Peki demek
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Peki demek çok zordur. Eğer Ebu Cehil, Peygamber efendimize peki deseydi, İslamiyet'in en ileri gelenlerinden olurdu. Hazret-i Ömer'den daha büyük pehlivandı, ama demedi. Allah korusun, hazret-i Ömer hayır deseydi, Ebu Cehil'den kötü olurdu. Onun için, yerine göre, dünyada söylenmesi çok önemli olan iki kelime vardır: Peki ile hayır. Bir kimse, peki der, Müslüman olur, sonsuz nimete kavuşur. Hayır der, kâfir olur, sonsuz azaba maruz kalır.
İtaat etmek, peki demek zordur, çünkü iki büyük engeli var. Bu iki engeli aşmak çok zordur:
Birinci engel, insanın nefsidir. İnsan ölmeden önce, ondan çıkacak en son huy başkanlık, emretme, şef olma arzusudur.
Eskiden, adamın biri helaya gitmiş, Dizili ibriklerden birini alırken, hela bekçisi;
- Onu değil, yanındakini al demiş.
O da, denilen ibriği almış, çıktıktan sonra demiş ki;
- Birinci ile ikinci arasında ne fark vardı da, ötekini aldırmadın?
- Burası bana ait, ben ne dersem onu yapmalısın, yoksa su vermem demiş.
İşte başkanlık arzusu budur, hep benim dediğim olsun diye düşünür. İtaate, peki demeye, nefs şiddetle karşıdır.
İkinci engel, akıldır. Her şeye inanıp gemiye bindikten sonra (Bu yanlış) deniyor, çünkü akıl içeride duruyor. Bindiğimiz geminin kaptanına karşı, şuradan git, şöyle hareket et gibi, bir defa bile söz hakkımız yoktur. Sadece (Ne diyorsun) derlerse o zaman, varsa fikrimizi söyleriz.
Demek ki, dünyada en zor iş aklını ve nefsini bir tarafa koyarak peki demektir. Peki demek için, birincisi, iç düşman olan nefsinden ve aklından kurtulmalı. İkincisi, dış düşman olan şeytandan ve kötü arkadaştan uzak durmalıdır. Bütün bunları atlatacak ve ondan sonra da peki diyecek. Bu hâle kavuşmak çok zor, ama bir şeyin tamamı ele geçmezse, tamamı da terk edilmez. Ne kadarını yapabilirsem o kadar diyerek devam etmelidir.
Mevlana Celaleddin Rumi hazretleri, (Hocama kavuştum, aklımı bıraktım ve kurtuldum) buyuruyor. Eğer aklına uysaydı, Mevlana olamazdı. Onun için akıl, hocasını buluncaya kadardır. İmam-ı Rabbani hazretleri gibi, hakiki bir mürşid-i kâmile, yoksa bu büyüklerin kitaplarına kavuşana kadardır. Gemiye binenin akılla ne işi var, gidip bir kenarda oturur veya yatar. Aklı, nefsi karıştırmayıp, ihlasla teslim olursak, ana babanın çocuğunu şefkatle geçici dünya hayatına hazırlaması gibi, o büyükler de bizi asıl hayata, ebedi ahiret hayatına hazırlarlar. Allahü teâlâya, Peygamber efendimize, Cennete kavuştururlar. Buna vesile olan böyle mübarek zatın hakkı, hiç ödenebilir mi?