Dert ve belaların geliş sebebi

İmam-ı Rabbani hazretleri, insana belanın geliş sebeplerini sual ve cevaplarla şöyle açıklıyor:

Sual: Enbiya ve evliya, hep dert ve bela içinde yaşadı. Halbuki, Şura suresinde, (Size gelen belalar, kabahatlerinizin cezasıdır) buyuruldu. Bu âyete göre, dertlerin çokluğu, günahın çokluğunu gösteriyor. Enbiya ve evliya olmayanın, çok sıkıntı çekmesi gerekirken dostlarına, neden dert, bela veriyor? Düşmanları neden rahat ve nimet içinde yaşıyor?
CEVAP
Dünya, zevk yeri değil. Ahiret, bunun için yaratıldı. Dünya ile ahiret, birbirinin zıddı, tersidir. Birini sevindirmek, ötekinin gücenmesine sebep olur. Yani, birinde zevk aramak, ötekinde elem çekmeye sebep olur. O halde, dünyada nimetleri, lezzetleri çok olanlar, bunlara lazım olan şükrü yapmazlarsa, ahirette çok acı çekecektir. Bunun gibi, dünyada, tehlikelerden sakındığı halde, çok acı çeken mümin, ahirette çok lezzete kavuşacaktır. Dünyanın ömrü, ahiretin uzunluğu yanında, deniz yanında bir damla kadar bile değildir. Sonu olan, sonsuz ile ölçülebilir mi? Bunun için dostlarına merhamet ederek, sonsuz nimetlere kavuşmaları için, dünyada birkaç gün sıkıntı çektiriyor. Düşmanlarına, biraz lezzet verip, çok elemlere sürüklüyor.

Sual: Allahü teâlâ, her şeye kadirdir. Dostlarına, hem dünyada, hem ahirette nimetler verseydi ve dünyada verdiği lezzetler, ahirette, bunların elem çekmesine sebep olmasaydı, daha iyi olmaz mı idi?
CEVAP
Bunun çeşitli cevapları vardır. Yedisi şöyledir:
1- Dünyada, birkaç gün dert, bela çekmeselerdi, Cennetin lezzetlerinin kıymetini anlamazlardı ve ebedi nimetlerin kıymetini bilmezlerdi. Açlık çekmeyen, yemeğin lezzetini anlamaz. Acı çekmeyen, rahatlığın kıymetini bilmez. Dünyada bunlara elem vermek, sanki daimi lezzetleri arttırmak içindir. Bu elemler, bir nimet olup, cahil halkı denemek için, büyüklere verilen nimetler, elem olarak gösterilmektedir. Yabancılara elem şeklinde gösterilen, dostlar için nimettir.

2- Belalar, sıkıntılar, cahil için sıkıntı ise de, bu büyüklere, sevdiklerinden gelen her şey, tatlı olur. Nimetlerden lezzet aldıkları gibi, belalardan da lezzet duyarlar. Hatta, bela sadece sevgilinin arzusu olup, kendi istekleri karışmadığı için, daha tatlı gelir. Nimetlerde bu lezzet bulunamaz. Çünkü, nimetlerde, nefislerinin istekleri de vardır. Bela gelince, nefisleri ağlar, inler. Bu büyükler, belayı nimetten daha çok sever. Bela, bunlara, nimetten daha tatlı gelir. Bunların dünyadan aldıkları lezzet, belalardan, musibetlerden gelir. Dünyada dert ve bela olmasaydı, bunların gözünde, dünyanın hiç değeri olmazdı. Dünyanın acı olayları olmasaydı, onu boş, abes görürlerdi. O halde, Allahü teâlânın dostları, dünyada da, ahirette de sevinçlidir. Dertlerden aldıkları lezzetler, ahiret lezzetlerinin azalmasına sebep olmaz.

Ahiret lezzetlerini gideren, cahillerin aradıkları lezzetlerdir. Allahü teâlânın başkalarına verdiği nimetler, dostlarına rahmettir. Onlara dert, elem olanlar da, dostlarına nimettir. Başkaları nimet gelince sevinir, dert gelince üzülür. Bu büyükler, nimette de, dertte de sevinçlidir. Çünkü bunlar, işlerin güzelliğine, çirkinliğine bakmaz, işleri yapanın güzelliğine bakar. İşleri yapan sevgili olduğu gibi, işleri de sevgili olur ve tatlı gelir. Bu dünyada, her şey, güzel olan yapıcının işi olduğundan, dert ve zarar verse de, bunlara, istedikleri ve sevdikleri şey olur. Kendilerine tatlı gelir. Allahü teâlâ, dostlarını her an, kendi arzusuna razı ettirip, zevk ve lezzet içinde tutuyor. Başkasına dert olan, dostlar için, cemal ve kemal oluyor. Bunların arzularını, arzu edilmeyen şeyler içine yerleştirdi. Dünya lezzetlerini, başkalarının aksine, ahiret derece ve lezzetlerinin artmasına sebep eyledi.

