zatların hatırı için, senden istiyorum.) [İbni Mace]

(Yardım isteyen kimse, Ey Allah’ın kulları bize yardım edin desin!) [Hısn-ül-hasin]

Son iki hadis-i şerif, yanında olmayan kimseye seslenerek, ondan yardım istemeyi emretmektedir. (El-Üsûl-ül-erbe’a fî-terdîd-il-vehhâbiyye)

Her şeyi yaratan Allah’tır. (Sebeplere yapışın) buyurduğu için bir sebebe yapışılır. İbni Kemalpaşazade hazretlerinin Hadis-i erbain’deki (Bir işinizde, sıkışıp bunalınca, kabirdekilerden yardım isteyin) ve Deylemi’nin bildirdiği (Kabirdekiler olmasa, yeryüzündekiler yanardı) hadis-i şerifleri de, Allahü teâlânın izniyle, ölülerin dirilere yardım edebildiğini göstermektedir. (M. Nasihat)

İmam-ı Birgivi
buyuruyor ki:
Bir hadis-i şerifte, (Bir müminin kabrini ziyaret ederken, “Ya Rabbi! Muhammed aleyhisselam hürmetine, buna azap yapma” denirse, Allahü teâlâ, kıyamete kadar azabını durdurur) buyurulmaktadır. (Etfal-ül-müslimin)

Kabirdeki ölüde his bulunduğunu bildiren çok hadis-i şerif vardır. Eshab-ı kiram ve Tabiin-i ızam, Kabr-i seadet’i ziyaret ve istigase ederdi. Bunun için çok kitap yazılmıştır. Hısn-ül-hasin kitabında, (Duanın kabul olması için, Peygamberleri ve salih kulları vesile etmelidir) buyuruluyor. İmam-ı Sübki hazretleri, Resulullah'ı ve Evliyayı ziyaretin ve ruhlarından istigase etmenin caiz olduğunu ispat etmektedir. (Şifa-üs-sikam)

İsti’ane

İsti’ane de yardım istemek demektir. Resulullah efendimizden ve Evliyadan şefaat istemek, istiane yani yardım istemek, Allahü teâlâyı bırakmak, Onun yaratıcı olduğunu unutmak demek değildir. Bulut vasıtasıyla Allahü teâlâdan yağmur beklemek, ilaç içerek Allahü teâlâdan şifa beklemek, top, bomba, füze, uçak kullanarak Allahü teâlâdan zafer beklemek, hep Allahü teâlâdan istianedir. Bunlar sebeptir. Allahü teâlâ, her şeyi sebeple yaratmaktadır. Bu sebeplere yapışmak, şirk değil, dinin emridir.

Peygamberler hep sebeplere yapıştılar. Allahü teâlânın yarattığı suyu içmek için çeşmeye, Onun yarattığı ekmeği yemek için fırıncıya gidildiği ve Allahü teâlânın zafer vermesi için, savaş vasıtaları ve talim terbiye yapıldığı gibi, Allahü teâlânın duayı kabul etmesi için de, Peygamberin, Evliyanın ruhlarına gönül bağlanır. Allahü teâlânın elektromanyetik dalgalarla yarattığı sesi almak için radyo kullanmak, Allahü teâlâyı bırakıp bir kutuya başvurmak değildir; çünkü radyo kutusundaki aletlere o özellikleri, o kuvvetleri veren Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, her şeyde, kendi kudretini gizlemiştir.

Müşrik, puta tapar, Allahü teâlâyı düşünmez. Müslüman, sebepleri, vasıtaları kullanırken, sebeplere, mahlûklara, tesir, hassa veren Allahü teâlâyı düşünür. İstediğini Allahü teâlâdan bekler. Geleni Allahü teâlâdan bilir. Kıpti’den kurtulmak için Musa aleyhisselamdan istigase eden yani yardım isteyen kişinin yardımını bildiren âyet-i kerimenin manası da, böyle olduğunu göstermektedir.

