Kıyas ve ictihad ne demektir?

Sual: Âyet ve hadis varken ictihad yapılamayacağına göre, imam-ı a’zam niçin kıyas yaptı?
CEVAP
Önce kıyas ve ictihadın tarifini yapalım:

Kıyas; Bir şeyi başka şeye benzetmek demektir. Fıkıhta, nasstan anlaşılmayan bir şeyin hükmünü, bu şeye benzeyen başka şeyin hükmünden anlamak demektir. Haşr suresinin, (Ey ilim sahipleri itibâr edin) manasındaki 2. âyet-i kerimesi, (Bilmediklerinizi, bildiklerinize kıyas edin) demektir. İtibâr, benzetmek demektir. (Menâr şerhi)

İctihad
; Âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden, manaları açıkça anlaşılmayanları, açıkça bildirilen diğer hükümlere kıyas ederek, benzeterek, bunlardan çıkarılan yeni hükümlere ictihad denir. Kıyas, yani ictihad yapabilecek derin âlimlere “Müctehid” denir. Bu benzetme işine “İctihad” denir. Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin “Mezheb”i denir. İctihad, gücü, kuvveti yettiği kadar, zahmet çekerek, uğraşarak çalışmak demektir. İctihadda yanılmak da günah değildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Âlim, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.) [Buhari]

Nahl suresinin, (Bizden indirileni insanlara açıklaman için) mealindeki 44. âyet-i kerimesi ile Nisa suresinin, (Allah’ın kitabına ve Resulün hadislerine müracaat edin) mealindeki 59. âyet-i kerimesi ictihad etmeyi bildiriyor. Allahü teâlâ, müctehidin hükmünü kabul ediyor. Bir müctehide, kesin olarak hata etti diyen, hüküm olarak onu kabul eden Allah’a hata isnat etmiş gibi olur. İmam-ı a’zam hazretlerinin her sözü, her işi, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler ile idi. Bir kimse, dört mezhep imamının sözlerini, kıskanmadan ve inat etmeden, insaf ile incelerse, her birinin, gökteki yıldızlar gibi olduklarını görür.

İmam-ı a’zam hazretleri buyurdu ki:
(Nass [yani âyet, hadis] olan yerde kıyas yapılmaz. Biz, zaruret olmadıkça kıyas yapmayız. Bir sual karşısında kalınca, önce Kur'an-ı kerimde ararız. Bulamazsak, hadis-i şeriflerde ararız. Yine bulamazsak, Eshab-ı kiramın herhangi birinin sözlerinde ararız. Bu sualin cevabını bunlarda da bulamazsak, kıyas yaparak cevabını buluruz.)

Bir kere de buyurdu ki:
(Bir sualin cevabını, âyette ve hadis-i şeriflerde bulamazsak, Eshab-ı kiramın çeşitli cevaplarını bulursak, kıyas yaparak, bu cevaplardan birini seçeriz.)

Bir kere de buyurdu ki:
(Âyette ve hadislerde bulamadığımız bilgilerde, dört halifenin "radıyallahü anhüm" cevaplarını seçeriz. Resulullahtan gelen hadis-i şeriflerin başımız üstünde yeri vardır. Onlara uymayan bir şey söylemeyiz.)

İmam-ı a’zam hazretleri, hiçbir yerde bulamadığı bir bilgi için, kendi kıyas ettikten sonra, bir sahabinin sözünü işitirse, kendi re’yini bırakıp, o söze uygun cevap verirdi. Ebu Muti’ hazretleri diyor ki: Bir Cuma sabahı Ebu Hanife ile birlikte Kufe Camiinde idim. Süfyan-ı Sevri ve Mukâtil ve Hammâd bin Müslim ve daha başkaları içeri girip, Ebu Hanife’ye, (Senin, din işlerinde kıyasla cevap verdiğini işittik. Senin için korktuk) dediler. İmam-ı a’zam, onlarla yaptığı münazarada, Kur’an-ı kerimden, sonra hadis-i şeriflerden, daha sonra Eshab-ı kiramın ittifakla bildirdiklerinden cevap verdiğini anlattı. Hepsi kalkıp, “Sen âlimlerin seyyidisin, bizi affet, bilmeden seni üzdük” dediler. O da, “Allahü teâlâ, bizi ve sizi affeylesin” dedi.

