Bizim için delil ne demektir?

Sual: (Delilini bilmeden bir âlime, bir mezhebe tâbi olmak caiz değildir, haramdır, batıldır) diyorlar. Cahil bir kimse, delilden ne anlar ki?
CEVAP
M. Hadimi hazretleri buyuruyor ki:
Dindeki dört delil, müctehidler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür; çünkü bizler, âyet ve hadisten hüküm çıkaramayız. Mezhebin bir hükmü, âyete, hadise uymuyor gibi görünse de yanlış değildir; çünkü ayet ve hadis ictihad isteyebilir, başka bir ayet veya hadisle değişmiş olabilir veya bilmediğimiz bir tevili vardır. (Berika s. 94)

Resulullahın getirdiklerinin hepsine, hikmetlerini, delillerini anlamasak bile, iman ve tasdik etmemiz gerektiği gibi, mezhep imamlarımızdan gelen bilgilere de, delillerini anlamasak bile, iman ve tasdik etmemiz gerekir.

Tabiin, Eshab-ı kiramı taklit ederler, delillerini hiç sormazlardı. Bilmeyenin bilenden sorması dinin emridir. Bir âyet meali:
(Bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.) [Nahl 43].

Seferde birinin başına bir taş isabet etti ve başını yaralayıp kemiğini kırdı. Uyurken de ihtilam oldu. Arkadaşlarına, (Teyemmüm edebilir miyim?) diye sordu. Onlar da, (Hayır, su varken teyemmüm olmaz) dediler. O da gusledince öldü. Durumu Resulullaha anlattıklarında buyurdu ki:
(Bilmiyorlarsa sorsaydılar ya; cahilliğin ilâcı sormaktır, ona teyemmüm etmek kâfi gelirdi. Yarasına da bir bez parçası koyar, üzerine mesheder ve vücudunun öteki kısımlarını da yıkardı.) [Ebu Davud]

Bu hadis-i şerif de, yukarıda bildirilen âyet-i kerime de, bilenlere sorulmasını, onlara tâbi olunmasını emrediyor. Bir âyet meali de şöyledir:
(Bunun hükmünü peygambere ve ülül-emre sorsalardı, öğrenirlerdi.) [Nisa 83]
Âyet-i kerimede geçen ülül-emrin âlim demek olduğu tefsirlerde yazılıdır.

Üç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Ülül-emr, fıkıh âlimleridir.) [Darimi]

(Âlimlere tâbi olun!) [Deylemi]

(Bilmediklerinizi salih âlimlerden sorup öğrenin!) [Taberani]

Sual: Biz Hanefiyiz, Hanefi’de hadise aykırı bir hüküm görürsek ne yapmalıyız?
CEVAP
Kitaplarda diyor ki:
Hadise aykırı bir hüküm varsa hadisle amel edilir. Ancak bu söz nazari olarak böyledir. Mezhep imamları hadis-i şerife aykırı olarak söz söylemezler. Onlar âlimdir. Kafadan rastgele konuşmazlar.
Mesela hadis-i şerifte, (Fatihasız namaz olmaz) buyuruluyor. Halbuki görünüşte Hanefi mezhebinin âlimleri bu hadis-i şerife aykırı olarak imam arkasında fatiha okumayı yasaklıyorlar. Tahrimen mekruhtur, harama yakındır diyorlar. Şimdi biz hadisle amel edeceğiz diye imam-ı a’zamın ictihadını kabul etmeyecek miyiz? O zaman mezhepsiz oluruz.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Namazda kıraat farzdır ve hadis-i şerifte (Fatihasız namaz olmaz) buyuruluyor. Neden Hanefilerin, hakiki kıraati [cemaatin hepsinin okumasını] bırakıp, kıraati hükmiye [İmamın okuyup, cemaatin susmasına] karar vermelerinin sebebini tam anlayamadım.