3- Bu dünya, imtihan yeridir. Burada hak ile bâtıl; haklı ile haksız karışıktır. Burada, Allahü teâlâ, dostlarına sıkıntılar, belalar vermeseydi, yalnız düşmanlarına verseydi, dost, düşmandan ayrılır, belli olurdu. İmtihanın faydası kalmazdı. Halbuki, gayba iman etmek gerekir. Dünya ve ahiretin bütün saadetleri, görmeden inanmaya bağlıdır. Hadid suresinin, (Allahü teâlâ, Peygamberlerine, gaybdan, görmeden, yardım edenleri bilmek için...) mealindeki 25. âyetinde, bu hâl bildirilmektedir. Dostlarını bela içinde göstererek, düşmanlarının gözünden sakladı. Dünya, imtihan yeri oldu. Dostları, görünüşte belada, gerçekte ise, zevk ve sefada. Peygamberlerin, düşmanlarla savaşması da böyle olurdu. Bedir’de Müslümanlar, Uhud’da kâfirler galip gelmişti. (Al-i İmran 140)

4-
Evet, Allahü teâlâ her şeye kadirdir. Dostlarına hem dünyada, hem de ahirette rahatlık verebilir ama, âdeti böyle değildir. Kudretini, hikmeti ve âdeti altına gizlemeyi sever. İşlerini, yaratmasını, sebepler altında gizlemiştir. O halde, dünya ahiretin aksi olduğundan, dostların, ahiret nimetlerine kavuşmak için, dünyada sıkıntı çekmeleri gerekir. [Allahü teâlânın dostları, dertlere, belalara, tehlikelere karşı tedbir alır. Bunlardan kurtulmaya çalışır. Dayanılamayacak şeylerden kaçınmak, Peygamberlerin sünnetidir. Tedbirlere, çalışmalara rağmen başa gelen belalardan zevk alırlar. Dertlerden zevk almak, yüksek derecedir. Çok az seçilmişlerin yapacağı iştir.]

ASIL CEVAP
Dertlerin, belaların gelmesine sebep, günah işlemektir. Fakat, belalar, sıkıntılar, günahların affedilmesine sebep olur. O halde, dostlara, belalar, sıkıntılar çok gelirse günahları kalmaz. [Ama tevbe, istigfar edince de, günahlar affolur. Dert ve bela gelmesine lüzum kalmaz. O halde, dert ve beladan kurtulmak için, çok istigfar okumalı.] Dostların günahını, düşmanların günahları gibi sanmamalı. (İyilerin, iyilik sandıkları şeyleri, dostlar, günah bilir) buyuruldu. Bunların günah ve kusurları olsa da, başkalarının günahları gibi değildir. Yanılmak ve unutmak gibidir. Niyet ederek, karar vererek yapılmış değildir. Taha suresinin, (Âdeme önce söyledik. Fakat unuttu. Azm ile, karar ile yapmadı) mealindeki 115. âyet-i kerime bunu bildiriyor. O halde, dostlara gelen dertlerin, belaların, çok olması, günahların çok olduğunu göstermez, günahların çok affedildiğini gösterir. Dostlarına çok bela vererek, günahlarını affeder, temizler. Böylece bunları, ahiret sıkıntılarından korur.

Cehennemdeki çok şiddetli azapların, birkaç günlük sıkıntı ile giderilmesi ve günahların temizlenmesi için dünyada sebepler gönderilmesi ne büyük nimettir. Dostlara bu muamele yapılırken, başkalarının günahlarının hesabını ahirete bırakıyorlar. O halde dostlara, dünyada çok dert ve bela vermesi lazımdır. Başkaları, bu ihsana layık değildir. Çünkü, büyük günah işlerler, yalvarmaz, boyun bükmez, ağlamaz ve Ona sığınmazlar. Günahları sıkılmadan ve kasten işlerler. Hatta inat edercesine işlerler. Hatta, Allahü teâlânın ayetleri ile alay edecek, inanmayacak kadar ileri giderler. Ceza, suçun büyüklüğüne göre değişir. Günah küçük olur ve suçlu boynunu büküp yalvarırsa, bu suç, dünya dertleri ile affolunabilir. Fakat, günah büyük, ağır olur ve suçlu inatçı, saygısız olursa, bunun cezası ahirette sonsuz ve çok acı olmak lazım gelir. (Allahü teâlâ, onlara zulmetmez. Onlar, kendi kendilerine zulmedip, ağır cezaları hak ettiler) buyuruldu. (Nahl 33)

Cahiller, ahmaklar, (Allah, dostlarına niçin bela gönderiyor da, nimet vermiyor) diyerek, bu sevgili kullara inanmıyorlar. Kâfirler, insanların en iyisine de böyle söylerdi. (Kâfirler, bu nasıl Peygamber, bizim gibi yiyip içiyor, sokakta geziyor. Peygamber olsaydı, kendisine melek gelir, yardımcıları olur, bize onlar da haber verir, Cehennem ile korkuturlardı. Yahut, Rabbi, para hazineleri gönderir veya meyve bahçeleri, çiftlikleri olur, istediğini yerdi dediler...) [Furkan 7]

Böyle sözler, ahiret hayatına inanmayanların sözleridir. Cennet nimetlerinin, Cehennem azaplarının sonsuz olduğunu bilen kimse, dünyanın birkaç günlük belalarına, sıkıntılarına hiç önem verir mi? Bu dertlerin, sonsuz saadete sebep olacağını düşünerek, bunları nimet olarak karşılar. Belalar, sıkıntılar, sevginin, şaşmayan şahitleridir. Ahmakların bunu anlamamasının ne önemi olur.