Hanefi mezhebindeki bütün müctehidler de, diğer mezhep reisleri ve mezhepteki müctehidler gibi, zaruret olmadıkça, kıyas yapmamıştır. Nass olan yerde kıyas yapılmaz buyururlardı. İmam-ı a’zamın ictihadına itiraz eden, onun mezhebinin inceliğini anlayamayan veya sapık olandır.

Taceddin-i Sübki hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberlerin vârisi olan mezhep imamlarına karşı edepli olmalıdır. Din imamlarına dil uzatan, felakete gider. Onların her sözü bir delile dayanır. Onlar gibi olmayanlar, bu delilleri anlayamaz. Müctehidlerin ayrılıkları, Eshab-ı kiram arasındaki ayrılıklar gibidir. Resulullah efendimiz ayrılıkları için Eshab-ı kirama dil uzatmayı yasak etti. Hepsini iyilikle anmayı emretti. (Mizan-ül-kübra)

İmam-ı Rabbani hazretleri, (İctihad ve kıyas bid'at değildir. Nassların manasını ortaya koyarlar. Bu manalara başka bir şey eklemezler) buyuruyor. (c.1, m.186)

İmam-ı a’zam ve kıyas
Sual:
İmam-ı azamın hadislere önem vermeyip kıyas yaptığı söyleniyor. Bu doğru olabilir mi?
CEVAP
Asla doğru değildir. İmam-ı a’zam hazretleri, (Mezhebim, hadis-i şeriflere yapışmaktır) buyururdu. İmam-ı Şafii, imam-ı a’zamın ictihadının inceliğinden, az bir şey anlayabildiği içindir ki, “Bütün müctehidler, imam-ı a’zam Ebu Hanife’nin çocukları gibidir. Fıkıh âlimi olmak isteyen, Ebu Hanife’nin kitaplarını okusun” demiştir. (Sîret-i Şâmî)

Evliyanın büyüğü, tasavvuf deryasının dalgıcı Muhammed Bahâeddin-i Buhari hazretlerinin yetiştirdiği evliyanın büyüklerinden olan hâce Muhammed Parisa hazretleri buyuruyor ki: İsa aleyhisselam gökten indiği zaman, ictihad edecek, ictihadı imam-ı a’zam Ebu Hanife mezhebine uygun gelecektir. Onun helal dediğine helal, haram dediğine haram diyecektir. (Fusul-i sitte)

İlmi bir münazarası şöyledir:
Hazret-i Ali'nin torunu, Muhammed bin Hasan hazretleri, imam-ı azam hazretlerine gelip dedi ki:
- Ceddimin hadis-i şeriflerine kıyas ile muhalefet ettiğinizi duydum. Onun için geldim.
- Bundan Allahü teâlâya sığınırım.

Sonra
Hazret-i İmam dizleri üzerine oturup edeple sordu :
- Efendim, erkek mi zayıftır, kadın mı?
- Kadın, daha zayıf yaratılışlıdır.

- Dinimize göre kadının hissesi ne kadardır?
- Erkeğin yarısı kadardır.

- Bakın, eğer kıyas ile söyleseydim, bu hükmün tersini söylerdim. Kadın zayıf olduğu için ona iki, erkeğe bir hisse verilmeli derdim. Sizin söylediğiniz gibi bildirdiğime göre, bu durum, hadis-i şeriflere sıkı sıkıya bağlı olduğumu göstermez mi?
- Evet hadis-i şerife aykırılık yok.

Hazret-i İmam tekrar sordu:
- Namaz mı efdaldir, oruç mu?
- Elbette namaz efdaldir.

- Eğer kıyas ederek söyleseydim, hayzlı kadına ramazan orucunu değil, namazını kaza etmesini bildirirdim. Bu da hadis-i şeriflere bağlılığımı göstermez mi?
- Evet bunda da hadis-i şeriflere aykırılık yok.

- Size bir soru daha sorayım. İdrar mı necistir, meni mi?
- Elbette idrar necistir.

- Eğer kıyas ederek söyleseydim, meni çıkınca değil, idrar çıkınca gusletmeyi söylerdim. Hadis-i şerife aykırı şey söylemekten Allahü teâlâya sığınırım. Ben Peygamber aleyhisselamın sözlerine kıymet veriyorum, onları açıklıyorum, başka bir şey yapmıyorum.