İmam arkasında sükut etmeye dair açık bir delil bulamadım. Buna rağmen, mezhebime uyarak imam arkasında Fatiha okumadım. Çünkü, delili zayıf diye, mezhebimin hükmü ile amel etmemenin ilhad olduğunu biliyordum. Mezhepsiz olmamak için Hanefi mezhebinin hükmüne uyarak imam arkasında Fatiha okumadım. Nihayet Allahü teâlâ, mezhebe uymanın bereketi ile, Hanefi mezhebinde imama uyan cemaatin kıraati terk etmelerindeki hakikati izhar eyledi. İmam, sanki cemaatin dilinden okuyor. Bu şuna benzer: Bir köy halkı, köyün ortak bir meselesi için, köylünün tamamı kaymakama gitmez. Birkaç kişilik bir heyet seçerler. Bu heyetin hep bir ağızdan meseleyi anlatmaları da doğru olmaz. İçlerinden birini, temsilci seçerler. Temsilci, istekler aynı olduğu için, hepsinin dili ile ihtiyaçlarını arz eder. Kendilerine temsilci kabul ettikleri bu kimse, onların adına konuşur. Seçilen bu temsilcinin hepsinin adına ihtiyaçlarını arz etmesi şeklinde olan, cemaatin hükmi konuşması, onların hakiki konuşmalarından daha iyidir. İmam ile cemaatin hâli de böyledir. (Mebde ve Mead f.30)

İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Mezhebin hükmüne aykırı olan hadis-i şeriflerle amel etmek, bize caiz olmaz. Mezhebimizin hükmüne aykırı gibi görülen hadis-i şerifler, âlimlerin sözlerini reddetmek için delil ve senet olamaz. Bir Hanefinin, imam arkasında Fatiha okuması mezhepten çıkmaktır, ilhad'dır. (Mektubat m.312, Mebde ve Mead 31)

Dört mezhepten birine uymayan Ehl-i sünnetten ayrılır, sapık veya kâfir olur. (Tahtavi)

Kifaye kitabında buyuruldu ki:
(Müctehid olmayan din adamı, okuduğu hadisten kendi anladığına uyarak amel edemez. Müctehidlerin âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden anlayarak, verdikleri fetva ile amel etmesi gerekir. Takrir kitabında da böyle yazılıdır.)

Müslümanlar güzel görse
Sual:
(Müslümanların güzel gördüğünü Allah da görür) hadisine göre, Müslümanların çoğunluğu çalgılı ilahileri dinliyorsa, erkekler başı açık olarak namaz kılıyorsa, ezanlar bir merkezden okunuyorsa, bana göre hiç mahzuru olmaz. Yarın bir tek merkezi imamla bütün Türkiye cemaatle namaz kılsa, herkes kılacağı için Allah da bunu güzel görmez mi?
CEVAP
Allahü teâlâ, bid’ati, haramı güzel görmez. Bana göre, sana göre ile din olmaz. Yüzde yüz herkes günah işlese, Allah haramı güzel görmez. İslam âlimleri, bu hadis-i şerifi, (Sıradan Müslümanların değil, müctehid Müslümanların güzel gördüğünü Allah güzel görür) şeklinde açıklamışlardır. Bizim gibi Müslümanların bir şeyi güzel veya çirkin görmesi, dinde ölçü olmaz. Şimdi çok kimse, kadınların başlarının açık olmasını güzel görüyor. Onlar güzel gördüğü için, Allah da güzel görmez. Çalgı çalmayı çok kimse güzel görüyor, onların güzel görmesi dinde ölçü olmaz. (Günahı herkes işlediği için, çoğunluğun işlediğini Allah güzel görür) diyerek herkese uyup günah işlenmez. Allahü teâlâ, insanların çoğuna uyanın sapıtacağını bildiriyor. (Enam 116)

Kuru kalabalıkların koştuğu yöne gidilmez. Onların yollarında sapıklık olur. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği doğru yolda yürümelidir.