6- Bela, kemend-i mahbubdur [sevgilinin, âşıkını kendine çekmek için gönderdiği kemenddir.] Âşıkları, sevgiliden başka şeylere bakmaktan koruyan bir kamçı gibidir. Âşıkları, sevgiliye döndürür. O halde, dertlerin, belaların dostlara gönderilmesi lazımdır. Belalar, dostları, sevgiliden başka şeylere düşkün olmak günahından korur. Başkaları, bu nimete layık değildir. Dostları, zorla sevgiliye çekerler. İstediklerini dert ve bela ile çekerler ve onu sevgili derecesine yükseltirler. İstemediklerini başıboş bırakırlar. Bunların içinden, sonsuz saadete layık olan, kendisi doğru yola gelip, çalışarak, uğraşarak, ihsana kavuşur.

Görülüyor ki, seçilenlere, bela çok gelir. Çalışanlara, uğraşanlara o kadar çok gelmez. Bunun içindir ki, seçilmişlerin, beğenilmişlerin ve sevilmişlerin baş tacı olan Peygamberimiz, (Benim çektiğim acı gibi, hiçbir Peygamber acı çekmedi) buyurdu. O halde, dert ve belalar, öyle usta bir kılavuzdur ki, dostu dosta, şaşmadan kavuşturur. Sevgiliden başkasına bakmakla onu lekelemekten korur. Ne kadar şaşılır ki, âşıklar, hazinelere malik olsa, hepsini verip, dert ve bela satın alır. Aşk-ı ilahiden haberi olmayan, dert ve beladan kurtulmak için, varını yoğunu harcar.

Sual: Dert ve bela gelince, dostların bazen üzüldükleri de görülüyor. Bunun sebebi nedir?
CEVAP
O üzüntü görünüştedir. Tabiattendir. Bu üzüntünün faydaları vardır. Çünkü, bu üzüntü olmasa, nefis ile cihad edilemez. Peygamberimiz vefat edeceği zaman, görülen sıkıntısı, nefis ile cihadın son parçaları idi. Böylece, son nefesi de düşman ile mücadelede geçmiş oldu. Ölüm anında en şiddetli mücadeleyi yaptı. İnsanlık sıfatları, tabiat istekleri kalmadı. Mübarek nefsini tam itaate, hakiki itminana getirdi.
O halde, bela, aşk ve muhabbet pazarının tellalıdır. Muhabbeti olmayanın tellal ile ne işi olur. Tellalın buna ne faydası olur ve bunun gözünde tellalın ne kıymeti vardır?

7- Bela gelmesinin bir sebebi de, doğru âşıkları, dost görünen yalancılardan ayırmaktır. Doğru olan âşık, beladan lezzet alır, sevinir. Yalancı ise, acı duyar, sızlanır. Muhabbetin tadını tatmış ise, hakiki acı duymaz. Acı duyması görünüştedir. Âşıklar, bu iki acıyı birbirinden ayırır. Bunun için, (Veli, Veliyi tanır) buyurmuşlardır.

Allahü teâlâ kullarına zulmetmez
Sual:
Deprem, trafik kazası gibi sebeplerle birçok suçsuz kimse, ya ölüyor veya sakat kalıyor. Bazılarına da, hiç suçları olmadığı halde çeşitli belalar geliyor. Suçsuz insanlara böyle bela niçin gelir?
CEVAP
İmam-ı Rabbani
hazretleri, (Mektubat)da buyuruyor ki:
(Dertlerin, belaların gelmesine sebep günah işlemektir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Size gelen bela, musibet, kabahatlerinizin, günahlarınızın cezasıdır. Bununla beraber Allahü teâlâ, bir çoğunu da affederek musibete maruz bırakmaz.) [Şura 30]

(Ey insan, sana gelen her iyilik, Allahü teâlânın ihsanı olarak, nimeti olarak gelmekte, her dert ve bela da kötülüklerine karşılık olarak gelmektedir. Hepsini yaratan gönderen Allahü teâlâdır.) [Nisa 79]

Görüldüğü gibi suçsuz kimseye bela gelmiyor. Herkes kendi cezasını çekiyor.
Hâşâ zulmetmez kuluna Hüdası, Herkesin çektiği kendi cezası.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
(Ümmetim şu on beş kötü hasleti işlediği zaman çeşitli belalara maruz kalır:
1- Ganimet, çarçur edilir, yerinde harcanmaz.
2- Emanete hıyanet edilir, ganimet kabul edilir.
3- Zekât cereme telakki edilir.
[Vermek istenmez, hile yolları aranır.]
4- Erkek karısının sözünden çıkmaz. [Kılıbık olur.]
5- Ana babaya isyan edilir, sözlerine itibar edilmez. [Geri kafalı, bunak falan denir.]
6- Ana babaya sıkıntı verilir.
7- Kötü arkadaşlara uyulur.
[Ayıp olur diye çeşitli günah işlenir.]
8- Camilerde yüksek sesle konuşulur. [Hutbeyi nutuk çeker gibi okumak da buna dahildir.]
9- Kötüler, ehli olmayanlar idareci olur.
10- Şerrinden, zararından korkulanlara ikram edilir.
11- İçki içenler çoğalır.
12- Erkekler haram olan ipeği giyer.
13- Şarkıcı kadınlar çoğalır.
14- Çalgı aletleri, müzik her yere yayılır.
15- Önceki âlimler kötülenir.
(Tirmizi)