Bu konuşma üzerine Muhammed bin Hasan hazretleri, imam-ı a'zam Ebu Hanife'nin kendisine yanlış tanıtıldığını anlayarak kalkıp onun alnından öptü. Bu olayda gösteriyor ki, âlimi ancak âlim anlar.

Sual: Resulullahtan sonra Eshab-ı kiram, hakkında âyet ve hadis olmayan bir iş ile karşılaştıklarında nasıl hareket ederlerdi?
CEVAP
Resulullah efendimiz hayatta iken, vahiy geliyor ve ümmete tebliğ olunuyordu. Ondan sonra vahiy kesildi. Fakat, Kur'an-ı kerim nice Eshabın ezberinde idi. Kur'an-ı kerimde açık bildirilmeyen şeyler de, sünnet-i seniyye ile, yani Resulullah ne demiş ve ne yapmış ise, yahut bir kimseyi bir iş yaparken görüp de men etmemiş ise, öyle yapılır oldu. Fakat, sünnet-i seniyye ve hadis-i şerifler de, bütün Eshabın ezberinde değildi. Çünkü, bir kısmı pazar yerlerinde alışveriş ile, kimi hurmalıklarda, çiftçilikle uğraşır, sohbete her zaman gelemezlerdi. Bunun için, Resulullahın öğrettiklerini işitenler, işitmeyenlere bildirirlerdi. İşitmedikleri hadis-i şerifleri, birbirlerinden sorup öğrenirlerdi.

Eshab-ı kiram, önlerine çıkan bir işin nasıl yapılacağını sünnet-i seniyyede de bulamazlarsa, rey ve kıyas ederek, yani bilinenlere benzeterek, o işi yaparlardı. Böylece, ictihad kapısı açıldı. Eshab-ı kiramın veya başka müctehidlerin, bir iş üzerindeki ictihadları birleşirse, şüphe kalmaz. İctihadların, böyle birbirine uygun olmasına İcma-ı ümmet denildi. İctihad yapabilmek için, derin âlim olmak gerekir. Böyle âlimlere Müctehid denir. Bir iş üzerinde, müctehidlerin ictihadları birbirine uymazsa, her müctehidin kendi ictihadına göre söylemesi ve yapması vaciptir. (Kısas-ı Enbiya)

Kıyas ve dindeki dört delil

Selefi görüşlü kimseler, kıyas yaparak ictihad etmenin caiz olmadığını bildirerek, kıyas yapan imam-ı a'zam, imam-ı Şafii gibi mezhep sahibi büyük müctehid âlimlere dil uzatıyorlar.

Edille-i şeriyye [din bilgilerinde, müctehid imamlara delil] dörttür: Bunlar, Kur'an-ı kerim, Sünnet [hadis-i şerifler], İcma-ı ümmet ve Kıyas-ı fukaha’dır. Sünnet, icma ve kıyas, Kur'an-ı kerimde bulunmayan şeyleri eklemek değildir. Bunlar, Kur'an-ı kerimin içinde kapalı olarak bulunan bilgileri meydana çıkarmaktadır. Müctehid, bir işin nasıl yapılacağını, Kur'an-ı kerimde açık olarak bulamazsa, hadis-i şeriflere bakar. Bunlarda da açıkça bulamazsa, bu iş için, İcma var ise, öyle yapılmasını bildirir. İcma sözbirliği demektir. Yani, bu işi eshab-ı kiramın hepsinin aynı suretle yapması veya söylemesi demektir. Eshab-ı kiramdan sonra gelen tabiinin de icmaı delildir, senettir. Günümüzdeki dinde reformcuların ve din cahillerinin ittifak ettikleri sözlere, icma denmez.

Kıyası inkâr sapıklıktır
Kıyas, bir şeyi başka şeye benzetmek demektir. Fıkıhta, nasstan anlaşılamayan bir şeyin hükmünü, bu şeye benzeyen başka şeyin hükmünden anlamak demektir. Kıyas, Kur'an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin, derin, örtülü manalarını meydana çıkarmaktır. Eshab-ı kiram da kıyas yapar, onların da ayrı mezhepleri var idi. Beydavi tefsirinde kıyas ve icmaın, Al-i İmran suresinin 108. âyetinde emredildiği yazılıdır. İbni Âbidin hazretleri, (Kıyas ile anlaşılan bilgileri kabul etmeyen, doğru yoldan saparak bid'at ehli olur, muhakkak Cehenneme girer) buyuruyor. Kıyasın delil olduğu aklen ve naklen sabittir. (Fatebiru) âyet-i kerimesi, (Bilmediklerinizi, bildiklerinize kıyas edin) demektir. (Menar şerhi)
[Bu âyet-i kerimenin, kıyasın caiz ve gerektiğini bildirdiği Beydavi tefsirinde yazılıdır.]

