Ticaretin şartları ve esası

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Ticarette üç şart vardır: Kalite, fiyat ve tatlı dille güler yüz. Kalite ve insan önemli olduğu gibi, fiyat da önemlidir. Ticaretin durgunlaştığı bir dönemde, Abdurrahman bin Avf hazretleri günde bin deve satardı. Aldığı fiyata verir, yularları ona kâr kalırdı. Yuların değeri fazla olmasa da, miktarı çok olunca, satıldığında elde edilen kâr çok oluyordu.

Ticarette istif zararlıdır. Bir tüccar parayı biriktirirse, o tüccar silinir gider. Tüccar, parayı işleten insandır. Parayı döndürmeyen, parayı altına çeviren, parayı arsaya yatıran, ticaret yapamaz. Başka şeyler yapsa da, büyük tüccar olamaz.

Akan su, temiz, gıdalı sudur. Akan para, temiz, gıdalı paradır. Akan para, az kârla çok iş yapıp, parayı çok çevirmektir. Bazı çok büyük tüccarların başarılarının tek sebebi, parayı döndürmeleridir. Aldığını vadeli alırlar, sattığını cüz’i kârla peşin satarlar, ama çok satarlar. Çok satıp sürümden kazandığı gibi, hem stok maliyetinden, hem de enflasyonun zararından kurtulmuş olurlar, çünkü imalatta ham maddenin beklemesi, satıcıların elinde de ürünün beklemesi, her saat onun zararınadır.

Ahir zamanda, ticarete dayalı olmayan, gelir kaynakları sağlam olmayan hiçbir icraata girmemek lazım, çünkü zaman, macera zamanı değildir. Bir ülkede hukuk yoksa, orada yatırım yapılmaz.

İdarede faydalı olmak iki şarta bağlıdır, adalet ve merhamet. Sırf adaletle iş yaparsak, ahirette zelil oluruz. İşlenen suçlara hemen ceza verilseydi, dünyada bir şey kalmazdı. Adalet ve merhametten vazgeçmeyeceğiz, ama ilim, ahlak ve ihlâstan da vazgeçmemek gerekir. İtibarımızın, paramızdan kıymetli olduğunu unutmamalıyız.

Ticaretin esası şudur: Vermesini bilmeyen, almasını bilemez. Vermeden almak olmaz. Veren el, alan elden üstündür. İnsanları sevindirelim ki, Allahü teâlâ da bizi sevindirsin. İnsanları sıkıntıdan kurtaralım ki, Allahü teâlâ da bizi sıkıntıdan kurtarsın.

Müminleri, Allahü teâlânın kullarını sevindirelim, onlara elimizde olanlardan verelim. Allahü teâlâ da bizi sevindirir ve bize bol bol mükâfat verir.

Mümin, (Önce sen, sonra ben diyebilen yiğit kimse) demektir. Yani Müslüman, (Önce senin hakkın, sonra benim hakkım, önce senin menfaatin, sonra benim menfaatim gelir. Önce sen rahat et, mutlu ol, sonra ben, çünkü senin hakkın çok büyük. Allahü teâlâ, bana senin hakkından soru soracak) der. Önceliği hep din kardeşine verip, gerçek mümin olmaya çalışmalıyız.