En iyi âlim, nakledendir
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Yağmur suyu saftır. İçilirse zehir tesiri yapabilir. O yağmur suyunun toprağa inmesi, toprakta tuzlarla, minerallerle karışması gerekir. Bunlarla karışan ve içeceğimiz hâle gelen su, yerin üstüne çıkar, borularla çeşmeye kadar gelir ve musluktan onu içeriz.
İşte Kur’an-ı kerim, Cenâb-ı Hak tarafından inzal olunmuştur. Saftır; fakat Peygamber efendimiz, (Kim Kur’an-ı kerime mânâ çıkarmak için, anlamak için el uzatırsa, anlamaya çalışırsa kâfir olur) buyuruyor. İçtiğimiz su, yağmur suyu; ama içilmesi zararlı olabilir. Kur’an-ı kerim de kitabımız; ama anlayamayız. Onu Peygamber efendimiz anlar. Ona nazil olmuştur. O da hadis-i şeriflerle Eshabına anlattı. Eshab-ı kiram tedricen Ehl-i sünnet âlimlerine nakletti. Özellikle mezheb imamlarımız, bizim anlayacağımız şekilde hazırladılar ve içilecek su haline getirdiler.
Rastgele su içemediğimiz gibi, rastgele din kitabı da okuyamayız. Mutlaka tescillenmiş, bu su içilir diye damgası vurulmuş sudan istifade edebiliriz. İşte bir mezhebe uymayan, bir Ehl-i sünnet âlimine tâbi olmayan, rastgele su içmiş olur. Rastgele su içen, mikroplu su da içebilir, lağımlı su da içebilir, perişan olur; çünkü Ehl-i sünnet âlimlerinin en büyük özelliği, gelen bu temiz suyu koruma altına almalarıdır. Ona ne bir bid’at karıştırdılar, ne bir pislik bulaştırdılar, ne de onu zayi ettiler. Çok sağlam boruların içersinde, bize kadar getirdiler. Suyun kaçağını önlediler, suyu korudular. İçine bir şey bulaşmasın diye de muhafaza altına aldılar.
O halde, en iyi insan, en iyi âlim, nakledendir, aracı olandır. Kendinden söyleyen, kendine bağlayan değildir. Hepimizin asli görevi, postacı olmaktır. Postacının vazifesi mektubu almak, adrese bakmak, yorum yapmadan kişiye vermektir. Gerisine karışmaz.
Bizim de vazifemiz, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği o kıymetli bilgileri, olduğu gibi, güzel zarflara koyarak insanlara iletmektir. Bu zarfları açıp, mektupları okuyanlar, dinlerini rahat bir şekilde ve doğru olarak öğrenirler. Bid’at ehlinin yaptıkları şey ise, kendilerine gelen bu zarfı açıyorlar, okuyorlar; ama bu olmamış diyorlar. (Bunda eksikler var) diyerek, oturuyor kendileri mektup yazıyorlar. Kendilerinin yazdığı mektupları etrafına verip dağıtıyorlar. O zaman bu, o kişinin mektubu oluyor. Biz ise, Peygamber efendimizden itibaren gelen, emanet olarak, elden ele nakledilen ve mezhep imamlarımız tarafından da çoğaltılan bu mektubu dağıtıyoruz.
Böyle yapan, dünyanın hiçbir ülkesinde, ne kanunlar ve insanlar tarafından sıkıntı çeker, ne de Allahü teâlâ indinde sıkıntı çeker; çünkü kendisi bir şey koymuyor. Kendisine geleni aynen naklediyor. Burada üstünlük de yoktur. Kim ne kadar ihlâsla ve gücü nispetinde ne kadar çok mektup dağıtırsa, o makbuldür.