Araf suresinin, (Allahü teâlâ, rüzgarı, rahmeti olan yağmurdan önce, müjdeci gönderir. Rüzgarlar, ağır olan bulutları sürükler. Bulutlardan ölü olan toprağa su yağdırır, o yağmurla yerden meyveler çıkarırız. Ölüleri de mezarlarından böyle çıkaracağız) mealindeki 57. âyet-i kerimesi de kıyasın hak olduğunu ispat etmektedir. Bu âyette, ihtilaflı olan bir şeyi, sözbirliği ile anlaşılmış olana benzetmek bildirilmektedir. Çünkü, Allahü teâlânın yağmur yağdırdığını ve yerden ot çıkardığını, hepsi biliyordu. Öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu, yeryüzünün kuruduktan sonra tekrar yeşillenmesine benzeterek ispat etmektedir.

[Kıyası inkâr nasıl olur?
İmam-ı a’zamın kıyası hak değil demek, kıyası inkâr etmek demektir. Kıyas dinimizde bir delildir. Bu delili inkâr etmek olur. Kıyas hakkında Kur'anda ve hadiste deliller vardır. Bu delilleri inkâr etmek küfür olur demektir. Yoksa imam-ı a’zamın kıyasla bulduğu bir hükmü inkâr eden ne kâfir olur, ne de fâsık olur. Mesela imam-ı a’zam kıyasla imam arkasında fatiha okunmaz diyor, okumak harama yakındır diyor. İmam-ı Şafii farz diyor. Biz hanefi olarak, imam-ı Şafii’ye hayır farz değil desek küfür olmaz. İctihada yanlış demek ayrı kitap, sünnet, icma ve kıyas dinde delil değildir demek ayrıdır. Yalnız Kur'an diyenler diğer üç delili inkâr ettikleri için kâfir oluyorlar.]

İctihad, gücü, kuvveti yettiği kadar, zahmet çekerek, uğraşarak çalışmak demektir. İctihaddan maksat, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden, manaları açıkça anlaşılmayanları, açıkça bildiren diğer ahkâm-ı şeriyyeye kıyas ederek, benzeterek, bunlardan yeni hükümler çıkarmaya uğraşmak, çalışmaktır. Mesela ana-babaya itaati emreden âyet-i kerimede, (Onlara, öf sıkıldım demeyin) buyuruluyor. Dövmekten, sövmekten bahis buyurulmamıştır. Âyet-i kerimede, yalnız bunların en hafifi olan öf kelimesi açıkça bildirildiğine göre, müctehidler, dövmenin, sövmenin ve hakaret etmenin elbette haram olacağını ictihad etmişlerdir.

İctihadı emreden âyetler
İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
(İctihadı emreden âyet-i kerime çoktur. Nahl suresinin, (Bizden indirileni insanlara açıklaman için) mealindeki 44. ve Nisa suresinin (Allah’ın kitabına ve Resulün hadislerine müracaat edin) mealindeki 59. âyeti ictihadı emrediyor.) [Mizan-ül kübra]

Şu âyet-i kerime de, birbirine benzemeyen olayların, hükmünün de farklı olduğunu bildirmektedir: (Yoksa, kötülük işleyenler, hayatlarında ve ölümlerinde, iman edip salih amel işleyenlerle kendilerini bir tutacağımızı mı sanıyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar.) [Casiye 21]

İmam-ı Razi, kıyasın delil olduğunu ve mukallidin, âlimleri taklit etmesinin vacip olduğunu, (Ülül-emre itaat edin) mealindeki âyet-i kerimeden çıkarmıştır. Mutlak müctehid olmayan âlimlerin de, mukallid olduklarını, usul âlimleri sözbirliği ile bildirdiler. Müctehidlerin sözbirliği ile bildirdiklerinden ayrılmak haramdır. Bu husus, Nisa suresinin 114. âyetinden anlaşılmaktadır. (Eşedd-ül-cihad)