Müminler her namazda Fatiha suresini okurken, (Ya Rabbi, dünyadaki arzularıma, ihtiyaçlarıma kavuşmak için maddi, fenni sebeplere yapışıyor ve bana yardım etmeleri için, sevdiğin kullarına yalvarıyorum. Bunları yaparken ve her zaman, dilekleri verenin, yaratanın yalnız Sen olduğuna inanıyorum. Yalnız Senden bekliyorum!) demektedir. Her gün böyle söyleyen müminlere müşrik denilemez. Peygamberlerin, Evliyanın ruhlarından yardım istemek, Allahü teâlânın yarattığı bu sebeplere yapışmaktır. Bunların müşrik olmadıklarını, halis mümin olduklarını Fatiha suresinin bu âyeti açıkça haber vermektedir. Vehhabiler maddi, fenni sebeplere yapışıyor, nefislerinin isteklerine kavuşmak için, her vesileye, her çareye başvuruyorlar. Peygamberleri ve Evliyayı vesile edinmeye de şirk diyorlar.

Tevessül

Tevessül, bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesile, sebep yapmak demektir. Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak, onların hatırı, hürmeti için diyerek dua etmek veya bu suretle yapılan duaya denir. İstigâse ve teşeffû da denir.

İmam-ı Sübki buyuruyor ki:
Resulullah efendimizle tevessül etmek iki türlü olur:
Birincisi, Onun yüksek mertebesi, bereketi için Allahü teâlâdan istemektir. Böyle dua ederken, tevessül, istigase ve teşeffu sözlerinden her biri kullanılabilir. Üçü de, aynı şeyi bildirmektedir. Bu kelimeleri söyleyerek dua eden, Resulullah’ı vesile ederek, Allahü teâlâdan istemektedir. Onu vasıta kılarak Allahü teâlâdan istigase etmektedir. Dünya işlerinde de, bir kimseden, onun çok sevdiğini vesile ederek bir şey istenilince, hemen vermektedir.
İkincisi, dileğe kavuşmak için, Resulullah’ın Allahü teâlâya dua etmesini, Ondan istemektir, çünkü O, kabrinde diridir. İstenileni duyup anlar ve Allahü teâlâdan ister. Kıyamet günü yapacağı şefaat de kabul edilecektir. (Şevahid-ül-hak)

Şihabüddin-i Remli hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberler ve Veliler öldükten sonra da, kendileriyle tevessül, istigase olunur. Peygamberler ölünce mucizeleri bitmez. Veliler ölünce de, kerametleri kesilmez. Peygamberlerin mezarda diri olduklarını, namaz kıldıklarını, hac yaptıklarını, hadis-i şerifler açıkça bildirmektedir. Şehitlerin de diri oldukları, kâfirlerle harb ederken yardım ettikleri bilinmektedir. (Şevahid-ül-hak)

Hülasat-ül-kelam kitabında deniyor ki:
Tevessül, istigase ve teveccüh, hep aynı şey demektir. Hepsi caizdir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kıyamette insanlar, önce Âdem aleyhisselama istigâse edeceklerdir.) [Buhari]

Hazret-i Ömer, kıtlık olduğu zaman Peygamber efendimizin amcası hazret-i Abbas ile tevessül etti. Yani onu vesile ederek Allahü teâlâdan yağmur istedi. (Yâ Rabbi! Kıtlık olduğu zaman, Resulullah efendimizle sana tevessül ederdik. Sen bize yağmur verirdin. Şimdi sana, Resulullah efendimizin amcasıyla tevessül ediyoruz. Bize yağmur ihsân et!) diye dua edince, Allahü teâlâ onlara yağmur verdi. (Buhari)

Asırlardır, doğru yolda olan Müslümanlar, Allahü teâlânın sevgili kullarını vesile ederek dua etmişler, böylece arzu ve isteklerine kavuşarak sıkıntılardan kurtulmuşlardır. Duanın kabul olması haram lokma yememeye bağlıdır. Bu ise, ancak Cenab-ı Hakk’ın sevdiklerinde mümkündür. Ölü veya diri Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak yapılan dua, onların bereketiyle ve hatırları için kabul olmaktadır. Daha önce yapılmış olan salih amellerle de tevessül yapılır. (Seadet-i Ebediyye)

Mezhepsizler diyor ki:
(Allahü teâlâdan başka bir şeyin bir iş yaptığını söyleyen, müşrik olur. Mesela, “Filân ilaç ağrıyı kesti”, “Terörist falancayı öldürdü” veya “Resulullah'ın kabri şerifi yanında veya falanca evliya zatın mezarı yanında Allahü teâlâ duamı kabul etti” diyen müşrik olur.)

