Akıl her şeye yeter mi?

Reformcu diyor ki:
(Aklın yetersizlik iddiası, tasavvufçuların ve eski ulemanın bir uydurmasıdır. Akıl, Kur’anın ışığında her şeyi anlar. Din, tasavvufçuların ilhamlarıyla veya kerametleriyle anlaşılmaz. Bu sakat görüşler, aklın mucizesini ipotek altına alan bâtıl bir iddiadır. Aklın yolu birdir. Aklı insanın elinden alırsanız, zenginler fakirleri sömürür, onları kukla hâline getirir. Bu da zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olmasına, kapitalin hâkimiyetine sebep olur. Sosyal adalet kalmaz.)
CEVAP
Yazar kendisini sosyalizmden alamıyor. Her konuyu sosyalizm açısından açıklamaya çalışıyor. Her fırsatta servet düşmanlığı yapıyor. Bu ifadelerde üç büyük yanlış vardır: Akıl her şeye yeter deniyor, tasavvufa ve keramete saldırılıyor ve akla ipotek konduğu savunuluyor.

Şimdi bunları ayrı ayrı açıklayalım: Dinimizde Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas-ı fukaha olmak üzere dört delil var. Ehl-i sünnete göre akıl delil değildir. Akıl, sadece Şia ve Mutezile mezhebinde hüccettir. Yazarın Mutezile zihniyetinde olduğu her yönüyle belli olmaktadır.

Akıl, herkeste eşit değildir. En yüksek akıl ile en aşağı akıl arasında binlerce derece vardır. Akıl eşit olmayınca kimin aklı ölçü alınacak ki?

Her işte ve hele din işlerinde akla güvenilemez. Din işleri, akıl üzerine kurulamaz, çünkü akıl bir kararda kalmaz. Herkesin aklı, birbirine uymadığı gibi, selim olmayan aklın yanılması daha çok olur. En akıllı denilen kişi, uzman olduğu dünya işlerinde bile çok hata eder. Hele âhiret bilgilerinde, akla hiç güvenilmez.

İnsanların şekilleri, ahlakları ve ilimleri gibi, akılları da farklıdır. Birinin aklına uygun gelen bir şey, başkasının aklına uygun gelmeyebilir. O halde, Şia ve Mutezile’nin aksine, din işlerinde, akıl tek başına tam bir ölçü olamaz. Ancak selim akılla birlikte din, tam ve doğru bir vesika ve ölçü olur.

Selim olmayan akıl bir gerçeği kabul etmezse, bunun ne kıymeti vardır? Selim olan akıl, din hükümlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru olduğunu açıkça görür.

Mutezile’ye göre aklın yolu birdir. Akıl, herkeste eşittir. Akıl şaşmaz bir hüccettir. Akılla haram ve helal olan şeyleri de bilme mecburiyeti vardır. Hâlbuki haram, helal, ancak nakille anlaşılır.

Bid’at ehli, (Aklın ve dinin yolu birdir. Dört mezhebi bire indirmeli! Akla ve dine uygun olanlarını toplayıp bir mezhep hâline getirmeli) diyor. Hâlbuki Peygamber efendimiz farklı ictihadların rahmet olduğunu bildirmiştir. Her ne kadar akıl, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvetse de, her işte ölçü olmaz. Allahü teâlâya ait bilgilerde akıl senet olmaz. Akıl, kendi başına dinin emir ve yasaklarını bilseydi, Peygamberlere, âlimlere lüzum kalmazdı.

Nakil yoluyla anlaşılan, Peygamberlerin bildirdikleri şeyleri akılla araştırmaya uğraşmak, düz yolda güç giden yüklü bir arabayı, yokuşa çıkarmak için zorlamaya benzer. Yokuşa doğru at kamçılanırsa, çabalayarak, ya yıkılıp canı çıkar veya alıştığı düz yola kavuşmak için sağa sola ve geriye kıvrılarak arabayı yıkar ve eşyalar harap olur. Akıl da, anlayamadığı ahiret bilgilerini çözmeye zorlanırsa, insan ya aklını kaçırır veya bunları alışmış olduğu, dünya işlerine benzetmeye kalkışarak yanılır, aldanır ve herkesi aldatmaya çalışır.

