Seyyid Abdülhakim-i Arvasi “Rahmetullahi teâlâ aleyh”

Hicri bin iki yüz seksen bir yılı,
Başkale’de doğdu, asrın yıldızı,
Altın silsilenin otuz dördüncü,
Mübarek halkası oldu efendim.

Nur deryası bu zat çocuk yaşında,
İlme sevdalanıp, düşmüş yollara.
Müküs’de, Nehri’ de ve de Irak’ta,
İlm ile yoğrulup, pişti efendim.

Bir ramazan ayı, Nehri’den geldi,
Fahri kâinat’ı rüyada gördü,
Çok ihsanlar oldu, çok sırra erdi,
Erenler içinde birdir efendim.

Rüyasında birçok hikmet var idi,
Babası önemli şeyler bildirdi,
Dedi, seni Resul, mezun eyledi!
Mübarek müjdeyi aldı efendim.

Bu tabirden sonra on yıl boyunca,
Gecesi geçmedi, yorgan altında!
Âşık olmuş idi kitaplarına,
Hep ilimle geçti ömrü efendim.

Daha on dördüne yeni girmişti,
Kabul etti onu Fehim Arvasi.
İstihare ile tövbe, ilk emri,
Sıdk ile emrine girdi efendim.

Bir rüya görmüştü istiharede,
Bizzat yıka dendi, Seyyid Fehim’e,
Cevazımat-ı hams, çeşmelerinde!
Yıkandı nur oldu, nurlu efendim.

Tekrar verdi yine kendini ilme,
Dört elle sarıldı, girdi bir kalbe,
Aşk ile bağlandı Seyyid Fehim’e,
Gönül tabibini, buldu efendim.

Zahiri ilimde, ilmi batında,
Hem tasavvuf, fıkıh, hem de kelamda,
Mütehassıs oldu cümle dallarda!
İcazetlerini aldı efendim.

Mezun olup döndü şirin Arvas’a,
Büyük bir azimle, kurdu medrese,
İlmi yaymak için başladı derse,
İlim peteğinin balı efendim.

Bu güzide yerde yirmi dokuz yıl,
Yetiştirdi bir çok, âlim ve fadıl.
Seveni çok idi alırdı gönül,
Muhabbet bağının gülü efendim.

Hac için derslere verdi bir ara,
Nice zaman sonra, vardı Hicaz’a.
Hicaz’da ilk durak kutlu Medine,
Medine’de mola verdi efendim.

Medine’de kabr-i şerife geldi,
Resulün aşkıyla, kendinden geçti.
Edeple, hürmetle ziyaret etti,
Cennet bahçesine girdi efendim.

Bir akşam Ravza’da namazdan sonra,
Yirmi beş yıl önce gördüğü rüya,
Tecelli etmişti nurlu mekânda!
Şükredip secdeye vardı efendim.

Hac farizasını eyledi ifa,
Hüzünle ayrıldı, zor etti veda,
Tekrar vasıl oldu şirin Arvas’a,
Arvas, yollarına baktı efendim.

Arvas’ta ders verdi bir müddet daha,
Sonra karışıklık, olmuştu peyda.
Evlerini dahi ettiler yağma!
Ermeni zulmünü gördü efendim.

Cihan görmemişti böyle bir zulmü!
Ne varsa yaktılar, kalmadı külü.
Çare yoktu artık, hicret göründü,
Dini için hicret etti efendim.

Çeşitli zorlukla, perişan halde,
Vardılar Ravandız denilen yere.
Doksan günden sonra önce Erbil’e,
Sonra da Musul’a vardı efendim.

Musul’a kadarki hicret yolunda,
Seksen dört mümini, verdi toprağa!
Nasıl sabredilir bunca acıya?
Sabrın meyvesini tattı efendim.

Musul’da bir müddet kaldıktan sonra,
Ayrılmak üzere ettiler veda.
Kalan altmış altı efradı ile,
Adana iline geldi efendim.

Adana’dan sonra Eskişehir’e,
Ancak varabildi, yirmi kişiyle!
Buradan kimini Konya iline,
Uğurlayıp yola çıktı efendim.

O yıl nisan ayı ortalarında,
Nihayet vardılar, ol Payitaht’a.
Burada Kaşgari adlı dergâhta,
İmamlık görevi aldı efendim.

Dergâhta başladı hizmetlerine,
Medresede görev verildi bir de,
Sultan Vahideddin Han’ın emriyle,
Buraya müderris oldu efendim.

Hem vaaz ederdi birçok camide,
Hem derse girerdi bu medresede.
Gayesi hizmetti ehl-i sünnete,
İman ve İslam’ı yaydı efendim.

Senelerce sohbet etti ders verdi,
Sohbetiyle çoğu, kemale erdi,
Bir vesile ile hep namaz derdi!
Olmadı namazsız, günü efendim.

Acırdı kullara, himmet ederdi!
Nice dert çekenler, O’na gelirdi!
Dertliler, derdine şifa bulurdu,
Şifanın kaynağı nurdur efendim.

Çok kitap okudu çok kitap yazdı,
Lakin Mektubatı ayrı tutardı,
O mektuplara aşkla bakardı,
Ahmet Faruki’ye âşık efendim.

Siyasetten uzak durur girmezdi,
Kanuna nizama karşı gelmezdi,
Yalan dolan nedir asla bilmezdi,
Tertemiz bir hayat sürdü efendim.

Çıkardılar buna rağmen fitneyi!
Çektirdiler nice zorlu çileyi.
Ankara’da geçti, o son günleri!
Ebedi âleme, göçtü efendim.

Sevenleri mahzun, çok üzgün idi,
Defni İstanbul’a yapmak istendi!
Lakin bu istekler geri çevrildi,
O anda yetişti himmet efendim.

Kim olduğu meçhul, nerden gelmişti?
Aksakallı biri kapıya geldi!
Bu zata uygun yer, Bağlum’dur dedi!
Sonra da sır olup gitti efendim.

Damadı İbrahim beyin evinde,
Her türlü vecibe, yapıldı orda.
Nurlara gark olan, şirin Bağlum’da,
Sonsuz yolculuğa çıktı efendim.

Çiçeklerin dahi, boynu büküktü,
Sevenleri ardından gözyaşı döktü.
Bağlum dedikleri, bir garip köydü,
Garipler köyüne kondu efendim.

Bağlum’da kazılan kabrine girdi,
Sonra telkin vermek sırası geldi,
Muhterem hocamız Hilmi Efendi,
En son telkinini, verdi efendim.

Kabr-i şerifleri, nurla doludur,
Bağlum sevenlerin, uğrak yeridir.
Efendimiz âlim, hem de velidir,
Cennete götüren, yoldur efendim.

Zeki Karaca - Ankara