İmam-ı Müzeni, (Asr-ı saadetten beri fakihler kıyası kullanmışlardır. Kıyası inkâr caiz olmaz) diyor. Kıyasın, şer’i bir delil olduğu hakkında, Eshab-ı kiramın ittifakı vardır. Hazret-i Ebu Bekir, miras konusunda, ölenin babası yoksa, babanın babasını, baba hükmünde saymıştır. (Usul-i fıkıh)

Eshab-ı kiram, Hazret-i Ebu Bekir’e, biat ederken; namaz imamlığı ile devlet başkanlığını kıyas ederek, (Resulullah, Onu din işimizde imam tayin etti, biz de onu, dünya işimizde imam tanırız) diyerek ictihadda bulunmuşlardır. (Usul-i Serahsi)

İmam-ı Rabbani hazretleri, (İctihad ve kıyas bid'at değildir. Nassların manasını ortaya koyarlar. Bu manalara başka bir şey eklemezler) buyuruyor. (1/186)

İctihad delildir
Sual:
İctihadın dinde delil olduğuna dair bir hadis var mıdır?
CEVAP
Delil olmasa müctehidler hiç ictihad eder miydi? Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
Resulullah efendimiz, Muaz bin Cebeli Yemen’e vali olarak gönderirken buyurdu ki:
- Orada ne ile hüküm edeceksin?
- Allah’ın kitabı ile...
- Allah’ın kitabında bulamazsan?
- Allah’ın Resulünün sünneti ile…
- Resulullahın sünnetinde de bulamazsan?
- İctihad ederek, anladığımla hüküm veririm.
Resulullah efendimiz, mübarek elini Muaz’ın göğsüne koyup, (Elhamdülillah, Allahü teâlâ, Resulünün elçisini, Resulullahın rızasına uygun eyledi) buyurdu. (Tirmizi, Ebu Davud, Darimi)

İstihsan nedir?
Sual:
İbni Hazm, kıyasın, istihsanın ve taklidin câiz olmadığını bildiriyor. İstihsan nedir?
CEVAP
İbni Hazm’ın kendisi de sözü de senet değildir. Selef-i salihini beğenmeyip hak yoldan ayrılarak Zahiriye fırkasına girmiş felsefeci bir âlimdir. (Keşf-üz-zünun)

İstihsan, birçok müctehid tarafından dinde delil kabul edilmiştir. İstihsan, müctehidin daha kuvvetli gördüğü bir husustan dolayı, bir meselede benzerlerinin hükmünden başka bir hükmü vermesidir. Tâli olarak örf ve âdet de delil olarak kabul edilmiştir.

Hanefi müctehidleri gibi İmam Mâlik de, "İstihsan ilmin onda dokuzudur" diyerek istihsanı övmüştür. İmam Şafiî, istihsanı bir delil saymamıştır. Bazı kimseler, “Niye İmam-ı Şafii, istihsanı delil kabul etmemiştir” diyorlar. Doğru cevabı, müctehid olduğu içindir. Müctehid, kendi ictihadı ile hareket etmek zorundadır. Hanefi müctehidleri, İmam-ı Şafii’ye istihsan delildir sen de kabul et diyemeyecekleri gibi, İmam-ı Şafii de, istihsan delil değildir, siz de kabul etmeyin diyemez. Çünkü ictihad ictihadla nakzedilmez. Yani bir müctehidin ictihadı ile başka müctehidin ictihadı bâtıl sayılamaz.

Kıyas da ilimle olur
Sual:
Aklımız olduğuna göre, biz de dinde kıyas yapabilir miyiz? Mesela, (Miras haktır, bir babanın iyi veya kötü, Müslüman veya kâfir, her çocuğu eşit hakka sahiptir) diye kıyas yapmak uygun olmaz mı?
CEVAP
Evet, çok yanlış olur. Sırf akılla, benzetmeyle kıyas olmaz. Kıyas yapabilmek için müctehid olmak lazımdır. Günümüzde de müctehid bulmak imkânsız denecek kadar zordur.

Müctehid olmayanın, başka hükümlere benzeterek yapacağı kıyasların yanlış olacağına dair, birkaç örnek verelim:
1- Her evlat miras hakkına sahiptir. Ancak kâfir evlat, miras alamaz. Kız evlat da erkeğe göre yarısını alır.