Tatlı nimetler, acı ilaçlarla kaplanmıştır
Sual:
Bela niçin gelir?
CEVAP
Her izzet ve her nimet, Allahü teâlâya ihlas ile itaat ve ibadet etmekten, her kötülük ve sıkıntı da, günah işlemekten hasıl olur. Herkese dert ve bela, günah yolundan, rahat ve huzur da, itaat yolundan gelir. Allahü teâlânın âdeti böyledir. Cenab-ı Hak, hiç kimseye, sebepsiz bela göndermez. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Bir millet, kendini bozmadıkça, Allah onların hallerini değiştirmez.) [Rad 11]

(Eğer Allahü teâlâ insanları küfür ve günahlarından ötürü dünyada cezalandıracak olsaydı, yer üzerinde tek canlı kalmazdı.) [Nahl 61]

Demek ki müstahak olduğumuz belaların hepsi gelse, yeryüzünde insan kalmaz. İşlediğimiz her kötülüğün cezasını dünyada görmüyoruz. Çoğunu da Allahü teâlâ affediyor. İnsanlara bela, iki sebepten gelir. Ya işlediği günahlar yüzünden veya günahsız da olsa derecesinin yükselmesi için. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Küçük-büyük her musibet, affedilecek bir günah veya kavuşulacak bir derece içindir.) [Ebu Nuaym]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Dünya, ahirete göre deniz yanında bir damla gibi bile değildir. Dünyada birkaç gün dert bela çekilmese, Cennetin sonsuz lezzetlerinin kıymeti anlaşılmaz, ebedi sıhhat ve afiyet nimetlerinin kıymeti bilinmezdi. Açlık çekmeyen, yemeğin lezzetini anlamaz, acı çekmeyen rahatlığın kıymetini bilemez. Dünya bir anlık rüya gibidir.

Rüyada çok şeylere sahip olsak, uyanınca elimize bir şey geçmese ne kıymeti vardır? Rüyada az bir sıkıntı çekersen, uyanınca ömür boyu rahat edeceksin denilse, bir anlık sıkıntıya severek katlanılmaz mı?

Sıkıntılar çok acı görünse de, bunların nimet olduğu unutulmamalıdır. Bunun için sevilenlere dert ve bela yağmuru eksik olmaz. Bu tatlı nimetler, acı ilaçlarla kaplanmıştır. Akıllı kimse, bunun içindeki tatlı nimetleri görür. Üzerindeki acı örtüleri de tatlı gibi çiğner. Acılardan da tat alır. Hasta olan onun tadını duyamaz. Hastalık Ondan başkasına gönül vermektir. Hep tatlı yemeğe alışan, şifa verici acı ilaçtan kaçar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Nimete kavuşması için insana musibet gelir.) [Buhari]

(Allahü teâlânın hayrını murat ettiği kul, belalara maruz kalır ve meşgul olacağı mal ve evladı kalmaz.) [Taberani]

(Musibetler yüzlerin karardığı günde, sahibinin yüzünü ağartır.) [Taberani]

(Hastanın günahları, ağaçtan yaprakların döküldüğü gibi dökülür.) [İbni Hibban]

(Allahü teâlâ buyurdu ki: "Gönderdiğim belaya sabreden, nimete şükreden, sıddıklarla beraber olur. Bunları yapmayan kendine başka Rab arasın!") [T. Gafilin]

(Allah yolundaki mümine isabet eden her yorgunluk, hastalık, sıkıntı, üzüntü, keder, hatta ayağına batan diken, günahlarına kefaret olur.) [Buhari]

(Belayı nimet, bolluk ve rahatlığı musibet saymayan, kâmil mümin değildir. Çünkü beladan sonra bolluk, bolluktan sonra bela gelir.) [Taberani]

(En şiddetli bela, enbiya, evliya ve benzerlerine gelir. Kişi imanının sağlamlığı nispetinde belaya maruz kalır. İmanı sağlam ise belası şiddetli, imanı zayıf ise hafif olur.) [Tirmizi]

(Kişi, hep sıhhat ve selamette olsa idi, bu ikisi onun helakı için kâfi gelirdi.) [İ. Asakir]

(Baş ağrısı veya herhangi bir hastalığı sebebiyle, müminin Uhud dağı kadar günahı olsa da, hepsi affolur.) [Taberani]

(Hak teâlâ buyurdu ki: "İzzet ve celalim hakkı için, dilediğim kulumun, malına darlık, bedenine hastalık vererek affetmedikçe dünyadan çıkarmam.") [Ruzeyn]

