Kârlı bir alışveriş
Makbule hanım, bir taraftan bulaşık yıkıyor, bir taraftan da düşünüyordu. Kızı Betül, eşyaların tozunu almakla meşguldü.
— Betül, kızım, ne yapıyorsun, gel hele bak, ne diyeceğim sana...
— Efendim anne? Toz alıyordum, geliyorum, buyur anneciğim.
— Kızım, diyorum ki, yarın seninle çarşıya çıkalım, sana ve bana pardösü, etek falan bakalım, ne dersin?
— Gerçekten mi? Ne iyi olur anneciğim, ihtiyacımız da vardı; ama babam ne der acaba?
— Ben babanla önceden konuşmuştum, maaşı aldığında biraz para vermişti bir şeyler almamız için. Yarın gitmek için izin alalım.
— Ay anne, çok sevindim, sıkılmıştım, değişiklik olur.
— Hadi o zaman, bu günden işlerimizi bitirelim, bir de yarının yemeğini hazır edelim. Eğer yarın gidecek olursak, döndüğümüzde her şeyimiz hazır olsun, o yorgunlukla kalkıp yemek falan yapamayız. Hadi bakalım iş başına. Sen temizlik işlerini hallet, ben de yemekleri.
— Tamam, anneciğim, benim işim zaten az kalmıştı. Ben devam edeyim.
İş dağılımı yapılmış, herkes işinin başında yarına iş kalmaması için çalışmış, bir hayli de yorulmuşlardı. Akşam Faruk Bey işten dönmüş, kapıyı çalıyordu.
— Hoş geldin bey.
— Selamün aleyküm hanım.
— Ve aleyküm selam bey. Hoş geldin. Nasılsın, aç mısın, sofra hazır hemen oturalım istersen.
— Hanım, dur hele, bir üstümüzü değiştirip ellerimizi yıkayalım, yeriz yemeği. Hem bu acele niye, bir yere mi gideceğiz?
— Yok bey, kusura bakma. Biz çok acıktık da. Bütün gün, iş güç… Yemek yememiştik, sen de gel de birlikte yiyelim diye.
— Ya, demek çok yoruldunuz? Neler yaptınız bakalım? Hadi oturun sofraya.
— Betül kızım, baban oturuyor sofraya, yemekleri getirebilirsin.
— Tamam anneciğim, hemen getiriyorum.
— Getir kızım, bakalım ne yapmış benim kızım babasına.
— Bugün ben yapmadım yemekleri babacığım, annem yaptı. Sen onun tarhanasını çok beğeniyorsun ya, bir de patates oturtma var.
— Ooo, ziyafet var anlaşılan. Hayırdır, misafir mi gelecek, yoksa bir şey mi istiyorsunuz, söyleyin bakalım.
— Aşk olsun babacığım, biz sana sevdiğin yemekleri, bir şey isteyeceğimiz zaman mı yapıyoruz, kırılıyorum ama…
— Takılıyorum canım, kırılma hemen! Hadi, ver bakalım tarhanamı da, başlayalım artık.
Yemek yenmiş, sofra kalkmış, Betül bulaşıkları yıkıyordu. Makbule Hanım, tam zamanı diye düşündü ve konuyu açtı.
— Bey diyorum ki…
Sanki bu sözleri bekliyormuşçasına, gazetesinin üzerinden gülerek hanımına baktı Faruk Bey:
— Demek sonunda söyleyeceksiniz ne istediğinizi, söyle bakalım hanım!
— Aman bey seninle de bir şey konuşulmaya gelmiyor.
— Söyle hatun, söyle! Şaka yapıyorum, kızma canım, latife hepsi…
— Eğer izin verirsen, yarın çarşıya çıkalım diyoruz. Pardösü, etek falan bakalım kendimize. Hadi ben neyse de, Betül’e bir şeyler alalım, genç kız ne de olsa.
— Bu muydu diyeceğin hatun? Bunun için mi dolaştırıp duruyordun lafı?
— Evet bey. Ne dersin?
— Elbette hatun, iyi olur. Zaten sana bunun için para vermemiş miydim, izin almaya gerek yok.
— Öyle söyleme bey. İzin almadan olmaz. Geçen gün Betül kitapta okudu. Bir hanım beyinden izinsiz bir yere giderse, dönene kadar melekler ona lanet edermiş. Elbette senin rızan önemli, sen istemeseydin, razı olmasaydın, gitmezdik.