2- Yemek yerken unutan yemeğin sonunda hatırlarsa Besmele çekerse başında çekmiş gibi olur, fakat abdestte başında söylemezse, sonundaki söylemek başında çekmiş gibi olmaz.

3- Kan ve kanlı şeyler haramdır, ama dalak haram değildir.

4- Kesilmeden öldürülen hayvan leş olur, yenmez, ama balık öyle değildir.

5- Balık şeklinde olmayan deniz hayvanları yenmez, ama yılan şeklinde olan yılan balığı yenir.

6- Bütün mucizeler yaratılmıştır, ama Kur'an-ı kerim, mahlûk olmayan mucizedir.

7- Cehennemde kâfirlerin azapları hiç hafiflemez, fakat Ebu Leheb’in azabı, Peygamber efendimiz doğunca sevindiği için, yılda bir gün hafifler.

8- Müslüman kadın saç ve kollarını açamaz, ama Müslüman cariye açar.

9- Hayvanlar, âhirette toprak olur, fakat on hayvan toprak olmaz, Cennete girer.

10- Tabaklanan hayvan derileri temiz olur, fakat domuz derisi tabaklansa da temiz olmaz.

İctihad, bir yorum değildir
Sual:
İctihad, bir kimsenin kendi yorumu, kendi anladığı, kendi düşüncesi midir ve herkes yapabilir mi?
Cevap:
İctihad, kişinin kendi anladığı, düşündüğü bir yorum, bir görüş değildir. İctihad, gücü, kuvveti yettiği kadar, zahmet çekerek, uğraşarak çalışmak demektir. İctihadtan maksat, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden, manaları açıkça anlaşılmayanları, açıkça bildiren diğer hükümlere kıyas ederek, benzeterek, bunlardan yeni hükümler çıkarmaya uğraşmak, çalışmak demektir. Mesela anaya, babaya itaati emreden âyet-i kerimede mealen; (Onlara, öf sıkıldım demeyin!) buyuruluyor. Bu âyette, ana, babayı dövmekten onlara sövmekten bahsedilmiyor. Âyeti kerimede, yalnız bunların en hafîfi olan öf kelimesi açıkça bildirildiğine göre, müctehitler, dövmenin, sövmenin ve hakaret etmenin elbette haram olacağını ictihad etmişlerdir.

Yine mesela, Kur’ân-ı kerimde şarap içmek yasak edilmiş, başka içkiler bildirilmemiştir. Şarabın haram olmasının sebebi, hamr kelimesinden de anlaşılacağı üzere, aklı karıştırdığı, giderdiği içindir. Bundan dolayı müctehidler, şarabın haram olmasındaki sebep, herhangi bir içkide bulunsa haramdır, diye ictihad etmişler. Her sarhoş eden şeyin haram olduğunu emir buyurmuşlardır. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerimde, ictihad ediniz! diye emrediyor. Birçok âyet-i kerimelerden, ilimleri derin olan yüksek derecedeki âlimlerin ictihad ile emir olundukları anlaşılmaktadır. O hâlde, ehliyeti, liyakati ve ilimde ihtisası tam olanların, yani manaları açıkça anlaşılmayan âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin içlerinde saklı bulunan hüküm ve meseleleri, anlayabilecek kuvvet ve kudrette olanların ictihad etmesi farzdır.

İctihad makamına layık olabilmek için
Sual: Birazcık din bilgisi olan her Müslüman, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden hüküm çıkarabilir mi, ictihad yapabilir mi?

Cevap: İctihad makamına layık olabilmek için, birçok kayıt ve şartlar vardır. Öncelikle Arabi yüksek ilimleri bilmekle beraber, Kur’ân-ı kerimin hepsini ezberlemek, âyet-i kerimelerdeki incelikleri, indiği zamanları, sebepleri, ne hakkında geldiklerini, umumi, cüzi, nasih, mensuh olduklarını ve bunlar gibi diğer veçhelerini, hususlarını bilmek lazımdır. Ayrıca kütüb-i sitte ve diğer hadis kitaplarında bulunan hadis-i şeriflerin hepsini ezberden bilmek, her hadisin ne zaman ve ne için söylendiğini, hangi hadisin diğerinden evvel veya sonra olduğunu, hangi hadise, olay üzerine söylendiklerini, kimler tarafından rivayet edildiklerini, rivayet edenlerin her birinin hâl tercümelerini bilmek de lazımdır.