(Müminin günahları affoluncaya kadar bela ve hastalık gelir.) [Hakim]

(Hak teâlâ buyurdu ki: "Bedenine, evladına veya malına bir musibet gelen, sabr-ı cemille karşılarsa, Kıyamette ona hesap sormaya hayâ ederim.) [Hakim]

(Şüphe edilen altını, ateşle muayene ettikleri gibi, Allahü teâlâ insanları dert ile, bela ile imtihan eder.) [Taberani]

(Afiyette olan, kıyamette, belaya maruz kalanlara verilen sevapların çokluğunu görünce, "Keşke dünyada iken derilerimiz, makasla kesilseydi" diyeceklerdir.) [Tirmizi]

(Kul için Allahü teâlâ katında öyle bir derece vardır ki, ameli ile o dereceye kavuşamaz. Belaya müptela olunca, o dereceye kavuşur.) [Ebu Nuaym]

Günahın cezası
Sual:
Ne zaman bir günah işlesem, başıma bir bela geliyor. Belaya maruz kalmak neye alamettir?
CEVAP
Günah işlemek kötüye, belaya maruz kalmak iyiye alamettir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, bir kuluna hayır murat edince, günahlarının cezasını dünyada verir. Şer murat edince günahlarının cezasını kıyamete bırakır.) [Tirmizi]

(Belaya uğramış birini görünce "Bunu müptela kıldığı beladan beni koruyan ve bir çok kimseye vermediği nimeti bana veren Allah’a hamd olsun!" derse, kendine verilen nimetlere şükretmiş olur.) [Beyheki]

Belaya sevinmek
Sual:
Tedbir aldıktan, doğru sebebe yapıştıktan sonra irademiz dışında gelen belaya isyan etmek günah deniyor. Peki böyle bir belaya sevinmek de günah mıdır?
CEVAP
Sevinmek günah olmaz. Hazret-i Ömer buyurdu ki:

Bana bir bela gelirse, üç türlü sevinirim:
1- Belayı Allahü teâlâ göndermiştir. Sevgili gönderdiği için tatlı olur.
2- Allahü teâlâya, bundan daha büyük bela göndermediği için şükrederim.
3- Allahü teâlâ, insanlara boş yere, faydasız bir şey göndermez. Bir belaya karşılık, ahirette çok nimetler ihsan eder. Dünya belaları az, ahiretin nimetleri ise, sonsuz olduğundan, gelen belalara sevinirim.

Dünyada rahat yaşamak
Sual:
Allah sevdiği kullarına, dert ve bela vererek, onların günahlarını temizlediğine göre, bu dünyada hiç dert bela görmeden rahat yaşayan, Cehenneme mi gidecek?
CEVAP
Hayır, Allahü teâlâ, hiç dert bela vermeden de günahları affedebilir. Dilediklerine, hem dünyada, hem de âhirette rahatlık verir. Kur’an-ı kerimde, müminlere, hem dünyada, hem de âhirette saadete kavuşmak için çalışmaları ve dua etmeleri emredilmektedir. Her namazda okuduğumuz Rabbena duası, bir âyet-i kerime olup, meali şöyledir:
(Ey Rabbimiz, bize dünyada ve âhirette iyilik, güzellik ver! Bizi Cehennem azabından koru!) [Bekara 201]

Dünyada mutlu olmak kötü olsaydı, böyle dua etmek emredilmezdi.

Nimet ve bela
Sual: Nimet gelince sevinmek, belâ gelince üzülmek günah mıdır?
CEVAP
Günah değildir. Belâ gelince, (Benim ne suçum var da, bunu bana gönderdin) diye Allah'a isyan etmek günahtır.

İsyan etmek ne demek?
Sual: Bir belaya, bir hastalığa isyan etmek nasıl olur? (Hastayım) demek isyan mıdır?
CEVAP
İsyan etmek günah işlemek demektir. Her günah, Allahü teâlâya isyandır.

(Allahü teâlâ bu hastalığı bana niye gönderdi?) diye bağırıp çağırmak isyan olur. Şakik-i Belhî hazretleri, (Musibete sabretmeyip feryat eden, Allahü teâlâya isyan etmiş olur. Ağlamak, sızlamak, bela ve musibeti geri çevirmez) buyuruyor. Üç hadis-i şerif:
(Allah’ın sevdikleri, belaya uğrar. Sabreden mükâfata, sızlanan cezaya kavuşur.) [İ. Ahmed]

(Derdini açıklayan sabretmiş olmaz.) [İ. Maverdî]

(Uğradığı belayı gizleyenin günahları affolur.) [Taberanî]

Âcizliğini belirtmek, dua istemek, doktora hâlini belirtmek gibi hususlar için hasta olduğunu söylemek isyan olmaz.

Belaya sabretmek, hattâ şükretmek lazımdır. Allahü teâlâdan gelen her şeyi severek kabul etmeliyiz.

