Öyle gelen böyle gider

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Evliya zatların ruhaniyetinden, ilminden, feyzinden faydalanmanın şartlarından biri, onun Allah adamı olduğuna inanmak ve bunda asla şüphe etmemektir. İkincisi, onu çok sevmektir. Bu sevginin alameti de, ona tam tâbi olmak ve itaat etmektir.

Bu büyüklerin huzuruna, boş giden dolu döner, dolu giden boş döner. Dolu şeye bir şey koymazlar. Boş olarak gitmeli, dolu olarak dönmeli. Dolu giderse, yani kendinde bir varlık hissederse faydalanamaz, eli boş döner. (Ben biliyorum, ihtiyacım yok diyen) elbette ilimden, feyzden mahrum kalır. Büyüklere tam inanmış, sadık olarak gitmeli.

Horasanlı bir genç, bir gün Kutbüddîn-i Bahtiyar hazretlerinin kabrine gider. Bu mübarek zatın ruhaniyetinden, hayatta olan bir mürşid-i kâmilin kendisine bildirilmesini ister. Silsile-i aliyye büyüklerinden Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin Delhi’ye geldiği gece rüyada, (Bu beldenin kutbu geldi, gidin, ona tâbi olun!) diye söylerler. O genç Bâkî-billah hazretlerine gelip rüyasını anlatır ve talebe olmak istediğini söyler, ama o zat, (Ben de öyle birini arıyorum, bulursan bana da bildir!) diyerek genci geri gönderir.

Genç, ertesi gece tekrar aynı rüyayı görür ve yine oraya gidip durumu arz eder. Mübarek zattan aynı cevabı alan genç yine geri döner. Tekrar aynı rüyayı görür. Genç yine gelir ve aynı cevabı alıp geri döner. Bu sefer rüyada gence derler ki:
(Büyükler, biz büyüğüz, gel seni kurtaralım demezler. Onlar insan-ı kâmildir, “Biz kim oluyoruz ki” derler. Sen git, esaslı şekilde, tam teslim ol!)

Genç tekrar gidip, (Aradığım zatı buldum efendim. O zat sizsiniz. Şu bıçakla beni doğrasanız, artık gitmem. Beni buradan ancak mezara götürürler) der.

Genç öyle bir şevkle, öyle bir teslimiyetle yapışır ki, Bâkî-billah hazretleri, (Peki o zaman, gel) buyurur. Bir teveccühte bütün kemâlâtı verir, (Haydi, evine dön!) der. O genç de veli bir zat olur. Öyle gelen, böyle gider. Şüpheyle gelmeyi, bu büyükler gelmek saymazlar.