Yine fıkıh ilminin usul ve kaidelerine vâkıf olmak, oniki ilmi, âyet-i kerimelerin, hadis-i şeriflerin rumuz ve işaretlerini, açık ve kapalı tefsirlerini anlayıp kavrayabilecek ayrı bir irfana, imana ve nur dolu bir kalp ve vicdana sahip bulunmak lazımdır.

Bu yüksek vasıflar ictihad makamının lüzumlu şartlarıdır. Fakat, böyle faziletleri taşıyan, akılları kuvvetli kimseler, ancak Peygamber efendimizin, Sahabe-i kiramın zamanında, Tabiin ve Tebei tabiin devrinde bulunabiliyordu. Bunlar, sohbet bereketi ile yetişiyor, kemale geliyordu. Zaman ilerleyip, Asr-ı saadetten uzaklaşıldıkça, fikirler, reyler bozulmuş, dağılmış, bid'atler türemiş, böyle üstün, kıymetli kimseler yavaş yavaş azalmış, hicri dördüncü asırdan sonra, bu sıfatlara, özelliklere malik bir âlim ortada kalmamıştır. Böyle olduğu, Mîzân-ül-kübrâ, Redd-ül-muhtâr ve Hadîka kitaplarında, açıkça yazılıdır.

Her düşünen müctehid midir?
Sual: Din konusunda, düşüncesinde isabet eden sevap alır diye bir hüküm var mıdır?
Cevap:
Misyonerlerin asırlar boyu devam eden çalışmaları, İngilizlerin iğrenç siyaseti ve her türlü maddi güçlerini kullanması ile, İslâm dininin bekçisi, Ehl-i sünnet âlimlerinin hizmetçisi olan Osmanlı devleti parçalanınca, mezhepsizler meydanı boş buldular. Bilhassa, Ehl-i sünnet âlimlerine söz hakkı tanınmayan memleketlerde, mesela Suudi Arabistan’da, yalan ve hilelerle, Ehl-i sünnete saldırmaya, İslâmiyeti içeriden yıkmaya başladılar. Suudi Arabistan’dan dağıtılan sayısız altınlar, bu saldırganlığın dünyanın her yerine yayılmasını sağladı. Pakistan’dan, Hindistan’dan ve Afrika milletlerinden gelen haberlerden anlaşıldığına göre, din bilgisi ve Allah korkusu olmayan bazı din adamları, bu saldırganlara destek olarak mevkilere ve apartmanlara kavuşmuşlardır. Bilhassa gençleri aldatarak, Ehl-i sünnet mezhebinden ayırmak için yaptıkları hıyanetleri, bu habis kazançlarına sebep olmakta imiş. Medreselerdeki talebeyi, Müslüman yavrularını aldatmak için yazılan kitaplardan birinde;
“Bu kitabı, mezhep taassubunu kaldırmak ve herkesin kendi mezhebi içinde kavgasız yaşamasını sağlamak için yazdım” deniyor. Bunlar, mezhep taassubunu kaldırmayı, Ehl-i sünnete saldırmakta gördüğünü söylemektedirler. İslam dinine hançer saplamakta, bunu Müslümanların kavgasız yaşaması için yaptığını söylemektedirler. Kitabın bir yerinde;
“Düşünen bir insan, düşüncesinde isabet ederse, on misli, hata ederse, bir ecir alır” deniyor. Buna göre her insan, yani ister Hristiyan, ister müşrik olsun, her düşüncesinde ecir alacak. Hem de doğru olanlarında on sevap! Peygamber efendimizin hadîs-i şerifini değiştiriyorlar, hile yapıyorlar. Halbuki hadîs-i şerifte;
(Bir müctehid, âyet-i kerimeden ve hadîs-i şeriften, amele ait bir hüküm çıkarırken, isabet ederse, buna on sevap verilir. Hata ederse, bir sevap verilir) buyuruluyor. Hadîs-i şerif, bu sevapların her düşünene değil, ictihad derecesine yükselmiş olan İslâm âlimine verileceğini, buna da, her düşünmesine değil, Nasslardan, amele ait hüküm çıkarmak için çalışmasında verileceğini göstermektedir. Bu çalışması ibadettir. Her ibadete verildiği gibi, burada da sevap verilmektedir.