Ölüm acısı
Sual:
Çekilen ölüm acısı ve dünyada sevdiğimiz şeylerden ayrılmanın verdiği sıkıntı günahlarımıza kefaret olur mu?
CEVAP
Evet, dünyadaki musibetler, ölüm acısı, kabir azabı ve mahşerdeki sıkıntılar günahlara kefaret olur. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Mümine isabet eden hiçbir hastalık ve ağrı yoktur ki, onun günahlarına kefaret olmasın! Hattâ ayağına batan diken bile, günahına kefarettir.) [İbni Hibban]

(Bir mümine yorgunluk, ağrı, kaygı, hüzün, gam, eza isabet etse, hattâ ayağına diken batsa, günahlarına kefaret olur.) [İbni Hibban]

(Müslümanın uğradığı her musibet, günahlarına kefarettir.) [Müslim]

(Bir diken batan veya daha küçük bir musibete veya ağrıya maruz kalan müminin, bir derecesi yükselir ve bir günahı silinir.) [Hâkim]

(Kabrin mümini sıkması, bütün günahlarına kefarettir.) [İ. Rafiî]

(Hastalıkla geçen saatler, günah işlenen saatlere kefaret olur.) [Beyhekî]

(Müminin ailesi, malı, nefsi, çocuğu ve komşusundan kaynaklanan sıkıntılar günahlarına kefarettir.) [Müslim]

Sıkıntılar gibi, ibadetlerimiz de günahlara kefaret olur. İki hadis-i şerif meali:
(Kişinin orucu, namazı, zekâtı ve emr-i marufu günahlarına kefarettir.) [Buharî]

(Pişman olmak, günahlara kefarettir.) [İ. Ahmed]

Ölmek de, günahlarımıza kefaret olur. Üç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ölmek, günahlara kefarettir.) [Ebu Nuaym]

(Ölmek, mümine ganimettir.) [Beyhekî]

(Ölmek, mümine hediyedir.) [Dâre Kutnî]

Hasta olmak
Sual:
Hastalığa üzülmek mi, yoksa sevinmek mi gerekir?
CEVAP
Hasta olmak iyi ise de, hasta olmak için dua edilmez. Sağlığa kavuşmak için dua edilir. İslam âlimleri, (Hastalıkta şifa vardır. Beden ne kadar sıkıntı çekerse, ruh o kadar rahat eder. Bu vücuda rahatsızlık veren her şey insanın âcizliğini anlamasına, Cenab-ı Hakk’a dönmesine sebep olur. Bu sebeple kalb için şifadır) buyuruyorlar. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir.
(Hastanın inlemesi tesbih, bağırması tehlil, nefes alıp vermesi sadaka, uyuması ibadet, bir taraftan bir tarafa dönmesi ise cihattır. Allahü teâlâ, meleklere “Kuluma sıhhatli iken yaptığı en iyi ameli yazın!” buyurur. İyileşince günahsız olarak ayağa kalkar.) [Hatîb]

Peygamber efendimiz, (Allahümme innî es’elükessıhhate vel âfiyete) buyuruyor. Yani (Yâ Rabbî, bana sıhhat [sağlık] âfiyet ver) diye dua ediyor. (Taberanî)

Demek ki, Allahü teâlâdan sıhhat ve âfiyet isteyeceğiz. Gelen sıkıntıya da, O gönderdi diye sabredeceğiz, hattâ iyiliğimize olduğu için şükredeceğiz. Sıhhatli olmak, hastalıktan; nimet içinde yaşamak, beladan üstündür. Resulullah efendimiz duasında, dünya ve âhiret sıkıntısından Allahü teâlâya sığınmıştır. Her peygamber şöyle dua ederdi:
(Ey Rabbimiz, bize dünyada ve âhirette de hasene ver!) [Bekara 201] [Hasene iyilik, güzellik, sağlık ve âfiyet içinde mutlu yaşamaktır.]

Sıkıntıların artmasının sebebi
Sual: Zamanımızda her insanın bir derdi, bir sıkıntısı var, sıkıntısız, dertsiz kimse yok gibidir. Bunun sebebi ne olabilir?
Cevap:
İnsanlar, İslâmiyeti terk ettikleri yani Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymadıkları, İslâm dininin gösterdiği rahat ve huzur yolundan ayrıldıkları için, dünyada bereket kalmadı. Rızıklar azaldı. Tâhâ sûresinin 124. âyet-i kerimesinde mealen;
(Beni unutursanız rızıklarınızı kısarım) buyuruldu.

Bunun için, iman rızkı, sıhhat rızkı, gıda rızkı, insanlık ve merhamet rızkı ve daha nice rızıklar azaldı. “Hâşâ, zulüm etmez kuluna hüdâsı, herkesin çektiği kendi cezası” sözü Nahl sûresinin 33. âyetinden alınmıştır. Bugünkü küfür, inkar karanlıkları ve Allahü teâlâyı, Peygamberi, İslâmiyeti unutmanın bereketsizlikleri ve sıkıntıları içinde, insan gece gündüz, kadınlı erkekli çalışıp, bir ailenin nafakasını, rahat yaşamasını temin edemez hale gelmiştir. Allahü teâlâya inanmadıkça, Onun bildirdiği İslâm dinine uymadıkça, Onun Peygamberinin güzel ahlakı ile bezenilmedikçe, beş vakit namazı vaktinde kılmadıkça, dalalet, felaket akıntısını durdurmak imkansızdır. Her asırda olduğu gibi, zamanımızda da, insanlığı kaplayan sıkıntıların birinci sebebi, Hakka karşı isyan ve inkardır.