Akıl, hisle anlaşılabilen veya hissedilenlere benzeyen ve onlara bağlılıkları bulunan şeyleri birbirleriyle ölçerek, iyilerini kötülerinden ayırmaya yarayan bir ölçü aletidir. Böyle şeylere bağlılıkları olmayan varlıklara akıl erdiremeyeceğinden, şaşırıp kalır. (Dinin emirlerini akıl süzgecinden geçirmeli) diyen bid’at ehli, aklı, nakilden üstün tutmaya çalışmaktadır. O halde, Peygamberlerin bildirdikleri şeylere, akla uyup uymadığına bakmadan inanmak gerekir.

Peygamberlerin, aklın üstünde bulunan sözlerini, akıl süzgecinden geçirmeye çalışmak, çok yanlıştır. Engin denizde, acemi kaptanın pusulasız yol almasına benzer.

Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akılla doğru olarak bilinebilselerdi, binlerce Peygamberin gönderilmesine lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri bulurdu. Allahü teâlâ, hâşâ Peygamberleri boş ve lüzumsuz yere göndermiş olurdu. Hiçbir akıl, ahiret bilgilerini bulamayacağı, çözemeyeceği içindir ki, Allahü teâlâ her asırda dünyanın her yerine Peygamber göndermiş ve en son, kıyamete kadar değiştirmemek üzere, bütün dünyaya Peygamber olarak Muhammed aleyhisselamı göndermiştir.

Her Peygamber, akılla bulunacak dünya işlerine dokunmayıp, yalnız bunları araştırmak, bulup faydalanmak için çalışmayı emretmiş, Allahü teâlânın beğendiği ve beğenmediği şeyleri açık olarak bildirmiştir.

Aklın anlayamadığı veya yanlış anladığı çok şey vardır ki, bunları Peygamberler bildirir. Peygamberler, uzman birer doktor gibidir. İlaçların tesirlerini iyi bilirler. İnsanlar, doktora az bir şey vermekle ilaçların faydalarına kavuşur, hastalıktan kurtulurlar. Peygambere lüzum yoktur demek, doktora lüzum yok demekten daha yanlıştır. Peygamberin bildirdiği hükümler, Allahü teâlâdan vahiy olduğu için, hepsi doğrudur, faydalıdır. Doktorun bilgileri, düşünce ve tecrübeyle olduğu için, hepsinin doğru olduğu da söylenilemez.

Akıl, göz gibidir, İslamiyet bilgileri de ışık gibidir. Gözümüz, maddeleri, cisimleri karanlıkta göremez. Allahü teâlâ, görme aletimizden faydalanmamız için güneşi, ışığı yaratmıştır. Güneşin ve çeşitli ışık kaynaklarının nuru olmasaydı gözümüz işe yaramazdı. Tehlikeli cisimlerden, zararlı yerlerden kaçamaz, faydalı şeyleri bulamazdık. Evet, gözünü açmayan veya gözü bozuk olan, güneşten faydalanamaz, fakat bunların güneşe kabahat bulmaya hakları olmaz.

Selim olmayan akılların, yanıldıkları için bir hakikati kabul etmemelerinin, uygun bulmamalarının, bir kıymeti yoktur. Selim olan akıllar, yani Peygamberlerin akılları, din hükümlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru olduklarını açıkça görür. İslamiyet’in her hükmü, bu akıllar için, pek meydanda, aşikâr ve apaçıktır.

(Akıl, her şeyi anlayamaz, hele âhiret bilgilerini hiç anlayamaz) demek, akla ipotek koymak mıdır? Işık olmadan göz göremez demek, göze ipotek koymaktır denebilir mi? Nakil olmadan, dinin emir ve yasaklarını sırf aklıyla kim anlatabilir ki?

Yazar, (Akla ipotek konunca fakirin aklı elinden alınıyor) diyor. Fakirin aklı alınıyor da zengininki niye alınmıyor? Bu ipotekten niye fakir etkileniyor da, zengin hiç etkilenmiyor, üstelik servetini artırabiliyor? Mısırlı sosyalist yazarlar gibi, her fırsatta servet düşmanlığı yapılıyor.

Bir de yazar, cahil halk ağzıyla, (Aklın mucizesi) tâbirini kullanıyor. Mucize, sadece Peygamberlerde görülen harika hallere denir. Bu, evliyada olursa keramet denir. Deyimler yerli yerinde kullanılmazsa, din anarşisi çıkar.