— İşte benim hatunum. Senden de bu cevap beklenirdi zaten. Sizin gibi dinin emirlerine dikkat eden bir ailem olduğu için çok şükrediyorum Rabbime. Allahü teâlâ razı olsun sizden!
Ama sen her zaman izinlisin, bir kere genel izin alman yeter. Senin kötü yerlere gitmeyeceğini bilirim. Her seferinde izin almaya gerek yok. Böyle yapmak da dinimizin emrine uygundur.
Elinde çay tepsisiyle odaya giren Betül, konuşulanları duymuştu.
— Babacığım, Allahü teâlâ asıl senden razı olsun! Elbette senden izin alarak gideriz. Çünkü sen bizi haramdan ve kötülüklerden korumaya çalışıyorsun.
— Maşallah benim güzel kızıma, ne de güzel anlamış. Şimdi ben bu kıza neler almam. Değil mi benim güzel kızım?
— Teşekkür ederim babacığım.
Sabah hep birlikte kahvaltı yaptılar Faruk Bey kapıdan çıkarken:
— Hanım hadi, siz de fazla geç kalmadan çıkın! Vakitlice dönersiniz, kalabalığa kalmadan işlerinizi halledip dönün! Allaha emanet olun!
— Sağ ol bey. Bizde erken çıkalım diyorduk. Merak etme! Hadi, Allahü teâlâ işini gücünü rast getirsin, selametle!
— Betül, kızım, hazırlanalım da, iş çıkış saatine kalmadan geri dönelim, yoksa çok kalabalık olur.
— Peki, anne, abdestimi alayım, hemen giyiniyorum.
Az sonra kapının önündeydiler. Makbule Hanım okuyarak kapıyı kilitledi.
— Kızım, dua et de, işimiz rast gitsin! Aradığımız gibi uygun şeyler bulabilelim.
Evden çıkarken okunması gereken duaları da okudular.
Birkaç dükkâna bakmışlar ancak istedikleri gibi bir şey bulamamışlardı.
— Kızım, en iyisi bir tesettür mağazasına bakalım. Baksana, buralarda bize göre bir şeyler yok.
Bir tesettür mağazasına girdiler. Tezgâhtar kız:
— Buyurun efendim, size yardımcı olayım!
— Kızım, biz pardösü bakıyoruz.
— Tabii efendim, pardösülerimiz üst katta. Kime göre olacaktı?
— Her ikimize göre de bakıyoruz.
Tezgâhtar birkaç pardösü çıkartmış; fakat Betül, pardösülerin hiç birini beğenmemişti; çünkü parlak kumaş ve üzeri değişik düğme, nakış ve payetlerle süslenmişti.
— Acaba daha sade, daha bol bir pardösünüz yok mu?
— Bunlar tam sizin yaşınıza göre küçük hanım. Şimdi bunlar moda. Hep böyle pardösüler var ve bu modellerden çok satıyoruz. Sizin aradığınız gibiler artık yok. Herkes böyle şeyler istiyor, biz de böyle ürünler üretiyoruz.
— Biz daha sade, nakışı, süsü olmayan pardösü bakıyoruz.
— Haa, siz anne pardösüsü istiyorsunuz. Onlardan ancak bir iki model var, genellikle anne pardösüleri yerine, dize kadar kısa olanlar tercih ediliyor.
— Allah Allah, niye ki kızım, pardösü dediğin uzun olur.
— İyi de, artık kimse istemiyor, ayaklarıma dolaşıyor, şöyle kısa bir şeyler olsun diyorlar. Arz talep meselesi…
— Anlaşıldı, sabahtan beri bakınıyoruz evladım, aradığımız gibi bir pardösü bulamadık. Bari etek var mı?
— Tabii buyurun eteklerimiz burada.
Tezgâhtar kız birçok etek göstermiş; fakat yine çok süslü, boncuklu ve dizin hemen altında eteklerdi hepsi. Makbule Hanım, tezgâhtarın çıkardığı eteklere bakıp:
— Yavrum bu etekler abiye. Biz nişan için değil de, daha sade, günlük bir şeyler olsun diye düşünüyoruz.