Dertler, günahların affına sebeptir
Sual: İman edenlere dertler, belalar, hastalıklar geliyor ve sıkıntı çekiyorlar, bunun bir sebebi bir hikmeti var mıdır?
Cevap:
Allahü teâlâ, kendisine, gönderdiği Peygamberlerine iman edenlere, sevdiklerine, günahlarını affetmek için veya Cennette vereceği nimetlerini, ihsanlarını, derecelerini arttırmak için, dertler, hastalıklar veriyor. Bunların ibadetleri zahmetli, sıkıntılı oluyor. Bütün bunlara karşılık olarak da, dünya işlerinde, rahatlık, kolaylık ve rızıklarına bereket veriyor. İnkâr eden, iman etmeyen, ibadet yapmayanlara ise, bu rahatlığı, bu bereketi vermiyor. Bunlar, zahmet çekerek, hile ve hıyanet yaparak, çok kazanıp, zevk ve safa içinde yaşarlar ise de, bu zevkleri uzun sürmez. Az zaman sonra, hastanelerde, hapishanelerde sürünürler. Ahiretteki azapları da, çok şiddetli olur.

Dertlerin, belaların gelmesinin sebebi
Sual: Dünyanın bir imtihan yeri olduğunu çok kimse bilmektedir. Fakat burada, iman edip inananlara daha çok dert, bela, sıkıntı gelmekte, inkâr edenlere ise o kadar gelmemektedir. Bunun sebebi ne olabilir, hikmeti nedir?
Cevap:
Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Dertlerin, belaların gelmesine sebep, günah işlemektir. Fakat, belalar, sıkıntılar, günahların affedilmesine sebep olur. O hâlde, dostlara, belaları, sıkıntıları çok vermek lazımdır ki, günahları kalmasın.

Allahü teâlâ, sevdiklerinin günahlarını affetmek için, onlara dert, bela gönderiyor. Tevbe, istiğfar edince de, günahlar affolur. Dert ve bela gelmesine lüzum kalmaz ve gelmiş dertler de gider. O hâlde, dert ve beladan kurtulmak için, çok istiğfar okumalıdır.

Dostların günahını, düşmanların günahları gibi sanmamalıdır. (İyilerin, iyilik etmek olarak bildikleri şeyleri, dostlar, günah işlemek bilirler) buyuruldu. Bunlardan günah ve kusur sadır olsa da, başkalarının günahları gibi değildir. Yanılmak ve unutmak gibidir. Niyet ederek, karar vererek yapılmış değildir. Tâhâ sûresi, 115. âyetinde mealen; (Âdem'e önce söyledik. Fakat unuttu. Azim ile, karar ile yapmadı) buyuruldu. Bu âyet-i kerime Âdem aleyhisselâm içindir. O hâlde, dostlara gelen dertlerin, belaların, musibetlerin çok olması, günahların çok affedildiğini gösterir. Günahların çok olduğunu göstermez. Dostlarına çok bela vererek, günahlarını affeder, temizler. Böylece bunları, ahiret sıkıntılarından korur. Resûlullah efendimiz ölüm hâlinde, şiddet ve sıkıntıda iken, Hazret-i Fâtıma, babasını çok sevdiği ve çok acıdığı için ve Peygamber efendimiz; (Fâtıma, benden bir parçadır) buyurmuş olduğu için, o da sıkılıyor, kıvranıyordu. Kızının bu hâlini görünce, onu teselli etmek için; (Babanın çekeceği sıkıntı, ancak bu kadardır. Başka hiçbir sıkıntı görmez!) buyurdu.

Günah küçük olur ve suçlu boynunu büküp yalvarırsa, bu suç, dünya dertleri ile affolunabilir. Fakat, günah büyük, ağır olur ve suçlu inatçı, saygısız olursa, bunun cezasının ahirette sonsuz ve çok acı olması lazım gelir. Nahl sûresi, 33. âyetinde mealen; (Allahü teâlâ, onlara zulmetmez. Onlar, kendi kendilerine zulmedip, ağır cezaları hak ettiler) buyuruldu.”

Sual: İnsanlardan gelen sıkıntılar, başa gelen dert ve belalar karşısında nasıl davranmalıdır?
CEVAP
Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri talebelerine şu nasihatte bulunuyor:
“Dikkatle dinleyiniz! İyi düşünceli olan kardeşlerimizin dertlerden kurtulmamız için, her çareye baş vurduklarını, hiçbirinin fayda vermediğini haber aldım.