Dine uymakta ölçümüz ne olmalı?
Sual: (Yalnız Kur’an) diyenler, (Ben hadislere, mezheplere ve âlimlere inanmam. Sadece Kur’anı esas alırım) diyorlar. Evet, Kur’an-ı kerim ölçüdür, ama kimin anladığı ölçü olacak? Kur’anın mânâsı, Vehhâbî’ye, Şiî’ye, Mutezile’ye, Ondokuzcuya, (Yalnız Kur’an) diyene göre değişiyor. Hangisinin anladığını esas alacağız? Bazı sapıklar da, (Ben mezhebe, ilmihâle göre değil, hadislere göre söylüyorum) diyorlar. Hadisleri de farklı anlayanlar çıkıyor. Burada ölçümüz ne olmalıdır?
CEVAP
Ölçümüz, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleridir. Muhammed Hâdimî hazretleri buyuruyor ki:
Dindeki dört delil, müctehid âlimler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Çünkü biz, âyetten ve hadisten hüküm çıkaramayız. Bunun için, mezhebimizin bir hükmü, Nass’a uymuyor gibi görünse de, mezhebimizin hükmüne uyarız. Çünkü Nass; ictihad isteyebilir, tevil edilmesi gerekebilir, nesh edilmiş olabilir. Bunları da ancak müctehid âlimler anlar. Bunun için tefsir ve hadis değil, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumamız lazımdır. (Berîka)

Biz, âyetten de, hadisten de kendi anladığımızla amel edemeyiz. Çünkü din kitaplarımızda buyuruluyor ki:
Kifâye kitabında, (Müctehid olmayan din adamı, bir hadis işitince, bu hadisten kendi anladığına uyarak amel edemez. Hadis tevil gerektirebilir veya nesh edilmiş olabilir. Müctehidlerin fetvalarıyla amel etmesi lazımdır. Böyle yapmazsa, vacibi [yani farzı] terk etmiş olur) deniyor. Takrir kitabında da böyle yazılıdır. (Tuhfe – İslam Ahlakı)

İman ve ibadet esaslarının delilini bilmek
Sual: Her Müslümanın, İslâmiyetin bildirdiği iman ve ibadet esaslarının delillerini, araştırarak bilmesi ve böylece inanması mı gerekir?
Cevap:
Konu ile alakalı olarak İmam-ı Muhammed Gazâlî hazretleri Kimyâ-i se'âdet kitabında buyuruyor ki:
“Müslüman olan bir kimseye, ilk önce Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah kelimesinin manasını bilmek ve inanmak farzdır. Bu kelimeye Kelime-i tevhid denir. Her Müslümanın, kelime-i tevhidin manasına hiç şüphe etmeden, yalnız inanması yetişir. Bunları, delil ile ispat etmesi ve akla uydurması farz değildir. Resûlullah efendimiz, Araplara, delil ile bilmelerini ve bu delilleri de söylemelerini, şüphelerini araştırıp, bunların çözülmesini emir buyurmadı. Yalnız inanmalarını, şüphe etmemelerini emir eyledi. Herkesin böyle kısaca iman etmesi yetişir. Fakat, her şehirde birkaç din aliminin bulunması farz-ı kifâyedir. Bunların, delilleri bilmesi, şüpheleri gidermesi, sualleri çözmeleri vaciptir. Bunlar, müminlerin çobanı gibidir. Bir taraftan, onlara itikat, yani iman bilgisi öğretir. İtikatlarını korur. Bir taraftan da din düşmanlarının iftiralarına cevap verirler.

Kelime-i tevhidin manasını, Kur'ân-ı kerim bildirmekte, Resûlullah efendimiz de bu bildirilenleri açıklamaktadır. Eshâb-ı kiramın hepsi, bu açıklamaları öğrendi ve kendilerinden sonra gelenlere bildirdiler. Eshâb-ı kiramın bildirdiklerini hiç değiştirmeden, olduğu gibi, kitaplara geçirerek bizlere ulaştıran yüksek din alimlerine Ehl-i sünnet âlimi denir. Herkesin, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmesi, bu inançta birleşmeleri lazımdır. Saadetin tohumu, bu itikattır ve bu itikatta birleşmektir.”