— Aman teyze bunlar abiye değil ki! Bunlar sizin söylediğiniz gibi, günlük etek modellerimiz. Bu kadar etek çeşidini hiçbir mağazada bulamazsınız.
— Peki kızım, sana zahmet verdik, sağ ol!
— Anne hiç uygun bir şeyler yok. Sabahtan beri kaç mağazaya baktık. Tesettür mağazalarında bile bulamadık. Ne yapacağız?
— Kızım şurada bir mağaza daha var, orada da yoksa o zaman başka şeyler düşünürüz.
Girdikleri son mağazada da pardösü ve etek baktılar, etekler kısa ve süslü, pardösüler ise parlak, canlı renklerdeydi. Zaten pardösüler, daha çok üste oturduğu için elbise özelliği taşıyorlardı. Aradıklarını bulamayan ana kız bir de bir tezgâhtardan ilginç bir teklif aldılar. Tezgâhtar kız:
— Neden ısrarla etek arıyorsunuz? Şimdi herkes pantolon ve üstüne ceket giyiyor. Siz aradığınızı bulamazsınız. Şimdi moda pantolon ve ceket... Daha tesettürlü olsun isterseniz, dize kadar uzun ceketlerimiz de var. Hem bu kıyafetler daha modern. Sizin istedikleriniz eskide kaldı, diyerek aslında gerçek tesettürü arayan bu saliha hanımları kendince aşağılamıştı.
Betül’ün bu olaydan morali bozulmuş, hatta ağlamaklı olmuştu. Durumu fark eden annesi:
— Haydi, benim güzel kızım hadi. O söyleyenlere aldırma! Asıl moda, asıl zarafet dinimize uygun giyiniştedir, yürü gidiyoruz.
Gözleri buğulanan Betül:
— Nereye anne?
— Seni öyle bir mağazaya götürüyorum ki, aradığın her şey orada var.
Kısa bir yürüyüşten sonra, bir manifatura dükkânına girdiler. Oradan istedikleri pardösülük kumaşı ve istedikleri eteklik kumaşları alarak eve döndüler.
— Ayy, ayaklarım nasıl da ağrıyor. Aman aman, belim… Ne de çok yorulduk; ama bize iyi oldu.
— Nesi iyi anne, hiçbir şey alamadık ki!
— Kumaş aldık ya kızım.
— İyi de, bunları diktirmek dünya para. Hem terziyi nereden bulacağız? Bakalım güzel diker mi? Hem bayan terzi var mı?
— Var, benim güzel kızım var. Hem de bize moda moda diye yutturmaya çalıştıkları o uyduruk kıyafetlerden daha güzelini diker.
— Kim peki anne? Sen bu terziyi nereden tanıyor musun?
— Kim olacak kızım, ben!
— Sen mi?
— Niye şaşırdın? Ben tabii. Ben onlardan daha iyi dikerim. Sen de bana yardım ederek dikişi öğrenmiş olursun. Baksana bundan sonra lazım olacak. Çünkü bizlere tesettür kıyafeti diye gösterdiklerine. Yarın etek bile bulamayacağız. Artık kadınların da yaşlısı genci pantolon giyiyor. Allah Allah, ne günlere kaldık!
— Anne, madem sen dikiş biliyordun da neden dikmiyordun?
— Kızım, eskiden sana uzun etekleri elbiseleri kim dikiyordu zannediyorsun? Ama sonradan boynumdaki rahatsızlık bana, başımı eğerek iş yaptırmıyor.
— Ama şimdi nasıl dikeceksin?
— Şimdi mecburuz. Baksana, neredeyse giyecek bir şey bulamıyoruz. Hem sadece ben dikmeyeceğim ki, sen de dikeceksin. Eskiler, dikiş bilmeyen kıza dünür gitmezlerdi. Bir de birlikte diktiğimiz elbiseleri giydikçe, birbirimizi hatırlayıp, muhabbetimizi artırmış oluruz. Kendi diktiğimiz elbiselerin böyle bir faydası da var. Anneannen bana dikiş öğrenmem için neden çok ısrar ettiğini şimdi daha iyi anlıyorum. Aman saat kaç olmuş, baban neredeyse gelir, kalkalım sofrayı hazırlayalım.
— Sen dinlen anne ben hazırlarım.