(Allahü teâlânın yarattıklarında, gönderdiklerinde hayır, iyilik vardır) hadis-i şerifi meşhurdur. İnsan olduğumuz için, başımıza gelenlerden, bir aralık üzülmüştük. İçimiz sıkılmıştı. Birkaç gün sonra, Allahü teâlânın lütfu ile, üzüntü ve sıkıntılar gitti, hiç kalmadı. Onların yerine sevinç, genişlik geldi ki, bizimle uğraşanlar, Allahü teâlânın istediğini istemekte ve yapmaktadırlar. Böyle olunca, sıkılmanın, üzülmenin yersiz olduğu anlaşıldı.

Çünkü, sevene, sevgilinin gönderdiği acıların da, Ondan gelen iyilikler gibi sevgili ve tatlı olması lazımdır. Sevgilinin iyilikleri tatlı geldiği gibi, Onun acıtması da tatlı gelmelidir. Hatta, Ondan gelen acılarda, tatlılardan daha çok lezzet bulmalıdır. Çünkü, acılar, sıkıntılar nefse tatlı gelmez. Nefis, böyle şeyleri istemez. Her bakımdan güzel olan, her şeyi güzel olan Allahü teâlâ, bir kulunu incitmek dileyince, Onun iradesi, isteği, bu kula elbette güzel gelmelidir. Bizimle uğraşanların diledikleri, istedikleri, Allahü teâlânın dilediğine uygun olduğu için ve bunların dilekleri, O sevgilinin dilediğini gösterdiği için, bunların diledikleri ve yaptıkları da, elbette güzeldir ve tatlı gelmektedir.

Kardeşlerimize, dostlarımıza söyleyiniz! Bizim için üzülmesinler, sıkılmasınlar. Bizi incitenleri kötü bilmesinler. Onlara kötülük yapmasınlar! Bunların yaptıklarına sevinseler, yeridir.

Evet, dua etmekle emrolunduk. Allahü teâlâ, dua edenleri, Ona boyun bükenleri ve yalvaranları, sızlayanları sever. Böyle yapmak, Ona tatlı gelir. Belaların, sıkıntıların gitmesi için dua ediniz! Af ve afiyet için yalvarınız! Muhyiddîn-i Arabî hazretleri;

“Ârifin niyeti, maksadı olmaz” buyuruyor. Yani, Allahü teâlâyı tanıyan kimse, beladan kurtulmak için bir şeye başvurmaz demektir. Bu sözün ne demek olduğunu iyi anlamalıdır. Çünkü, dert ve belaların, sevgiliden geldiğini, Onun dileği olduğunu bilmektedir.

Sual: İnsanların, Allahü tealanın emir ve yasaklarını dinlememesi, bunlardan uzaklaşması, bunların felaketi mi olmuştur?
CEVAP
Bu konuda Kâmûs-ül-a'lâmda deniyor ki:
“Endülüs Sultanı Üçüncü Abdurrahman, memleketini genişletti, kuvvetlendirdi. Fas'ta hükûmet süren İdrîsîleri, Fâtımîlere karşı destekledi. Bunları hükmü altına aldı. Mükemmel donanma da yaptı. Kendisi ve adamları ilim ve edeb sahibi idiler. Âlimlere ve ilme çok kıymet verirdi. Bunun için, Endülüs'te ilim ve fen çok ilerledi. Sarayı ve devlet daireleri birer ilim kaynağı oldu. Her memleketten ilim öğrenmek için Kurtuba'ya akın akın toplandılar.

Kurtuba'da büyük ve mükemmel bir tıp fakültesi kurdu. Avrupa'da ilk yapılan tıp fakültesi budur. Avrupa kralları ve devlet adamları, tedavi için Kurtuba'ya gelir, gördükleri medeniyete, güzel ahlaka, misafirperverliğe hayran kalırlardı. Altıyüzbin kitap bulunan bir kütüphane de yaptırdı. Kurtuba'dan üç saatlik mesafedeki Vâdi-yül-kebîr kenarında, Ezzehra isminde pek büyük ve ince sanatlarla dolu bir saray ile mükemmel bahçeler ve büyük bir cami yaptırdı. Kurtuba'da çok sayıda derin âlimler yetişti. Endülüs'teki Benî Ümeyye halifelerinin sekizincisi olan Abdürrahman-ı sâlis, elli sene adalet ile hüküm sürüp, m. 961 senesinde yetmiş iki yaşında vefat etti.”

Fakat sonra, İslam ahlakını, Allahü teâlânın emirlerini bıraktıklarından, hatta Ehl-i sünnet itikadını bozarak, İslamiyeti içeriden yıkmak alçaklığı başladığından, Pirene Dağlarını aşamadılar. m. 1031'de Ümeyye Devleti çöktü. Bunlardan sonra Endülüs'e, önce Mülessimîn veya Murâbitîn denilen devlet, bundan sonra da, Muvahhidîn Devleti hakim oldu. Fakat İspanyollar, m. 1492'de, Gırnata şehrini de alıp Müslümanları öldürdüler.

Sözde Müslüman olup da, Allahü teâlânın emirlerine uymamanın cezasını buldular. İspanya faciası olmasaydı, felsefeci İbnürrüşd'ün ve İbni Hazm'ın bozuk fikirleri, belki din ve iman hâlini alıp dünyaya yayılacak, bugünkü hazin levha, yüzlerce sene önce meydana çıkacaktı.