Mezhepsizler, mecaz ve isti’ânenin ne demek olduğunu anlayamıyorlar. Bir kimsenin bir işi yaptığını söylemeye, bu söz mecaz olarak söylenmiş olsa da, hemen şirk diyorlar. Hâlbuki Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerimin birçok yerinde, bir işin hakiki yapıcısının kendisi olduğunu, mecazi yapıcısının da kullar olduğunu bildirmektedir.

Hakiki hâkim

Hakiki hâkim Allahü teâlâdır. İki âyet-i kerime meali:
(Hüküm, ancak Allah’ındır. [Yani hüküm verme yetkisi olan, hâkim olan yalnız Allahü teâlâdır.]) [Enam 57]

(Aralarındaki anlaşmazlıklarda, seni hâkim [veya hakem] yapmadıkça, iman etmiş olmazlar.) [Nisa 65]

Birinci âyet-i kerime, hakiki hâkimin, yalnız Allahü teâlâ olduğunu bildiriyor. İkinci âyet-i kerime ise, insana da, mecaz olarak hâkim denileceğini bildiriyor. İnsanlara mecazen böyle hâkim, hakem, hüküm veren gibi şeyler söylemek şirk olmaz.

Dirilten ve öldüren

Dirilten ve öldüren yalnız Allahü teâlâdır. Dört âyet-i kerime meali şöyledir:
(Dirilten ve öldüren, yalnız Odur.) [Yunus 56]

(Ölüm zamanında insanı, Allahü teâlâ öldürüyor.) [Zümer 42]

(Öldürmek için vekil yapılmış olan melek sizi öldürüyor.) [Secde 11]

(Âdem aleyhisselamın oğlu, kardeşini öldürdü.) [Maide 30]

İlk iki âyette öldürenin Allahü teâlâ olduğu bildiriliyor. Üçüncü âyet-i kerimede insanları bu işle vekil olan meleğin öldürdüğü bildiriliyor. Dördüncü âyette ise, bir insanın diğerini öldürdüğü mecaz olarak bildiriliyor. (Anarşistler üç polisi öldürdü) demek niye şirk olsun ki?

Hastaya şifa veren

Hastalara şifa veren yalnız Allahü teâlâdır. İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Hasta olduğum zaman, bana ancak O [Allahü teâlâ] şifâ verir) [Şuara 82]

([Hazret-i İsa diyor ki:] A’mânın gözünü açarım ve baras illetini iyi ederim ve Allahü teâlânın izniyle, ölüleri diriltirim.) [Âl-i İmran 49]

Birinci âyet-i kerimede şifa verenin Allahü teâlâ olduğu bildirilirken ikinci âyette mecaz olarak İsa aleyhisselamın şifa verdiği bildiriliyor. Hatta ölüleri dirilttiği bildiriliyor. Hâlbuki yukarıda bildirilen âyet-i kerimede, öldürüp diriltenin yalnız Allahü teâlâ olduğu bildirilmişti. Demek ki şifa vermek, diriltmek, mecaz olarak insanlar için de kullanılabiliyor.

Çocuk veren

Evladı da Allahü teâlâ verir. İbrahim aleyhisselamın, (Ey Rabbim! Bana salihlerden bir oğul ihsan et!) diye bir evlat istediği Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. (Saffat 100)

İbrahim aleyhisselamın hanımı Sara validemiz de, Allahü teâlânın çocuk vereceği müjdesini duyunca, (Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyarken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey) demiştir. (Yunus 72)

Allahü teâlâ onlara İshak aleyhisselamı vermiştir. (Enam 84)

Evladı Allahü teâlâ verdiği halde, Cebrail aleyhisselam, Meryem validemize mecaz olarak, (Ben, sana temiz bir oğlan vermek için, Rabbinin gönderdiği elçiyim) dedi. (Meryem 19)

Hakiki sahip, gerçek dost


İnsanın hakiki sahibi Allahü teâlâdır. Üç âyet-i kerime meali:
(Allahü teâlâ, iman edenlerin velîsi yani sahibidir.) [Bekara 257]

(Sizin velîniz yani sahibiniz, Allah ve Resulüdür.) [Maide 56]

(Nebi, müminlere kendilerinden daha çok sahiptir.) [Ahzab 6]

Veli kelimesi, burada sahip, malik, dost anlamındadır. Birinci âyet-i kerimede iman edenlerin sahibinin Allahü teâlâ olduğu bildiriliyor. Üçüncü âyet-i kerimede ise, Peygamber efendimizin de müminlerin sahibi, dostu olduğu bildiriliyor. Bunlar gibi muin olan Allahü teâlâdır. Kullarına da, mecaz olarak muin demiştir. Muin, yardım eden, yardımcı demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(İyilikte ve takvada birbirinize, yardımcı olun!) [Maide 2]