— Allahü teâlâ razı olsun kızım, çok iyi olur, pek yorulmuşum.
Betül sofrayı hazırlarken, Makbule Hanım da üzerini değiştirmiş, kızına yardım ediyordu. Kapı çaldı:
— Babandır kızım, ben bakarım.
— Hoş geldin bey.
— Selamün aleyküm, hoş bulduk hanım. Ne yaptınız bakalım, bir şeyler alabildiniz mi?
— Aldık bey aldık. Soframız hazır, yemek yerken anlatırız sana.
— Hadi bakalım öyleyse sofraya oturalım.
— Betül kızım getir bakalım yemekleri.
— Hemen babacığım.
Bir taraftan yemek yiyorlar, bir taraftan bugün başlarından geçenleri hararetli bir şekilde anlatıyorlardı.
— Bey, etrafta tesettür diye bir şey kalmamış. Ahir zaman dedikleri, demek böyle bir şeymiş. Tesettürün de modası çıkmış, tesettürlüyle tesettürsüzün farkı yok artık. Bize, bir şey bilmeyen yobaz muamelesi yaptılar. Biz ne kadar sade, gösterişsiz şeyler istersek isteyelim, sade diye bize allı pullu kıyafetler gösterdiler. Artık böyle kıyafetler, isteniyor talep görüyormuş. Tezgâhtarların söyledikleri bize tuhaf gelmişti önce; ama etrafımızdaki tesettürlülere bakınca tezgâhtara hak verdim. O kadar mağaza gezdik doğru dürüst bir etek bulamadık. Bize hep ikili takım diye pantolon ceket çıkarttılar. Gencecik kızlar, yaşlı teyzeler bile pantolon giyiniyor. Meğer tesettür değişmiş de, bizim haberimiz yokmuş. Kısa etekler, parlak kumaşlardan taşlı pardösüler, küçücük eşarplar, rengârenk… Bir baktım etrafıma, tesettüre uyuyoruz diyen herkes böyle giyinmiş. Bu devirde tesettür böyle oluyormuş…
— Babacığım, biz şimdi tesettüre uygun kıyafet bulamadık ya, şimdi tesettür böyle oluyormuş ya, benim aklıma bir şey takıldı. Acaba her dönem, yani bulunulan devirde herkes gibi giyinmek, etrafımızdakiler gibi tesettürlü mü olmak gerekiyor? Çünkü bizim kıyafetlerimiz, etraftakilerden daha farklı olduğundan, böylesi daha mı dikkat çekiyor, zamana ayak uydurmak mı gerekiyor?
— Kızım sen şimdi, her devre göre tesettür değişir mi diye soruyorsan, değişmez elbette. Değişen insanlar ve tesettürü değiştirip tamamen ortadan kaldırmak isteyenler. Etrafta gördüklerinize aldanmayın! Onlarınki doğru tesettür değil. Kitaplarda bir kadının tesettürü anlatılmış. Hangi devirde olursak olalım dinin emri değişmez. Dinin emirlerini değiştirip bozmak isteyenlerin hileleri, bunlara aldanmamak lazım.
— Kitaplarda tesettür nasıl anlatılıyor babacığım?
— Müslüman kadınlar, dinin emrini yerine getiren kadınlar, muhteremdir, kıymetlidir. Kıymetli olan saklanır, korunur. Bir elmasınız olsa, ortada bırakır mısınız? Bir kasaya koyarsınız, kilitlersiniz ki, hırsızlar çalmasın. İşte elmas gibi olan Müslüman hanımlar hürmetlidir, değerlidir, korunmaya layıktır. Nasıl korunacaklarına gelince, dinimiz bulunulan memleketlerin âdetlerine göre diyor, belli bir şey tarif etmiyor. İlle de şu çeşit örtü kullanacaksınız demiyor.
— Peki, ne diyor dinimiz?
— Bir ölçü bildiriyor. Diyor ki, kadının el ve yüz hariç her yeri avrettir. Demek ki, el ve yüzü hariç, her yerini kapatmak zorundadır. Nasıl kapatacak, onu da tarif etmiş. Âlimler diyor ki, dar, şeffaf, renkli, dikkat çekici, süslü olmamalı, hatta sadece kıyafet değil, kullandığı çanta, ayakkabı bile süslü, dikkat çekici olmamalı, çok uzun topuklu olmamalı. Ziynet yani süs olur. Ziyneti ise namahreme göstermek haramdır diyor. Pantolon ise zaten erkek kıyafetidir, yani bol da olsa, süslü olmasa da giyilmez. Bize bunları emreden Rabbimiz, bizi elbette bizden daha iyi bilir. Neden böyle emredilmiş, hikmeti nedir, biz bilemeyiz. Kim bilir, ne hikmetleri vardır; ama biz, dinimiz böyle emrettiği için yaparız. Kadını da, erkeği de, Allahü teâlâ yaratmıştır. Kadınları cazip, süslenmeye meyilli, beğenilmeyi seven varlıklar olarak yaratmış. İşte kadınlar da, bu süslü şeyleri giymek, bunları herkese göstererek herkesin beğenmesini sağlamak, iltifat ettirmek istiyorlar. Onların nefisleri bu yasak olanı çok sever, bu yüzden tesettür kadının nefsine en ağır gelen şeylerden biridir.
— Nefse ağır gelen başka şey var mı?
— Evet, var. Diğeri ise itaattir. Eşine itaat. Bu ikisi, günümüzde kadını felakete sürükleyen en önemli iki şeydir. Bunlara uyan kadın için, hayat daha kolaydır. Zaten dinimiz kadınlardan fazla bir şey istemiyor. Tesettüre riayet, ibadetleri yapması, özellikle beş vakit namazını doğru bir şekilde kılması ve kocasına itaat etmesi, hepsi bu... Üç ana başlık… Bunları yapan, diğerlerini zaten kolaylıkla yapar. Sonra diyor Peygamber efendimiz, bunları yapan kadın, dilediği kapıdan Cennete girer. Yani sizin Cennete girmeniz çok kolay aslında. İkinizi de tebrik ediyorum.
— Neden babacığım, biz ne yaptık ki?
— Çünkü yaradılışınızda var olan süslenmek isteğiyle tesettür gibi görünen ama gerçek tesettür olmayan kıyafetleri almadınız. Böyle kıyafetlerle tesettürsüz olarak harama girmediniz, beni de, kendinizi de korudunuz.
— Ama babacığım, biz Allahü teâlânın emri olduğu için yaptık.
— Tabii ki öyle; ancak siz tesettüre riayet etmeseydiniz, dinin emirlerini yerine getirmeseydiniz, yaptıklarınızdan ben de sorumlu tutulduğum için, size mani olmadığım için, sizden daha çok günaha girecek, hesaba çekilecektim. Sizleri haramdan korumak benim vazifem. Aman benim güzel kızım. Biz seni şu zamana kadar haramdan korumaya çabaladık. Dinini öğreterek ateşten korumaya çalıştık. Belki bu sizin vazifeniz diye düşünebilirsin. Doğru, bu bizim vazifemiz. Ancak sen de kendini haramdan korumaya devam ederek bizi de, kendini de Cehennemden kurtar. Kısacası, ne kendini, ne de bizi, evlendikten sonra da eşini yakma! Bu sana vasiyetimdir.
— İnşallah babacığım. İnşallah ahirette, hep birlikte kurtulanlardan oluruz.
— Konu nereden nereye geldi? Şimdi siz bir şeyler almadınız mı? Hanım, sen bana alışveriş yaptık dememiş miydin?
— Evet, yaptık, hem de çok kârlı bir alışveriş yaptık. Bir manifaturacıdan beğendiğimiz kumaşları aldık, kendimiz dikeceğiz inşallah. Hem de birçok para verip bir tane alacağımıza, aynı paraya üç dört tane kıyafet sahibi olacağız.
— Aferin size. Ama sen dikiş dikemiyordun, nasıl olacak?
— Sadece ben dikmeyeceğim ki… Betül’le birlikte dikeceğiz, o da dikişi öğrenmiş olacak.
— Bu alışveriş hakikaten çok kârlı olmuş, hem uygun, hem fiyatı iyi, hem de bir şeyler öğrenmiş olacaksınız.
— Evet, babacığım, evde bir şeylerle meşgul olduğumuz için sevaba da gireceğiz.
— Bak bu çok doğru işte, bu alışveriş tahmin ettiğimizden de kârlı olmuş.
Z. Alkan