İnsanların kulu

Mezhepsizler, Allah’tan başkasının kulu diyene, mesela Abdünnebî, Abdürresul, peygamberin kulu diyen Müslümanlara müşrik diyorlar. Bazı mezhepsizler de, (Osmanlılarda, insan, Allah’ın değil, padişahın kuluydu. Onun için padişah, halka kullarım derdi. Sultanlık sistemine karşı çıkmak, soylu mücadele vermektir) diyorlar. Hâlbuki bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Evli olmayan kadınlarınızı, kullarınızdan ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin!) [Nur 32]

Âyet-i kerimede görüldüğü gibi kulların da kulları oluyormuş. Padişahın kulları demenin mahzuru olmadığını bu âyet-i kerime de açıklıyor. Kul kelimesinin, köle, hizmetçi anlamı da vardır. Yeniçeri askerlerine de kul denirdi.

İnsana rab denir mi?

İnsanların hakiki Rabbi, Allahü teâlâdır. Ancak mecaz olarak, başkasına da rab demek caizdir. Yusuf aleyhisselamın, padişaha rab dediği şu âyet-i kerimeyle bildiriliyor:
(Rabbinin [melikin, hükümdarın, efendinin] yanında beni an [ki beni zindandan çıkarsın]!) [Yusuf 42]

Rab, ilah manasına geldiği gibi, efendi, yetiştiren, terbiye eden anlamlarına da gelir. Mezhepsizler, işte böyle kelimeleri kullandı diye, Müslümanlara müşrik demekten hiç çekinmiyorlar.

Peygamberden yardım istemek
Sual:
Cin suresinin 18. âyetinde, (Mescidler, Allah’ındır. O halde orada Allah ile birlikte başkasına dua etmeyin! Onlara yalvarmayın!) âyetine rağmen Peygamberden veya Evliyadan yardım istemek şirk olmaz mı?
CEVAP
Bildirilen âyet-i kerimede yasak edilen dua, ilim dilinde kullanılan dua demektir. Yani tapınarak yapılan duadır. Bu dua, ancak Allahü teâlâya olur, fakat bir kimse, yalnız Allahü teâlâya tapınılacağını, yalnız Ona dua edileceğini, Allahü teâlâdan başka kimsenin yaratıcı olmadığını, her şeyi Onun yaptığını bilerek, Peygamberleri ve Evliyayı vesile eder, onların Allahü teâlânın sevgili kulları olduklarını ve Allahü teâlânın, onların ruhlarına, insanlara yardım edebilmek kuvvetini verdiğini düşünerek, ruhlardan yardım beklerse, caiz olur. Onlar, mezarlarında, bilmediğimiz bir hayatla diridirler. Ruhlarına, kerametler ve tasarruf kuvveti ihsan edilmiştir. Böyle inanan kimseye müşrik demek çok yanlıştır. (Faideli Bilgiler)

İmam-ı Kurtubi hazretleri bu âyet-i kerimenin tefsirinde buyuruyor ki:
Hristiyanlar kiliseye ve Yahudiler havraya girdiklerinde Allah’a ortak koşuyorlardı. Allahü teâlâ, mescidlere girilince, sadece Allah’a dua ve ibadet etmelerini, kitap ehli gibi yapmamalarını emrederek, (Dua ve ibadete kendilerine tapınılmış put veya başka herhangi bir şeyi ortak koşmayın!) buyurmaktadır. (Kurtubi)

Celaleyn tefsirinde de, bu âyette, (Kilise ve havralarda Hristiyanlarla Yahudilerin yaptıkları gibi Allahü teâlâya ortak koşmayın!) buyurulduğu bildiriliyor.

Netice olarak bu âyet-i kerimenin, Peygamberden veya Evliyadan yardım istemekle hiç alakası yoktur. Âhir zamanda böyle düşünen kimselerin çıkacağını Peygamber efendimiz, 14 asır önce mucize olarak bildirmiştir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müslüman ismini taşıyıp da, en çok korktuğum kimseler, Kur’anın manasını değiştirenlerdir.) [Taberani]

(Kâfirler, kâfirler için gelmiş olan âyetleri, Müslümanlara yükletirler.) [Buhari]